GÜLSEREN ONANÇ*
2012 yılı, ülkemizde kadınlar için iyi bir yıl değildi. Dünya Ekonomik Forumu Küresel Cinsiyet Uçurumu Raporu sonuçlarına göre Türkiye, toplumsal cinsiyet eşitliği hesaplamalarında bu yıl geçen yıla göre iki sıra gerileyerek 135 ülke arasından 124. sırada yer aldı.
On yılını bitiren AKP hükümeti topluma muhafazakar ideolojisini dayatıyor. Boğaziçi Üniversitesi’nin desteğiyle Prof. Hakan Yılmaz’ın yönetiminde, yürütülen “Türkiye’de Muhafazakârlık: Aile, Cinsellik, Din” araştırmasının sonuçları bize toplumun değişimini anlama yolunda önemli ipuçları veriyor.
Aile, muhafazakarlığın temel toplumsal birimi
Toplumun en çok muhafaza etmek istediği kurum “aile”. 2006’dan 2012’ye gelişen süreçte bu olgu daha da pekişmiş görünüyor. Aile, 2006’da deneklerin %45 kadarı için en çok korunması talep edilen kurumken, bu oran, 2012’de %50’yi aşmış. En çok muhafaza edilmek istenen değerler arasında “din”, %22’lik oranla 2012’de de 2006’daki oranını korumuş. 2006’da %18,8 olan “devleti muhafaza etme” isteğine ilişkin oran, 2012’de %15,5’e düşmüş. Aynı oran 2006 ve 2012’de “millet” için yüzde 10,5 ve yüzde 11 olmuş.
Araştırma Türkiye’de muhafazakârlığın çelik çekirdeğini, kadının aile içindeki “eş ve anne” rolüne ilişkin tutumların oluşturduğunu ortaya koyan önemli veriler de içeriyor. Araştırma sonuçlarına göre Türkiye’de “ideal kadın” şöyle tanımlanıyor: Erkeklerle hukuken eşit; gerektiğinde çalışıp para da kazanan, ama aile içerisindeki anne ve eş rollerini asla aksatmayan ve ev içi görevlerini aksatıyorsa işini bırakan; namus kodlarının dışına çıkarak kocasının şerefine halel getirmeyen bir kadın. Yani memleketimizde hukuk önünde eşit olan kadın, ailede eşit değil. Üstelik toplum bu aile tipini muhafaza etmek istiyor. Siyaset bilimi profesörü sevgili Fatmagül Berktay bu süreci “Maskülinist Restorasyon” olarak tanımlıyor.
Özgürlük, eşitlik ve adaleti toplum örgütlenmesinin temel öğeleri olarak ele alan biz sosyal demokratların bu süreci olduğu gibi kabul etmesi olanaklı değil. Biz, bireyin eşit ve özgürce var olabildiği bir Türkiye’yi yaratmak için bu süreci iyi anlamak ve “değiştirmek” zorundayız.
Peki toplumumuz “değişim” istiyor mu? Pek değil! Zira “hayatımız değişmelidir” diyenlerin %63’lük oranı -6 yıl içinde- %40’a düşerken, “hayatımız aynı kalsın” diyenlerin oranı –aynı sürede- %34’ten %54’e yükseldi. Bu veriler, toplumun “daha statükocu” bir tutuma kaydığını, toplumsal ve siyasal hayatta değişim isteyenlerin oranının büyük ölçüde azaldığını gösteriyor. Öte yandan eşitlik, dayanışma, özgürlük değerleri arasında “özgürlüğün” -en çok tercih edilen temel değer olarak- “eşitliğin” önüne geçtiği gözleniyor. Bireysellik derinleşiyor.
Diğer taraftan başka değişimler de yaşanıyor toplumda. Açık giyinen kadınlardan rahatsız olanların 2006’da %52 olan oranı -17 puanlık bir azalışla- 2012’de %35’e düştü. Türkiye toplumu, “isteğe bağlı” kürtajlarda bile genel bir onaylama eğilimi ortaya koydu. İsteğe bağlı kürtajı onaylayanların oranı %50, onaylamayanların oranı ise %47 olarak ölçüldü. Sağlık sorunlarına yol açma olasılığı karşısında kürtajı onaylayanların oranı %84. AKP hükümetinin kürtaj dayatması, esasen bu nedenle toplumda karşılık bulmadı.
Sosyal demokrasiye ihtiyacımız var
Araştırma sonuçlarına göre toplumdaki sol eğilimlilerde de yükseliş var. Toplum; özgürlük, eşitlik ve dayanışma değerlerini hiç olmadığı kadar sahipleniyor.
2013’e girerken ben, önümüzdeki on yılda, Türkiye’nin bir sosyal demokrat iktidara ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Kadının önündeki engelleri kaldıran sosyal politikalar aracılığıyla onun aile içindeki yeri eşitlenebilir. Sosyal devletin genel ve yerel yönetimler yoluyla sağlayacağı kreş destek altyapısı, yaşlı bakımı gibi hizmetlerin sunulacağı sosyal politikalara ihtiyacımız var. Kadın yoksulluğunu ortadan kaldırmayı hedefleyen “aile sigortası” gibi sosyal devlet desteklerine ihtiyacımız var. Kadın bedeninin bizzat kendisi tarafından yönetilmesi gereğine inanan ve kürtajı bir kadın hakkı olarak gören politikacılara ihtiyacımız var.
Yeni CHP’ye ve onun yeni politikalarına ihtiyacımız var. Toplumda barışı, eşitliği ve dayanışmayı tesis etmek üzere değişimi hedefleyen devrimci bir CHP’ye ihtiyacımız var. Cumhuriyetimizin 100. yılında Avrupa’nın ve dünyanın gelişmiş demokrasilerinden birini yaratmak bizlerin sorumluluğudur. Ancak kadının şiddete maruz kalmadığı, ekonomik, sosyal, siyasal tüm alanlarda eşit olarak var olabildiği bir toplum “gelişmiş demokrasi” olarak nitelenebilir. Türkiye’miz ya bu koşulları sağlayarak 21. yüzyılı yakalayacak ya da treni kaçıracak. Bu, bizlerin seçimi olacak.
*Gülseren Onanç, Halkla İlişkilerden Sorumlu CHP Genel Başkan Yardımcısı – gulseren.onanc@chp.org.tr