Sosyal Demokrat Dergi’nin bu sayısında 16 Nisan referandumuyla ilgili hemen hemen her konunun tartışılmış olması olasıdır. Ben ise, geriye dönük ve karamsar bir değerlendirme yapmaktan ziyade, yeni uygulamaya geçen “başkanlık sistemi”ne uygun stratejiler konusunda biraz düşünmek ve bu düşüncelerimi paylaşmak istedim. Zira ne olursa olsun hayat devam etmektedir ve bu referandumdan da gelecek adına alınacak dersler ve olumlu mesajlar vardır.
16 Nisan 2017 tarihinde düzenlenen referandumda %48,59’luk yüksek bir oy oranına ulaşan “hayır” bloğu, sosyal demokratların doğru bir program ve akıllıca izlenen stratejiler doğrultusunda kolaylıkla yüksek oy oranlarına ulaşabileceğini göstermesi açısından çok önemli bir gösterge olmuştur. Nitekim genel seçimlerde %26’nın üzerine çıkmakta zorlanan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), bu referandumda Kemal Kılıçdaroğlu liderliğinde neredeyse %49’luk çok geniş bir bloğun sürükleyicisi olmuştur. Yeni geçilen başkanlık sistemi geleneksel olarak iki partili siyasal dizgelerde uygulandığına göre, CHP’nin bu %49’luk kitleyi yönlendirmesi ve başkanlık sistemine uygun olarak kendi ardında konuşlandırması, çok doğru bir tercih olacaktır. CHP, bunun için, klasik Atatürkçü ve sosyal demokrat gruplarla birlikte, laikliği destekleyen Kürtler ve aşırı milliyetçilikten uzak yurtsever çizgide siyaset yapan Türk ulusalcılarını bütünleştirebilen kapsamlı bir program ortaya koymalı ve doğru adaylarla yola çıkmalıdır.
Referandum sonuçları göstermiştir ki, Türkiye’nin en iyi üniversitelerinin, en başarılı ve büyük şirketlerinin ve en yoğun nüfusunun yaşadığı şehirlerde (İstanbul, Ankara, İzmir), AK Parti hükümetinin ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İslami, otoriter ve aşırı milliyetçi politikalarına yönelik ciddi tepkiler söz konusudur. CHP, bundan sonraki süreçte, bu tepkileri doğru bir yöne kanalize ederek Türkiye demokrasisini geliştirmek zorundadır.
En önemli mesaj
Türkiye halkı, bu referandumda çok önemli bir mesaj vermiştir; zira tüm devlet imkanlarının kullanmasına ve medyada yapılan propagandalara karşın, “evet” destekçilerinin (bir anlamda AK Parti’nin) oy oranı %51’lerde kalmıştır. CHP’li idarecilerin bu mesajı doğru algılamaları ve yeni sistem içerisinde de laik sistem ve ulusal bütünlüğü sağlayan politikaları savunmaya devam etmeleri gerekmektedir. İki turlu cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, Erdoğan karşıtlığı, CHP için kilit unsur olabilir. Bu doğrultuda, CHP’li bir Cumhurbaşkanı adayının 2019 yılındaki seçimlerde ikinci tura kalması, ekonomik sorunların arttığı bir dönemde Cumhurbaşkanlığı kapısının kolaylıkla aralanmasına neden olabilir. İki turlu seçimlere uygun bir strateji geliştirilmesi durumunda, CHP için bu sistem, bir anda avantaja bile dönüşebilir.
Bir diğer önemli saptama ise başkanlık sistemiyle alakalıdır. Başkanlık sistemine geçilmesi, Avrupa Birliği’nden kopmak şeklinde algılanmamalıdır. Nitekim Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla AB üyesi olan Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nde de başkanlık sistemi geçerlidir. Ayrıca Fransa, Portekiz ve Litvanya gibi AB üyesi ülkelerde de yarı-başkanlık sistemleri uygulanmaktadır. Dolayısıyla, Türkiye’nin –aslında erkler ayrımına dayalı başkanlık sistemlerinden farklı olmakla birlikte- yeni siyasal sistemi, AB ile ilişkilerin bozulması noktasında geçerli bir kanıt haline getirilmemelidir. Türkiye, başkanlık sistemiyle de AB üyesi olabilir ve Avrupa ülkeleriyle daha iyi siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkiler tesis edebilir. Hatta AB üyesi olunmaması durumunda da AB üyesi ülkeler ve genel olarak AB ile çok iyi ilişkiler kurulabilir. Bu nedenle, yeni sistemin aşırıcı ve anti-demokratik özellikleri törpülenerek, bu sistem içerisinde AB ile en iyi ilişkiler kurulmaya çalışılmalıdır. CHP, bunu yapabilecek ideal parti görünümündedir. Türkiye ve AB arasındaki vize muafiyeti anlaşması, bu noktada kolaylıkla gerçekleştirilebilecek önemli bir kazanım olabilir.
Referandum sürecinde bir kez daha görülmüştür ki, seçim güvenliğinin sağlanması CHP’nin, ana muhalefet partisi olarak, en temel görevlerinden birisi ve Türkiye demokrasisinin sigortasıdır. Bu yüzden, şimdiden başlayarak, sonraki seçimlerde seçim güvenliğinin mükemmel ölçülerde sağlanması için gerekli çalışmalara başlanmalıdır. Referandum sürecindeki aksaklıklar hakkında da gerekli itirazlar, ulusal ve uluslararası mevkilere, vakit kaybetmeksizin yapılmalıdır.
16 Nisan seçimlerinin sonuçları umutsuz olmaktan ziyade mücadeleci olmanın gerekli olduğunu göstermektedir. Mücadele etmek ve umutlanmak içinse, gerekli veriler fazlasıyla mevcuttur.
*Beykent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi (İngilizce) bölümü öğretim üyesi
Uluslararası Politika Akademisi (UPA) Genel Koordinatörü
ozanormeci@gmail.com