2000’li yılların başından itibaren uygulamaya konulan ve bölüşüm ilişkilerini sermaye lehine biçimlendirmeyi hedefleyen neoliberal politikalar AKP tarafından sadakatle uygulandı. Tarımda çiftçinin kaderi büyük ölçüde piyasa güçlerine teslim edildi. Küçük ve orta ölçekli tarım işletmeleriyle yapılan aile çiftçiliğinin, büyük ölçekli işletmeler ve şirket tarımcılığıyla ikame edilerek bitirilmesini amaçlayan politikalar izlendi. Hayvancılıkta da büyük işletmeleri önceleyen, koruyan, kollayan bir destekleme sistemi uygulandı.
Bilinçli olarak sürdürülen bu politikalarla, ürettiğinden para kazanamayan küçük ölçekli aile işletmeleri için tarım; geçimlerini sağlayabilecek bir ekonomik faaliyet olmaktan çıktı. Günümüzde tarımla uğraşan nüfusun üçte ikisinden fazlasının yıllık geliri 2 bin doları bile bulmuyor. Yoksullaşan çiftçiler giderek tarımdan kopuyor; köyler, tarlalar, meralar boş kalıyor.
Uygulanan bu politikaların sonucu olarak; AKP’li yıllarda çiftçi kayıt sistemine kayıtlı çiftçi sayısı 2,8 milyondan 2,2 milyona düştü; yani 560 bin kişi azaldı. Çiftçiliği bırakan üretici sayısı oransal olarak %20’yi buldu. Çiftçi yaklaşık 3 milyon hektar araziyi işlemekten vazgeçti. 2002 yılında tarımın toplam istihdamdaki payı %35 iken; 2017 yılı itibariyle %19’a geriledi.
Kırda, tarımda tutunamayanlar ya mevsimlik tarım işçiliğine yöneldiler veya kentlerin varoşlarına göçerek işsizliğe, marjinal işlere, sosyal yardımlara mahkum oldular. Kentlere gelen, ancak iş ve aş bulamayan yoksul köylülerin denetimi daha kolay bir hale geldi.
Gerek bitkisel gerekse hayvansal üretimde “sözleşmeli üretim” devlet desteğiyle yaygınlaştırıldı. Tarım/gıda tekelleri ile küçük üreticiler arasında standart ilişki biçimi haline gelen sözleşmeli üreticilik uygulaması, küçük üreticilerin koşulsuz bağımlılığının yolunu açtı.
AKP’nin bir yandan uyguladığı yardım edilmiş yoksullar –nicelik olarak 3 milyonun üzerinde aile- yaratma politikaları ile emekçi sınıfları teslim alıp biat etmelerini sağlayarak, kendine bağımlı hale getirirken; öte yandan onları dini muhafazakarlığa, cemaat ve tarikat yapılarına boyun eğmeye yönlendirdi.
Bankalar tarafından çiftçiye kullandırılan kredi miktarı 2002 yılında 4 milyar TL iken, 2017 yılında 83 milyar TL’ye yükseldi. 2017 yılında çiftçinin kullandığı banka kredisi tarımsal destekleme ödemelerinin 6 katını aştı. Çiftçi kredi borçlarını ödeyememe korkusuna tutsak edildi.
Kırda tutunabilen çiftçiler için popülist politika uygulamalarının yanı sıra bu uygulamaların yandaş basın yayın organları aracılığıyla sürekli ve abartılı biçimde propagandası yapıldı. Verilen destekler giderek daha fazla ad altında ödenerek, tarım daha çok destekleniyor havası yaratıldı. Hitler’in Propaganda Bakanı Goebbels de “Yalan söyleyin, mutlaka inanan çıkar” demişti. Nitekim, AKP’li yıllarda çiftçiye verilen nakit desteğin 10 katı -faiz ödemeleri ile- yerli ve yabancı rantiyeye ödendiği halde, bu gerçek halktan gizlendi.
2006 yılında çıkarılan Tarım Kanunu’na göre milli gelirin en az %1’inin tarımsal desteklemeye ayrılması gerekmektedir. Yani 2007-2017 yılları arasında tarıma 188 milyar TL destekleme ödemesi yapılması gerekiyordu. Şu ana kadar ödenen destekleme miktarı 88 milyar TL’dir. Yani devletin destekleme ödemelerinden dolayı çiftçiye 100 milyar TL borcu bulunmaktadır.
AKP’li yıllarda tarımdaki tahribatın bilançosu
Türkiye mevcut tarım potansiyelini değerlendiremiyor; yeterince üretemiyor, insanını doğru ve dengeli şekilde besleyemiyor, ihracatını artıramıyor, ithalatını düşüremiyor. Çünkü tüm bunlar ancak üretim maliyetlerinin düşürülmesi; destekleme araçlarının doğru ve amaca uygun olarak kullanılması; emekten, çiftçiden, üretimden yana istikrarlı politikalar uygulanması ile sağlanabilir.
2000’li yılların başından bu yana uygulanan neoliberal politikalarla, tarımı çökertme sürecinin temelleri atıldı. Tarımdaki tüm fiyat, girdi ve kredi destekleri kaldırılarak, üretimle hiçbir bağlantısı olmayan doğrudan gelir desteği (DGD) sistemi getirildi. Bu uygulama gerçek üreticilere hiçbir katkı sağlamadığı gibi, daha çok tarımla uğraşmayan arazi sahiplerinin yararına işledi.
IMF-Dünya Bankası patentli programlar, 2002 yılı sonunda kurulan AKP hükümetleri tarafından tavizsiz bir şekilde uygulandı. Tarıma yönelik destekleme kurum ve araçlarının tasfiyesi/işlevsiz hale getirilmesi, tarım desteklerinin azaltılması, tarım alanındaki KİT’lerin özelleştirilmesi/tasfiyesi, tarım satış kooperatiflerinin etkisizleştirilmesi sürdürüldü.
AKP’li yıllarda uygulanan emek karşıtı, üretim karşıtı, ithalata dayalı tarım politikalarının yıkıcı sosyoekonomik sonuçları bu süreçte iyice gün yüzüne çıkmaya başladı.
Özetle AKP iktidarları döneminde:
- Nüfus 15 milyon kişi arttı; buna karşılık tarım sektörünün milli gelir, istihdam ve ihracata katkısı giderek azaldı.
- Tarımın gayri safi yurtiçi hasıladaki payı %10’dan %6’ya düştü.
- Tarımın istihdamdaki payı %35’den %19’a geriledi.
- Tarımın gübre, tarım ilacı, yem ham maddeleri gibi en önemli girdilerinde ithalata bağımlı hale gelindi. Günümüzde tarımın en başta gelen sorununu yüksek girdi maliyetleri oluşturmaktadır.
- Tarım ürünlerinin çiftçinin elinden çıkış fiyatları 3 kat artarken; çiftçinin üretim için satın aldığı tarım girdilerinin fiyatları 5 kat arttı.
- İşlenen tarım arazileri giderek azaldı; ürettiğinden para kazanamayan, emeğinin karşılığını alamayan çiftçimiz bu dönemde 3 milyon hektar araziyi ekmekten vazgeçti.
- Tarımda üretim planlaması yapılmadığı için üretim -dolayısıyla çiftçi gelirleri- yıldan yıla dalgalanma gösterdi.
- Üretim planlamasının önemli bir aracı olarak uygulanması gereken tarımsal destekler, 2006 yılında çıkarılan kanuna göre milli gelirin en az %1’i olması gerekirken; %0,5-0,6’sını aşmadı.
- Tarımdan, çiftçiden esirgenen destekler bütçe açıklarını kapatmak için alınan borçların faizlerine aktarıldı. Bir avuç yerli/yabancı rantiyeye milyonlarca çiftçiden 10 kat daha fazla ödeme yapıldı.
- Üretim -mısır, pirinç ve ayçiçeği dışındaki ürünlerde- istikrarsız bir seyir izledi; ya kendini tekrarladı ya da üretim düşüşleri görüldü.
- Tarım, uygulanan ithalata dayalı politikalarla dışa bağımlı hale getirildi. Türkiye artık ne kadar tarım-gıda ürünü ihracatı yapabiliyorsa o kadar da ithalat yapmaktadır.
- AKP’nin 15 yıllık iktidar döneminde toplam 188 milyar dolarlık gıda ürünü ve tarımsal hammadde ithalatı yapıldı.
- 67 milyon ton yağlı tohum ve türevleri, 46 milyon ton buğday, 20 milyon ton soya, 14 milyon ton mısır, 11 milyon ton pamuk, 8 milyon ton ayçiçeği, 5 milyon ton pirinç ithal edildi.
- Yağlı tohum ve türevleri ithalatına 39, pamuk ithalatına 19, buğday ithalatına 13, soya ithalatına 9, ayçiçeği ithalatına 4,6, mısır ithalatına 3,5, pirinç ithalatına 2,2 milyar dolar ödendi.
- Cumhuriyet tarihinde ilk kez kurbanlık hayvan ve saman ithalatı yapıldı. Son 7 yılda canlı hayvan ve et ithalatı için 5,4 milyar dolar ödendi.
- Genetiği değiştirilmiş (GDO’lu) ürünlere ilk kez AKP döneminde izin verildi.
- Tarım arazileri cömertçe amaç dışı kullanıma açıldı; hidroelektrik santrallerle (HES’ler) dereler kurutuldu.
- Büyükşehir Kanunu ile bir gecede 16 bin köy mahalleye dönüştürüldü.
Sonuçta, küçük ölçekli aile işletmeleri tasfiye olmaya; buna karşılık görece büyüklerin ve tarım şirketlerinin ağırlığı artmaya başladı. Tarım/gıda sistemi uluslararası sermayenin çıkarlarına göre şekillendirildi; gıda bağımsızlığımız çokuluslu şirketlerin güdümüne girdi. Tarımın bu sarmaldan kurtulabilmesi; kendi insanımızın ihtiyaçlarına ve ülkemizin iklim, toprak vb. özgül ekolojik şartlarına uygun olarak planlanmış; emek ve üretim odaklı bir programın uygulanmasına bağlıdır.
*Orhan SARIBAL
CHP Bursa Milletvekili
orhansaribal16@gmail.com