Mülteciler konusu Türkiye gündeminin en hassas konularından birini oluşturmaktadır. Buna karşın, mülteci krizini siyasi ve ideolojik hedeflerinin kıskacında ele alan iktidar, her fırsatta “Suriyelilere ilişkin ahlaki ve vicdani bir duruş sergilediği” iddiasını dile getirmesine rağmen, bugün itibariyle mültecileri bir pazarlık konusuna indirgemiş, bu büyük krizin insani boyutunu tamamen göz ardı etmiş durumdadır.
Bu kısa yazıda, Türkiye’de bulunan Suriyeli mültecilerin durumuna ve son dönem AB-Türkiye ilişkilerinde mülteciler alt başlığında yaşananlara dair bir tespit ortaya konulmaya çalışılacaktır. Bugün geldiğimiz nokta itibariyle, mülteciler konusunun çok geniş ve kapsamlı bir konu olduğu bilinciyle, bu yazıda buzdağının sadece görünen bir kısmı gösterilmeye çalışılacaktır.
Türkiye, bugün itibariyle 2.5 milyonu aşkın Suriyeli ve başta Afganistan, İran, Irak ve Somali olmak üzere diğer ülkelerden gelen 250 bini aşkın mülteci ile dünyada en büyük mülteci ve sığınmacı nüfusuna sahip ülke konumundadır. Her ne kadar Türkiye’de “geçici koruma” statüsünde ikamet etseler de, Suriyeli mültecilerin pek çoğunun ülkelerine geri dönmeyeceği ve bir kısmının da en azından bir süre daha burada yaşayacağı açıkça ortadadır. 2011 yılının Nisan ayında 252 kişi ile başlayan mülteci akını sonucu Türkiye, Mart 2016 itibariyle, 3 milyona yakın Suriyeliye ev sahipliği yapmaktadır. BMMYK’nin (Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği) verilerine göre, 3 Mart 2016 tarihi itibariyle Türkiye’de bulunan kayıtlı Suriyeli mülteci sayısı 2 milyon 715 bin 789’dur.
AB ve Türkiye arasında 18 Mart tarihli Brüksel Zirvesi’nde ortaya çıkan anlaşmanın ise, “mülteci krizi”ni çözmekten uzak olduğu ortadadır. Anlaşmanın “hukukiliğine” ve “insan haklarına” uygunluğuna dair yöneltilen eleştiriler bir tarafa, sayıları halihazırda 3 milyona dayanan mülteci nüfusu ile Türkiye’nin yeni bir mülteci dalgası ile nasıl baş edeceği ise ayrı bir endişe konusudur. AB ve Türkiye arasında imzalanan anlaşmanın sürdürülebilirliğine dair pek çok soru işareti mevcuttur.
Öte yandan, Suriyeli mültecilerin pek çoğunun ülkelerine geri dönmeyeceği gerçeği bugün itibariyle göz ardı edilemeyecek bir niteliktedir. Suriyelilerin doğum oranı göz önünde bulundurulduğunda, ülkemizdeki Suriyeli sayısının 3 milyonu aşacağı açıkça görülmektedir. Bu bağlamda, ulusal ve uluslararası sivil toplum, mülteci krizinin bir “uyum sorunu” olarak ele alınması ve mültecilere yönelik bütüncül bir politika geliştirilmesinin, “geçicilik” esas alınarak uygulanan çözüm yöntemlerinin -“kalıcılık” gerçeği göz önünde bulundurularak- yeni baştan ele alınmasının gerekliliğine dikkat çekmektedir.
Suriyeli mültecilerin %90’ı kamp dışında yaşıyor
Bugün itibariyle Suriyeli mültecilerin %90’ı kamp dışında yaşamaktadır. AFAD’ın (Başbakanlık Afet ve Acil Durumu Yönetimi Başkanlığı) verilerine göre, 14 Mart 2016 itibariyle, 26 geçici barınma merkezinde kalan Suriyeli sayısı 272.013 olarak ifade edilmektedir. Çeşitli raporlarda, barınma merkezlerinde kalan mültecilerin özellikle sağlık hizmeti ve eğitime erişimlerinin, genelde kamp dışında yaşayanlara göre daha iyi olduğu belirtilse de, özellikle çadır kentlerde kalanların yaşamlarını zor koşullarda sürdürmeye çalıştıkları bilinmektedir. Örneğin, yalnızca Mart ayı içinde Mardin Derik’te bulunan çadır kentte çıkan iki ayrı yangın sonucunda 4 çocuk hayatını kaybetmiştir.
Kamp dışında yaşayan Suriyeli mültecilerin konut, eğitim ve sağlık hizmetlerine erişimi ve istihdamı konularında ciddi sıkıntılar yaşanmaktadır. Çeşitli ulusal ve uluslararası sivil toplum kuruluşları tarafından hazırlanan raporlarda özellikle barınma ve istihdam konusunda insan haklarına dair kaygılar dile getirilmekte, çok sayıda Suriyeli mültecinin sosyal ve ekonomik haklara erişmekte sıkıntı yaşadığı ifade edilmektedir.
Krizin en ağır bedelini çocuklar ve kadınlar ödüyor
Türkiye’deki mültecilerin yarısından fazlasını çocuklar oluşturmaktadır. UNICEF’in son rakamlarına göre, Türkiye’de 1 milyon 400 binden fazla Suriyeli çocuk vardır. Suriyeli çocuklara ilişkin araştırmalar, mülteci çocukların eğitim ve sağlığa erişim, barınma, ayrımcılıktan korunma, cinsel istismar ve sömürü gibi birçok sıkıntıyla karşı karşıya olduğunu ortaya koymaktadır. Farklı ulusal ya da uluslararası sivil toplum kuruluşları tarafından yayımlanan raporlar, işçi olarak çalıştırılarak istismar edilen mülteci çocuk sayısının her geçen gün arttığını ortaya koymakta, mülteci çocukların eğitim ve sağlığa erişim konusunda ciddi sıkıntılar ile karşı karşıya olduğunu göstermektedir. Çocuk işçiliğinin, ucuz işgücü nedeniyle özellikle Suriyelilerin yaygın yaşadığı illerde arttığı bilinmektedir.
Çocuk hakları savunucusu ECPAT International ile birlikte Uluslararası Çocuk Merkezi (ICC) tarafından hazırlanan “Çocuğa Karşı Ticari Cinsel Sömürü ile Mücadele Türkiye Durum Raporu”, Türkiye’deki Suriyeli mülteci çocukların yaklaşık %4.5’inin evli olduğunu, kamplarda cinsel taciz ve istismar riskinden korkan ailelerinin, çocuklarını para karşılığında evlendirmeyi daha güvenli bir yol olarak gördüğünü belirtmektedir. Raporda Türkiye’nin cinsel sömürü amaçlı çocuk ticaretine karşı mücadeledeki çalışmalarının yetersizliğine vurgu yapılmaktadır.
UNICEF’in verilerine göre, okul çağında olan 850 bin Suriyeli çocuğun 500 bini okula gitmemektedir. BMMYK Türkiye’de yaşayan çok sayıda Suriyeli çocuğun, şimdiye dek eğitimlerinden üç sene kaybettiklerini ve kayıp kuşak olma riski altında olduğunu ifade etmektedir. Her ne kadar geçici koruma altında bulunan çocukların, Türkiye’deki devlet okullarında ya da geçici eğitim merkezlerinde eğitim alabilseler de, özellikle kamp dışında yaşayan çocukların eğitime erişim konusunda ciddi engellerle karşılaştığı bilinmektedir. İnsan Hakları İzleme Örgütü Kasım 2015 tarihli “Türkiye’deki Suriyeli Mülteci Çocukların Eğitime Erişiminin Önündeki Engeller” raporunda, Suriyeli çocukların Türkçe bilmemekten kaynaklı ciddi okullaşma sorunları yaşadığı belirtilmektedir.
Çocuklarla birlikte kadınlar, bu krizin en ağır bedelini ödemeye devam ediyor. Cinsel ve fiziksel istismara herkesten daha fazla maruz kalan mülteci kadınların, özellikle yardım ve hizmetlere ulaşmasının zor olduğu ortaya konulmaktadır.
Pazarlık kıskacında Türkiye – AB ilişkileri
3 Ekim 2005 tarihinde 35 müzakere başlığı ile başlayan, Türkiye’nin AB’ye üyelik müzakere süreci, bugün itibariyle başlıkların bir kenara atıldığı bir pazarlık sürecine evrilmiştir. AB ile Türkiye arasındaki üyelik müzakereleri, yeni başlıkların açılması veya açık olan başlıklarda ilerleme kaydedilmesinden ziyade, Suriyeli mültecileri Türkiye topraklarında tutma ve Avrupa’ya geçişleri engellemek şartına bağlanmıştır.
18 Mart’taki Brüksel zirvesinde AB ile Türkiye arasında varılan anlaşmaya dair ciddi endişeler ve söz konusu anlaşmanın hukukiliğine dair eleştiriler mevcuttur. BM de dahil olmak üzere, mülteci alanında uzman kişiler, anlaşmanın, “insan haklarına ve hukuka” uygun olmadığı konusunda uyarılarda bulunmaktadır. En temelde söz konusu anlaşmanın, yasal ve güvenilir yollarla Avrupa’ya mültecilerin geçişinin sağlanması ve yerleştirilmesi yerine, mültecileri Türkiye’de tutmaya ve Türkiye’ye geri göndermeye yönelik çabanın insan hakları açısından sıkıntılı olduğu ifade edilmektedir. Uzmanların, Cenevre Sözleşmesi’ne “coğrafi sınırlama” ile taraf olan Türkiye’nin, mültecilerin gönderilebileceği “güvenli bölge” statüsünde olmadığına yönelik ifadelerine ek olarak, BMMYK de anlaşmanın uluslararası mevzuata uygunluğunu sorgulamaktadır.
Anlaşma gereğince Türkiye’ye tamamlaması gereken 72 kriter karşılığında vaat edilen “vize muafiyeti”nin ne kadar gerçekçi olduğu ise ayrı bir eleştiri konusunu oluşturmaktadır. Türkiye’nin Haziran ayına kadar bu kriterlerin hepsini yerine getirmesinin zorluğu bir tarafa, Avrupa’da yükselen sağ değerler karşısında hiçbir liderin Türkiye’ye vize muafiyeti sağlayarak seçim kazanamayacağına vurgu yapılmaktadır.
Öte yandan, anlaşmanın uygulanabilirliğine dair endişeler mevcuttur. Rakamsal olarak Türkiye’ye Yunanistan’dan gönderilen her bir düzensiz mülteci için Türkiye’deki bir Suriyeli mültecinin Avrupa’ya gönderilmesinin karşılığı gözükmemektedir. BMMYK verilerine göre; 1 Ocak 2015 ve 10 Aralık 2015 tarihleri arasında 792 binden fazla kişinin Yunanistan’a deniz yoluyla düzensiz bir şekilde vardığı görülmektedir. 2016 yılı için ise toplam 143.634 mültecinin Türkiye’den Yunanistan’a geçtiği ifade edilmektedir. Yalnızca iki ay içinde 140 binden fazla mültecinin Türkiye’den Yunanistan’a geçtiği düşünüldüğünde, AB tarafından verilen Suriyeliler için sağlanan 72 bin kontenjanının nasıl yeterli olacağı ve söz konusu anlaşmanın mültecilerin geçişini ne ölçüde engelleyeceği konusu soru işaretleri barındırmaktadır. Öyle ki, çeşitli sivil toplum kuruluşları mültecilerin Avrupa’ya göç yollarını denemeye devam edecekleri yönünde çeşitli öngörüleri ortaya koymaktadır. Anlaşmanın hemen ertesinde yüzlerce kişinin yasadışı yollarla Yunanistan’a geçmek istemesi ise bu bakımdan önemlidir.
AB tarafından sağlanan maddi yardımın, mültecilere yönelik gerekli “uyum” projelerinin yürütülmesine ne kadar yeterli olacağı ise anlaşma açısından diğer bir muğlaklığı ortaya koymaktadır. Medyaya yansıdığı üzere, “Türkiye’deki Geçici Koruma Statüsündeki Suriyelilere Yönelik 2016- 2018 Dönemi Kamuoyu Birinci Aşama İhtiyaç Planlaması”, mülteciler için tespit edilen toplam ihtiyaç miktarının 61 milyar 791 milyon lira olduğu ifade edilmektedir. Bu, yaklaşık 20 milyar Avro gibi bir miktara denk gelmektedir. Bu da, Türkiye’ye AB tarafından sağlanacak fonun yetersiz olduğunu açıkça göstermektedir.
Gerçekçi çözüm politikalarına ihtiyaç var
Türkiye ile AB arasındaki son anlaşmaya göre yeni mültecilerin ülkemize gelecek olması, Türkiye’deki mülteci nüfusunun “geçicilikten” “kalıcılığa” doğru evrilmesi ve önümüzdeki yıllarda Türkiye’nin mülteci nüfusunun 4 milyona dayanacağı yönündeki iddialar, mülteciler konusunda bütüncül bir politika oluşturulmasının gerekliliğini ortaya koymaktadır.
Bununla birlikte, her ne kadar “Geçici Koruma Yönetmeliği’nin 25. Maddesine göre, mevcut durumda Suriyelilere vatandaşlık hakkı tanınması mümkün olmasa da, yönetmelik değişikliğinin hükümetin tasarrufunda olduğu göz önünde bulundurulduğunda, Suriyelilere sağlanacak vatandaşlık hakkının siyasi dengeleri nasıl değiştirilebileceği gerçeğinin de göz ardı edilmemesi gerekmektedir.
*Onursal ADIGÜZEL
CHP İstanbul Milletvekili
onursal.adiguzel@tbmm.gov.tr