Planlamanın yerini her gün biraz daha fazla kentsel dönüşüm uygulamalarının aldığı son dönemlerde, kültür varlıklarının da giderek daha fazla tehdit altında olduğu görülüyor. Bu gerçeğin kırılma noktalarından belki de ilki, 2005 yılında yürürlüğe giren 5366 sayılı Kentsel Yenileme Yasası’nın hemen ardından İstanbul’da başlatılan ve hiç kuşkusuz büyük bir rant projesi olarak kurgulanan Tarlabaşı Kentsel Yenileme Projesi idi. Tarlabaşı projesi, evrensel koruma ilkelerini tümüyle reddederek ve bölgenin kültür mirasının karakterini ve özgünlüğünü şiddetli bir şekilde tahrip ederek uygulanmaya başlandı. Bu projenin ardından gelen ikinci büyük adımı ise, -ironik bir biçimde- 2010 İstanbul Avrupa Başkentliliği sürecinde, “kentsel yenileme” kapsamına alınıp yıkımına başlanan Sulukule olarak kabul etmek kuşkusuz ki yanlış olmaz. Sulukule Kentsel Yenileme Projesi de, ilgili idarenin son derece aceleci tutumu çerçevesinde, hiçbir katılım ve katkıya müsaade etmeksizin hızla hayata geçirildi. Burada, koruma ve planlama ilkeleri açısından daha da hastalıklı bir süreç yaşandı. 500 yıldır alanın sakini olan bir etnik grup alandan kazındı; tescilli yapılar dahi yenileme projesine kurban gitti. 2005 yılında yürürlüğe giren 5398 sayılı torba kanun ile kruvaziyer liman tanımı yasal düzenlemeler içinde yer buldu ve önce İstanbul’da, ardından başka kentlerde tarihi liman alanlarının dönüşüm süreci başlatıldı. Haydarpaşa ve Galataport projeleri ile Tarihi Yarımada sur siluetini doğrudan etkileyen Zeyport kruvaziyer liman projeleri bu düzenlemenin öncüleri olarak kaydedildiler.
O tarihten bu yana, kentlerin silueti, kentsel dönüşüm ve yenileme projeleri ile hızla değişmeye devam ediyor. Bu durum, kentlerin kırılganlığı meselesine ilişkin tartışmayı da beraberinde getiriyor. Kentsel dönüşüm ve yenileme projeleri ya da planlardan bağımsız olarak uygulanan büyük projeler (ulaşım projeleri, kompleks ve yüksek yapılar, vb) kapsamında yürütülen imar uygulamaları, kentleri yüksek risk altında bırakıyor. Planlama, koruma ve uygulama basamakları arasında doğru ve anlamlı bir ilişkinin kurulamaması, miras alanlarında tarihi dokuyu tahrip eden sonuçlar ortaya çıkarıyor. Özellikle de kentsel kimlik, karakter ve özgünlük gibi hiçbir koşul altında feda edilemez değerler, bu uygulamalarla ortadan kaldırılıyor ve böylece kentlerin kırılganlığı artıyor, müdahalelere karşı direnci giderek zayıflıyor. Üstelik tüm bunların yanısıra, kentsel dönüşüme konu olan alanlar, yalnızca bir barınma yeri olarak değil, sunduğu fırsatlardan (ucuz barınma, çalışma imkanları, işyerlerine yakınlık vb.) yararlanarak buraları yaşam alanı olarak seçmiş kişilerin vatandaşlık, yaşama, çalışma, barınma hakları dahil en temel insan haklarını ihlal eden etik ve insani sorunlar yumağını da karşımıza çıkarıyor (Şen, 2011).
Kırılganlık konusu
Kırılganlık, çoğunlukla, kentsel alanda bu risklere karşı hassasiyetin azalması ile ilgili bir kavram olarak tartışılıyor. Holling 1973 yılında bunu, herhangi bir sistemin, strüktür, işlev ve kimliği sürdürerek dış değişikliklerle baş etme kapasitesi olarak tanımlıyor (aktaran: Chelling, 2012). Benzer bir tanım ise kentsel kırılganlığı, bir kentin içindeki bireylerin, toplumların, kurumların, işletmelerin ve sistemlerin hayatta kalma, adapte olma ve yaşadıkları kronik buhranlar ve ağır bunalımlar karşısında büyüme kapasitesi olarak tarifliyor (Jigyasu, 2014). Kırılganlığı, kentlerin değişim sürecini, “kimliklerini kaybetmeden geçirebildikleri” esneklik seviyesi ile açıklayan Alberth (2014), söz konusu kavramı;
– Çevresel kırılganlık (iklim ve çevresel değişikliklere, doğal afetlere dayanma dirençliliği)
– Sosyal kırılganlık (toplumların sosyal ve demografik değişimlerle, politik değişimlerle baş etme dirençliliği)
– Altyapısal kırılganlık (tasarım ve kullanım açısından yapı strüktürlerinin savunmasızlığı ile başetme dirençliliği) olmak üzere üç başlık altında sınıflandırıyor.
Kentsel kültür miras alanlarının kırılganlığının, aslında bu üç başlığı da kapsamına alan bir içeriğe sahip olduğunu anlıyoruz. Bu alanlar hem doğal afetler ve çevresel koşulların değişimi, hem toplumsal yapının yenileme ve dönüşüm projeleri ile değişimi, hem siyasi kararların üzerlerindeki baskısı ve hem de yapısal risklere karşı bir direnç göstermek durumundalar.
Bugün artık kentsel kültür mirasını korumanın, sürdürülebilirliği sağlamada tek başına yeterli olmadığ; yaşayan, değişen, gelişen, zaman süreci içinde değişen kent parçalarında bu eğilimleri de dikkate alan bir yaklaşımın benimsenmesi gerektiği kabul görüyor. Kullanarak ve yaşatarak, dönüşüme dirençli bir koruma anlayışı, kültür mirasını geleceğe taşıyacak mesajlar olarak benimseniyor (Özden P., 2016). Benzer bir şekilde, Binan (2005), koruma kavramı “muhafaza etme, kutunun içine alma, kimseye dokundurtmama” olarak çağrışım yapsa dahi, aslında bugün evrensel düzeyde kabul edilen koruma kavramının sürdürülebilirlik ilkesi çerçevesinde gelişmeyi içine alan bir kavram olduğunu, bu yaklaşım üzerine temellendiğini vurgulayarak bu görüşe destek çıkıyor. Ancak küresel ölçekte bir pazardan pay kapmaya ve bu pazarın bir parçası olmaya çalışan bir anlayış, sürdürülebilirlik meselesini tehdit ediyor. Bu zihniyetle yeniden kurgulanan tarihi kent parçaları, bu süreçten çevreleriyle birlikte etkileniyorlar. Başta kapsamlı ulaştırma projeleri olmak üzere, birçok büyük ölçekli uygulama, kentsel kültürel miras alanlarını kimliğinden ve orijinal karakterinden uzaklaştırıyor. Üstelik, geçtiğimiz son birkaç yılda bu yaklaşımın sistemli bir rant, talan ve yağma eylemine dönüşümünü hep beraber izliyoruz.
Oysaki bir gerçeği dikkate almakta fayda var: Tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizde de kentsel kültür mirasının görünür ve sürdürülebilir kılınmasında kentsel dönüşüm / yenileme önemli bir araç olarak ele alınmalı. Tweed ve Shutherland (2007) ”mirasın korunmasını ilke edinerek, bir kent için yalnızca sağlıklı bir yaşam olanağı sağlanmaz; bunun yanısıra, o kentin kültürel kimliğinin tanınmasına da yardımcı olunur” sözleriyle bunu destekliyorlar. İlgili idarelerin, benimseyeceği yenilikçi kentsel yenileme ve dönüşüm stratejileriyle, kültür mirası niteliği taşıyan kentsel alanları sürdürülebilir kılarak geleceğe taşıyacak adımları belirlemesi, bu yüzden önem taşıyor. Bu stratejilerin, kültürel miras alanlarının çevresini de içermesi bir başka kritik konu olarak karşımızda duruyor. Çünkü kentsel kültürel miras alanlarının çevresi için geliştirilen yenileme ve dönüşüm uygulamaları da, bu alanların içindeki uygulamalar kadar etki sahibi özelliği taşıyorlar. Topoğrafya da burada önemli bir faktör olarak bu etkiye katkıda bulunuyor; topoğrafyanın hareketli olduğu alanlarda, çevredeki dönüşüm ve yenileme uygulamaları, kentsel kültür miras alanları üzerindeki ağır siluet etkisiyle dikkat çekiyor.
Sonuç
Kentsel kültür mirasının yenilenerek korunması stratejisi, miras alanlarını sürdürebilir kılmada önemli bir faktör olarak kabul görüyor. Bu alanların etkin ve bilimsel ilkeler doğrultusunda yenileme ve dönüşüm uygulamalarına konu olabilmesi için, sorun teşkil eden birçok konunun etraflıca tartışılıp doğru tarif edilmesi gerekiyor. Bu anlamda bir başka sorun da, bu projelerin, kent planlarından bağımsızca hazırlanıp uygulanması. Soruna, kentlerin yol haritalarının planları olduğunu hatırlayarak bakıldığında, yenileme ve dönüşüm projelerinin, bu planların ilkelerinden tümüyle kopuk hazırlanmasının, öngördüğü ve gerektirdiği yatırımların kentlerin sağlıklı ve sürdürülebilir gelişimine olanak tanımayacağına dikkat çekmek gerekiyor.
Burada dile getirilen sorunlardan yola çıkarak, dönüşüm ve yenileme uygulamalarının kentsel kültür mirası alanlarını sürdürülebilir kılmaları için yeni bir stratejiye ihtiyaç bulunduğunu vurgulamak önemli bir kabul olarak dikkate alınmalı. Bu çerçevede benimsenmesi gereken temel stratejileri şöyle sıralamak mümkün:
– Mevcut ve geleceğe yönelik risk senaryolarını doğru tarif etmek ve bunlara ilişkin kapsamlı bir etki değerlendirmesi yapmak;
– Finansal, sosyal ve kurumsal kapasiteyi güçlendirerek dirençliliği artırmak, sürdürülebilirliği hayata geçirmek;
– Özgün kimlik ve karakteri koruyabilmek adına, dönüşüm ve yenileme uygulamalarında alanı en doğru tarifleyen “anahtar kelimeleri” kullanarak stratejileri oluşturmak, böylelikle miras alanlarının sosyo-kültürel ve fiziksel “patinasını” korumak;
– Yenileme ve dönüşüm projelerini öncelikle kent planları içinde ele almak ve planlama ilkelerine aykırı düşen yenileme ve dönüşüm uygu lamalarına fırsat vermemek.
Böylelikle, kentsel kültür mirasımızı çağdaş ve yenilikçi bir anlayışla ele almak, sürdürülebilir yenileme ve dönüşüm uygulamaları ile geliştirmek ve yenilemek mümkün olabilecektir. Aksi takdirde, devam eden baskıcı ve tahripkar rant projeleri bu alanların kırılganlığını artırarak kısa süre içinde özgünlüğünden, kimliğinden uzaklaştıracak, telafisi imkansız sonuçlara yol açacaktır.
Doç. Dr. Pelin Pınar GİRİTLİOĞLU
İstanbul Üniversitesi
dr.pelintaskiran@gmail.com
Kaynaklar:
Alberth P., Enhancing the urban resilience of the “Town of Bamberg” through learning and knowledge sharing, World Heritage Cities: Resilient Cities, XIII World Congress of the Organization of World Heritage Cities, Arequipa, 2014, Peru
Binan C., Panel konuşması, Tarihi Kent Merkezlerinde Yenileme: Beklentiler, Sorunlar, Uygulamalar, ed: Özden P., TMMOB Şehir Plancıları Odası Yay., 2005, İstanbul
Chelleri L., From the «Resilient City» to Urban Resilience. A Review Essay On Understanding And Integrating The Resilience Perspective For Urban Systems, Documents d’Anàlisi Geogràfica 2012, Vol. 58/2 287-306
Jigyasu R., Assessing Vulnerabilities and Under
standing Urban Resilience, World Heritage Cities: Resilient Cities, XIII World Congress of the Organization of World Heritage Cities, Arequipa, 2014, Peru
Şen, B., İstanbul Tarihi Kent Merkezinde Kentsel Dönüşüm: Mekânsal Müdahaleye ‘İçerden Bakış’ ya da Mekânsalı Toplumsalla Birlikte Düşünmek, Tematik Yazılar, Toplum ve Demokrasi, Yıl 5, Sayı 11, Ocak-Haziran, 2011, s. 33-52
Özden, P., Kentsel Yenileme, 2. Baskı, İmge Kitabevi, Ankara, 2016
Tweed, C. and Shutherland, M. Built Cultural Heritage and Sustainable Urban Development. Landscape and Urban Planing 83, 2007, 62-69.