29115

Rasim Şişman – COVID-19’un Kent Anlayışına Getirileri

Tarih boyunca kuraklık ve sel gibi iklime dayalı afetlerden, deprem ve heyelan gibi jeolojik kökenli afetlere kadar; yangın, göç ve terör saldırıları gibi sosyal afetlerden salgınlar ve orman yangınları gibi biyolojik afetlere kadar tüm afetler insanların yaşamını derinden etkiledi.

Tarihsel hafızamız, bizi, Çin’in Wuhan kentinden tüm dünyaya yayılan ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından pandemi ilan edilen Covid-19 hastalığını, 14. yüzyılda yine Çin’de ortaya çıkan ve ticari aktörler vasıtasıyla Avrupa’da yayılan ve kara ölüm olarak bilinen veba salgını ile karşılaştırmaya itiyor.

Geçmişteki afetlerin kent yaşamına etkileri

14. yüzyıldaki veba salgını, kapsamlı kanalizasyon sistemlerinin inşası, kentsel altyapının iyileştirilmesi, binaların işlevlerine göre ayrıştırılması, uydu kentleşme ve kapalı sitelerin inşası gibi kent yaşamına dönük köklü teknik dönüşümlere zemin hazırlamıştı. 14. yüzyılda yaşanan en büyük teknik gelişimlerden biri, su gücü ile çalışan kağıt üretim değirmeni iken; bugün, 3D yazıcılar ile araba üretilebiliyor.  14. yüzyılda veba salgını ile karşılaşan dünyamızın toplam nüfusu 350 milyon iken, bugün koronavirüs salgını ile karşı karşıya olan dünyamızın toplam nüfusu 7,5 milyar.

7,5 milyarlık dünya nüfusunun %54’ünden fazlasının kentlerde yaşadığı saptanırken, World Urbanization Prospects’e göre, kentlerde yaşayan nüfusun 2050 yılında %66 oranına ulaşması bekleniyor. Durum böyle olunca, bir yerleşim birimi olarak kentler ve kent ortamında yaşayan bireylerin sosyoekonomik ve politik dönüşüm sürecini anlatan “kentleşme” olgusu, Covid-19 hastalığının etkilerini ortaya koymada değinilmesi gereken en önemli konulardan birini oluşturuyor.

Covid-19 salgınının yayılması; çalışma alışkanlıklarından, tüketme ve sosyalleşme alışkanlıklarına kadar her şeyle ilgiliydi ve şimdiden kentlerde bir sağlık krizinden çok daha fazlasını etkileme gücü olduğunu gösterdi.

İspanya’da vaka sayısındaki artışın festival ve yürüyüşlerden kaynaklı olduğu düşünülüyor. İtalya’da ise bir futbol maçında seyirciler arasında yayıldığına dair fikirler var. Güncel bir kavram olarak önümüze çıkan “Yeni normal” tartışmalarında artık -festival, yürüyüş, konser gibi- kalabalıkları fiziki olarak bir araya getirecek etkinliklerin düzenlenmeyeceği; futbol maçlarının seyircisiz oynanacağı; hatta tiyatroya gitmenin ya da yeni çıkan bir filmi sinemada izlemenin pek mümkün olmayacağı iddiası ortaya atılıyor.

Öte yandan “normalleşme süreci“ olarak adlandırılan süreçte, kafe ve restoranların yeniden açılması söz konusu. Ancak kapalı mekanlar için konuşulan, bu mekanların açılsalar bile farklı oturma düzenlerine geçme konusu.

Neoliberalizmin mekansallaştığı AVM’lerin yeniden açılması, normalleşme sürecinin ilk adımı olarak öngörülüyor. Oysa öz kaynağı olmayan ve mahalle kültürünü canlı tutan küçük işletmelerin açılması, gündemi AVM’ler kadar işgal edemedi. Bu küçük işletmelerin, açılmaları halinde bile, bu süreci atlatıp varlıklarını devam ettirecek ekonomik koşullara sahip olmadıkları açık.

Virüsün en yaygın şekilde bulaştığı yerlerin toplu taşıma araçları olduğu biliniyor. Toplu ulaşım araçlarına seçenekler aranmaya başladı. Bundan böyle, mümkün olduğu kadar yürüme veya yerel yönetimler tarafından desteklenen bisiklet, elektrikli “scooter” gibi araçlar tercih edilecek. Ssöz konusu “scooter” tipi araçlar, spor işlevi görmekten ziyade, olması gerektiği gibi bir ulaşım aracı seçeneği haline gelecek.

Kentin ve kent yaşamının yeniden düzenlenmesi

Salgının daha çok kent merkezlerinde görülmesinin, insanları kent merkezlerinden çeperlere yöneltmesin söz konusu olması düşünülebilir. Dolayısıyla uydu kentleşmenin oluşması ve bunun bir sonucu olarakda  merkezi lokasyonlarda emlak fiyatlarının düşmesi bekleniyor.

COVİD-19 nedeniyle sınırlar kapatıldı. Saptanan, üretilen tarımsal ürünlerin kentin dışındaki tarım alanlarını yok edecek bir kentsel yayılmanın kent tarımını bitirmesi sonucu kentlerin kendi kendilerine yetemediğinin deneyimlenmesi oldu. Kırsal yaşamın kentler tarafından istilasının son bulması gerekliliği ortaya çıktı.

Doğaya ve ekolojiye bakış açımız artık değişecek. Dünyanın tüm canlılara ait olduğu; kaynakların fütursuzca tüketilmemesi gerektiği anlaşılacak. Bilim insanları, Çin’den dünyaya yayılan Covid-19 virüsünün, Çin’in yemek alışkanlıklarından çok iklim karnesinden kaynaklandığını tartışıyor. Bu da, dünyayı kasıp kavuran virüsün yalnızca bir yarasaya bağlanmasının anlamsızlığını ileri sürüp durmaktan öte, daha büyük sorunlara odaklanmamız gerektiği konusunda bizi uyarıyor. Covid-19 virüsü nedeniyle büyük ölçüde kapatılan uluslararası sınırlar, bize, Maslow’un ihtiyaçlar piramidinin en alt basamağında yer alan beslenme ihtiyacının yerel düzeyde karşılanması gerektiğinin kanıtını vermiş oldu.

Son yıllarda süregelen ekonomi politikaları sonucu artan özel hastane sayısı, sağlığı herkes için ulaşılabilir bir kamusal hak olmaktan çıkarmıştı. COVİD-19’un yakın gelecekteki plan ve tasarımlara etki edeceği bir gerçek. 1918 yılında İspanyol gribi olarak başlayan salgın, bir yıl içinde farklı ülkelerde 100 milyona yakın insanın yaşamını yitirmesine neden olmuştu. O gün de kent hayatı bugünkü gibi sekteye uğramış ve kamusal alanlar terk edilmişti. “Yeni normal”de kentsel planlama; sağlık merkezlerine, eğitim kurumlarına ve kamu hizmetlerine doğrudan ve kolay ulaşımı sağlayacak şekilde gerçekleşmelidir.

Kentsel dünyada yerel yönetimlerin, her ne kadar ulus devlet çağında olsak da, kendi sınırları dahilinde daha güçlü karar alabilme yetileri kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.

Bu pandemi, belki de, daha yaşanılır kentler mücadelesi veren kentsel toplulukların daha güçlü bağlar oluşturmasına yol açacaktır.

*Rasim ŞİŞMAN
SODEV Genel Sekreteri
rasimsisman@hotmail.com