Corona, corona..
Dize getirdin dünyayı
Kapadın dünyayı evi, ocağı…[1]
Çin’de başlayan salgın dünyaya hızla yayılıyor. Türkiye’ye ne zaman geleceğini telaşla beklerken artık coranalı bir dünya ile tanıştık. Coronavirüs ya da yenilenen adı ile COVID 19 bütün yaşantımızı bir anda dönüştürdü. Virüsün yayılmasını önlemek için yavaş yavaş evlere kapanıyoruz. Dünya Sağlık Örgütü tarafından coronavirüsü pandemi (salgın) ilan edilmesiyle önlemler arttı. Önce okullar kapandı sonra tüm gösteri ve sergi salonları… En son AVM ve cafelerin kapandığı haberini aldık.
Günlük hayatımızda gerçekleşen bu dönüşümü deneyimliyoruz. Çok kısa sürede çok fazla kişiye yayılan bu salgın hakkında öğrendiklerimiz, COVID 19’un solunum yolu ile bulaştığı, henüz tedavi için ilacının olmadığı ve ileri yaştakilerin ve kronik rahatsızlıkları olanların özellikle risk altında olduğu. Ülkelerin gelişmişliği de salgından uzak durmaya bir engel oluşturmuyor. İtalya başta olmak üzere İspanya, Almanya ve ABD’ de virüse karşı çaresiz kaldı. Sağlık sistemi çökerken finansal sistemler felakete uğradı ve hiçbir yönetimin mücadele planı olmadığı ortaya çıktı.
Bu noktada bakış açımızı biraz daha derinleştirmek istiyorum. Salgın sebebiyle alına tedbirlerin oluşturduğu yeni yaşam dinamiklerimizden hepimiz aynı mı etkileniyoruz? Elbette pandemi mevcut tüm eşitsizlikleri büyütüyor. Sadece halk sağlığı krizi değil ekonomik kriz de yaşıyor olmamız sınıfsal farklılıkları belirgin kılıyor. Ancak ben bu yazıda cinsiyet odaklı bir yaklaşımla bakmak istiyorum ve o yüzden soruyorum.
“Coranavirüs’ün cinsiyeti var mı?
Ev izolasyonu başka bir yaşam döngüsü yaratıyor. Sosyal mesafelenme zorunluluğu etkileşim kanallarının hepsini dijital platformlara taşıdı. Günlük hayatımızda kullanmaya alıştığımız whatsapp ve instagram önce imdadımıza yetişti. Ve netflix gibi film kanalları da zaman geçirmek için imkanlar sunarken çeşitli online platformların serbestleşmesi ise yeni kapılar açtı. Berlin Filarmoni Orkestrası’nın herkese açık internet yayını başlangıç oldu. Ardından açılan online veri tabanları, uzaktan müze ve sergi gezme derken kişisel hesaplardan verilen konserlere kadar uzandı. Tüm bunlar evde kalmanın iyi tarafların olarak düşünülebilir.
Coronavirüs salgınının yarattığı etkiyle mesafelenmenin bir başka boyutu da çalışma hayatımızda gerçekleşmekte. Şirketler çalışanlarının uzaktan çalışmasını teşvik ediyor. Bu sebeple özellikle beyaz yakalı çalışanlar için evler aynı zamanda ofis haline geliyor. 90’ların sonunda yoğunlaşan esnek çalışma prensipleri, yarı zamanlı çalışmayı desteklemekteydi. Teknolojik olanakların artmasıyla telefon ve internet üzerinden işlerin sürdürülebilir hale gelmesi bu süreci teşvik etti. Özellikle uzaktan çalışma ya da ev- ofis çalışma kadınlar arasında hızla yayıldı. Bugün dijitalleşme iş süreçlerinin hemen hemen her aşamasını uzaktan yapılabilmesine imkân sağlıyor. Öte yandan ev -ofis çalışma, iş saatlerini esnetirken, vardiyayı uzatabiliyor veya dinlenme anlarını yutabiliyor. Ofisten uzakta ama dijital araçlara bağlı….
Sonuç olarak salgın ile iş-yaşam döngüsü bütünüyle mekânsal olarak “evin” içinde gerçekleşir hale geldi. Eş zamanlı hem işin hem de hanenin yeniden üretilmesi gerekiyor. Düzenli beslenmek için alış-veriş yapılması, sağlıklı yemeklerin pişirilmesi, çocukların bakılması, temizlik ve evin sürdürülmesi. Coronavirüse karşı artan hijyen ihtiyacı sorumlulukları katlıyor. Eve gelen her şeyin sürekli sabunla yıkanma zorunluluğu, dezenfekte etme ve uygulanan türlü protokoller…
Coronavirüs her şeyi dönüştürürken hanedeki cinsiyetçi iş bölümünü dönüştüremiyor. Hanedeki yeni koşulların ağırlığını “doğal” olarak kadınlar yükleniyor ancak harcanan bakım emeği/ duygusal emek yine görünmüyor. Bakımla ilgili işler öte yanda bakımla ilgili duygular diğer yanda… Salgın sürecinde, çocukların ve yaşlı anne- babamız duyduğu şefkat ve ilgiyi de beslenmek kadar önemli.
Tüm bu yoğunluğun yanı sıra okulların kapanmasının yarattığı eğitim yükünü de eklemeli. Çocuklara uzaktan sunulan eğitimin sürekliliğini sağlamak ve çocukların gelişiminin aksamaması için takvim oluşturmak yine çoğunlukla kadınların üzerinde. Evdeki tüm bu işlerin ve ev- ofis çalışmanın da belirlenmiş mesaisi olmadığı için üst üste biniyor ve kadınlar bu çevrimin içinde kayboluyor. Kadınların yaptığı “çifte mesai” iç içe geçiyor[2].
Kitlesel olarak kadınlar çalışmaya başladığından bu yana her zaman eşleri olan erkeklerden daha fazla ev işi yapmıştır. TUİK 2014-2015 Zaman Kullanım Araştırması’ da bunu destekliyor. Çalışan kadınlar aile bakımına erkeklerden 5 kat fazla zaman ayırmaktadır. Çalışma durumuna göre hane halkı ve aile bakımına ayrılan zaman cinsiyete göre incelendiğinde; kadınların günde ortalama 3 saat 31 dakika, çalışan erkeklerin ise 46 dakika ayırdığı görülmüştür. Bu durum Türkiye’de çalışan kadınların en iyi ihtimalle 8 saat olan ücretli çalışmanın üzerine 3 buçuk saat ücretsiz çalışmanın eklenmesi anlamına gelmektedir.
Çalışan kadınlardan hanenin sorumluluklarını sürdürmesi, eğer yapamıyorsa bu işleri yapacak bir başka birini temin etmesi beklenir. Bu kişi ya anne ya emeğinden ücretsiz olarak yararlanılan biridir ya da belirli bir gelir durumunun üstünde ücret karşılığı çalıştırılan başka bir kadın olabilir. Ancak bugün coronavirüsün yarattığı izolasyon dışarıdan sağlanan bu desteği de engellemektedir.
Amerika’da yaşayan Joy Sherrod bu durumu “Beş işim varmış gibi hissediyorum diye ifade ediyor. Anne, öğretmen, CCO, ev temizleyici, şef”[3] Benzer durum bizim içinde geçerli. Ben dahil çevremdeki kadınlar aynı duyguları paylaşıyor. Çalıştığı şirkette CFO olan Zekiye 39 yaşında, günlük işlerin yanısıra bir yandan online toplantı yaparken bir yandan ilkokul ikinci sınıfa giden oğlunun derslerini organize ediyor. Bilişim sektöründe çalışan Mehtap’ın, 37, işyeri ise Nisan ayının sonuna kadar uzaktan çalışma kararı almış. Evde üç yaşında ilgi bekleyen bir kızı var. Ve aynı sektörde çalışan eşiyle saat 10’daki toplantının pazarlığını yapıyor. Sosyal medyadaki ironik paylaşımlar da bu sürecin kadınlar üstünde yarattığı ağırlığı deşifre ediyor.
Salgın hastalıklarla ilgili bugüne kadar yapılmış çalışmalara baktığımızda toplumsal cinsiyet bazlı araştırmaların ne kadar az sayıda olduğu göze çarpıyor. Salgının hane içindeki eşitsiz iş bölümünü derinleştirmesi önemli ve ancak bunun da ötesinde sonuçları var. Bu konuda London School of Economics’de Küresel Sağlık Politikaları alanında öğretim üyesi Dr. Claire Wenham’ın Ebola üzerine yaptığı araştırma dikkat çekici. Bize salgın hastalıklara toplumsal cinsiyet açısından tarafsız bakamayacağımızı gösteriyor[4]:
Salgınların geleneksel iş bölümüne olan etkisi yanı sıra izolasyon dönenimde stress ve finansal zorlukların etkisiyle aile içi şiddet olaylarının artışına neden oluyor. Kadınlar destek imkanlarına ulaşamıyor Okulların kapatılması ile uzaktan eğitime geçiş, kız çocuklarının eğitiminin önünü tıkayabiliyor. Hamilelerin sağlık imkanına kavuşamaması da bir başka sonuç. Tüm bu deneyimlere rağmen politikalar ve halk sağlığına yönelik çalışmalar cinsiyet körü olmaya devam ediyor
Yaşadığımız günlerin sıcağında yazının son cümlesi belki de yarının ilk cümlesi.
Etrafımıza bakalım! Siz ne görüyorsunuz?
*Özgün BİÇER
Kalkınma Ekonomisi, Dr.,
ozgunbicer@gmail.com
[1] Doğanay Tüzüngüç’ün Corona virüs şarkı sözleri
[2] Çifte mesai ücret karşılığı çalışmanın yanı sıra hane içerisinde harcanan görünmeyen duygusal / bakım emeği ifade eder.
[3] https://www.nytimes.com/2020/03/20/parenting/childcare-coronavirus-moms.html erişim tarihi:22 Mart 2020.
[4] https://www.theatlantic.com/international/archive/2020/03/feminism-womens-rights-coronavirus-covid19/608302/ (erişim tarihi: 21 Mart 2020)