IMG_4345

Onur Orhan – Kapitalizmi Hal Etmek İçin “Halk-Oluş”malıdır.

onur_orhan

 

 

 

 

 

 

Dünyanın hemen her yerinde sadece “dar anlamda iktidar” değil, muhalefet de sokağı duymayı sevmiyor. Çünkü muhalefet “geniş anlamda iktidarla”, bu haliyle kapitalist sistemle ilk başta herkese görünür gelmeyen -ama esasen biraz derinlikli bakana görünür gelen- bir uzlaşı içinde. Büyük bir uzlaşı bu. Sistemin içinde kalmak için ödenen bedel karşılığında sistemden pozisyon yahut rol tahsis ediliyor ve değerler, sistemin sunduklarıyla, mesela yardımcı oyunculuklarla yahut başkaca hediyelerle tahvil ediliyor.

Kimse sokağı sevmiyor! Bu yüzden Ana Muhalefet Partisi seçmenlerini kızdırmak ve küstürmek pahasına Cumhurbaşkanlığı için adayını belirlerken, ülkeye ektiği umutsuzluk ve ufuksuzluk tohumunu “taktik gerekçeler illüzyonuyla” gizlemeye çalışıyor. Sistemin esas stratejisi gizleniyor böylece; sol hareketlerin güçlenmesini önce yavaşlatmak, sonra durdurmak ve dahası artık sadece pazar için değil, mülksüzleştirme için halkın elinden siyaseti almak, siyaset olanağını yok etmek, dünyada bir gayretle yeniden filizlenmeye başlayan umudu Türkiye’de yeşertmemek… Esas strateji bu ve muhalefet kimi zaman grev kırıcılığının genişletilmiş haline, “umut kırıcılığına” soyunuyor, bilerek yahut bilmeyerek ama besbelli “umut kırıcılığı” yapıyor muhalefet. Dünyanın hemen her yerinde; Türkiye hariç değil.

Çünkü mesele şu ki; kimse sokağı sevmiyor, sokağa çıkanlar hariç…
Ama bazen sokağa çıkanların da kafası karışıyor. Bir bakıyorsunuz ki zaman içinde sokağa çıkanlar da kendi içlerinde büyük tartışmalara girmiş ve sokak hareketlerinin bir yere bağlanamayacağına duyulan inançla/yahut sokak hareketine inançsızlıkla yılmış, umutsuzluğa düşmüş, bir ufuk yitimi yaşamış.

Hatta bazen görüyorsunuz ki, sokağa çıkanlardan bazıları -bir yerden sonra hiç farkında olmadan- kapitalizmin kodlarıyla düşünmeye başlamış, sürece değil sonuca odaklanmış, sabırla emek harcamak yerine sokak hareketini süratle “tüketmek” ve ondan kendine düşen hazzı almak istemiş peşinen. İstemeden de olsa sokak hareketini tarihsel sürecinden, köklerinden koparmış ve gelecek vizyonunu reddetmekle kalmamış, “hemen, şimdi, burada” yaptığı eylemi de küçümsemiş, yadsımış… Çünkü sermaye gibi “hemen, şimdi, burada” yatırdığının parsasını toplamak istemiş…

İşte kapitalizm tam da bu düşünceyi/düşüncesizliği sürüyor piyasaya.

Alıcı da bulmuyor değil.

Büyük yürüyüşler, olaylar ve diğer hakikatler…

Sokağa çıkış, sistemle halk arasında açılmış mesafeyi bir büyük yürüyüşle, birey ve halk lehine kapama arzusuyla gerçekleşir. Bu, aynı zamanda verili gerçekliğin, sistemce sunulanın reddini içerdiğinden, yeni bir “birey-oluş” ve “halk-oluş” sürecidir de… Yani sokağa çıkışın ta kendisi bir yaratım sürecidir, sadece siyasetin yaratılması değildir bu, bizatihi halkın kendisini yaratmasıdır da ve aslında zamanın ruhuna uygun siyaset ancak böyle ortaya konabilir.

İşte bu sokağa çıkış, Badiou’cu anlamda bir “Olay”dır, mevcut gerçeklikten kesin bir kopuşun müjdelenmesidir; böylece sistemin çürümüşlüğü sergilenir. “Olay”, Lacan’ın tabiriyle mevcut bilgimizde delik açarken kendi öznesini kurar, hakikat halihazırda olandan içkin bir kopuşla gelir. Ve denilebilir ki Olay’da üretilen en büyük sonuç Olay’ın kendisidir. Bu büyük süreç sonucunu “kendinde” taşır.

Buna karşılık sistem, bize sokağa çıkmakla hiçbir şeyi değiştiremediğimizi göstermek için oradadır. İlk önce sokağa çıkmayı durdurmak için, ardından sokağa çıkmış olmamızın bir işe yaramadığına bizi ikna etmek için oradadır kapitalizm. Bunun için tüm numaralarını sergileyecektir. Sadece direkt saldırılar değil dolaylı saldırılar yapacak, zihnimize tereddütlerin bin türlüsünü sokmak isteyecektir. Öyle ki, insanlar hiçbir şeyin değişmediğine, esasta hiçbir şeyi değiştiremeyeceklerine inansınlar ve kötücül ve karanlık bir solipsizmin (tekbencilik)kuyusunda boğulup bir daha sokağa çıkamasınlar, olsa olsa AVM’lere koşsunlar.

Çünkü kapitalizm gayet iyi bilir ki; sokağa çıkış, insanlık için büyük bir potansiyel taşır ve sıradan bir meydan okuma olmanın çok ötesinde imkânlar barındırır.
Ortak varoluş-mak
olanakları…

Sistem iletişimi bizden koparmış, iletişimi ve dili insanın insanla olan teması olmaktan çıkarmış, onu cansız bir şeye, Guy Debord’un ifadesiyle “gösteri toplumu”nun bir unsuruna indirgemiştir. Amaç, kapitalizmin kodlarını oradan oraya taşımak; fikirleri değil de ezberlenmiş kalıpları virüsmüşçesine yaymaktır. “Gerçek iletişimin dili yitirilmiştir,” der Debord ve “yeni ortak dil henüz bulunmuş değildir.” Sokağa çıkış, sadece bir meydan okuma değildir, dedik; evet, o, aynı zamanda insanın insanla temasıdır ve yeni bir dilin arayışıdır da…

İşte halk bu yüzden sadece görünebilir değil birbirini de görebilir olmak için sokağa çıkıyor, meydanlara koşuyor, işgal hareketlerine girişiyor. Bu, gösteriye gösteriyle karşılık vermenin çok ötesinde, içeriksizleşen dünyayı bir içerikle, anlamsızlaşan dünyayı anlamla doldurma, yeni bir anlam yaratma, yeni bir dil ve düşünce kurma çabasıdır da.

Halk meydana koşuyor, çünkü meydan ortak alan olmaktan da evvel şehrin merkezidir, şehrin etrafında daireler halinde büyüdüğü noktadır. Halk, yeni toplum için meydandan kerteriz alıyor yahut pergelin iğnesini merkeze saplıyor ki kendi çevresinde daireler çizmek mümkün olsun. Çünkü meydan, kabilenin, köyün ve şehrin buluşma noktasıdır ve insanlar için buluşma noktasından daha iyi “birikilecek” bir alan yoktur. Ve insanlar, meydanda diyalektik bir reddedişle kapitalizmle mücadele ederken, mücadele imkanlarını ararken, para yahut tüketim nesneleri değil kendi kendilerini birbirlerinde biriktirirken “oluş-uyordurlar” da…

Oluş-uyorlar insanlar, dolayısıyla “her şeyi bilmek zorunda,” değiller. Ama sistem her şeyi bilmedikleri, bütün yanıtları ellerinde toplamadıklarını ileri sürerek sokağa çıkanları bu yük altında ezmek istiyor ve diyor ki: “Ne yaptığını bilmiyorsun, aslında biraz yaramazlıktan başka bir şey de yapmıyorsun!” Yahut sürecin yaratıcı yanıtını küçümsemek için sesleniyor: “Sonuç yoksa gerçek bir eylem yoktur!”

Oysa sokağa çıkış, sokağın genişliği gibi bir büyüklük vadeder. Bu vaat, kapitalizmi haletmek için halk-oluş ve birey-oluş imkanlarını içerir. Bunun içinse “gösteri toplumu”nun “iletişim içermeyen diline” teslim olmamak; aksine, dilin düşünce düşüncenin de dili içerdiği gerçeğini unutmadan mevcut dil ve kodlarla oynamak gerekir. Bu da kapitalizmin arzuladığı tüm sahte eylem ve arzuların yerine gerçek eylem ve arzuları koyarak mümkündür.

Sokak paradigmayı
değiştirir…

Sokak hareketinin dezavantajları tıpkı avantajları gibi sokağa olan benzerliğinden gelir. Burası yatay bir düzlemdir; kürsüye itaat etmez, aksine kürsüye karşıdır ve bunun için partilerinin hiyerarşik imkan ve odaklanmalarından uzaktır ama bu ona başkaca üstünlükler sağlar. Sokak hareketlerine yapılacak en büyük haksızlık, ondan bir siyasi parti performansı beklemek olacaktır. Bu, kendi içinde çelişkili olduğu kadar gereksizdir de.

Sokağa çıkış parti kurmak amacıyla gerçekleşmez, köklü değişim ihtiyacının dışavurumudur tüm dünyada… Dolayısıyla “sokağa çıkış” bir partiye dönüşmedi diye yahut kısa vadede sistemin mevcutları içinde büyük değişimler gerçekleştirmedi diye anlamsızlaşmaz. Bu, sadece kapitalizmin geceden sabaha dönüştürülemeyecek büyüklükte bir sorun olmasından da kaynaklanmaz. Sokağa çıkışın kendisi de böyle bir hedefi varsaymaz, varsayamaz. Çünkü o, zaten mevcut düzenin tıkanmasını işaret eder ve düzenin tıkandığı yerde sorunun çözümü hemen oracıkta değildir, arada katedilmesi gereken mesafeler vardır. Bu, daha fazla yürüyüş ve arayış demektir.

Hasret büyük, yürüyüş zorludur. Sistemin kendisi sokağa çıkana türlü tuzaklar kurarken, sokağa çıkanlar kendilerine tuzak kurmamalı, sokağa çıkışın içkin potansiyelini bilmelidir. Sokağın kuvveden fiile geçirebilecek en mühim olanağı, insanın insanla meydanda, ortak bir varoluş arzusuyla temasıdır. Kapitalizm bu olasılığı dehşetle sezer; Hardt ve Negri’nin değişiyle “çokluğun” dayanışmasını, Harvey’in vizyonuyla ifade edecek olursak yoldaşlık ve yurttaşlık bağlarının sağlamlaşmasını mesela ve bütün bunlara var gücüyle saldırır, sonuçta kapitalizm bir savaş ustasıdır ve tarihi büyük cinayetlerin tarihidir. Evet, onun korktuğu barıştır, insanlar arası diyalogtur, bir bilinç sıçrayışıdır, insanların kendilerini açarak ve birbirleriyle ilişkileri deneyimleyerek birbirine güvenmesidir.

Kapitalizm tüm dünyada sokağa çıkışı zayıflatmak için sadece iktidarları değil muhalefeti de ustalıkla kullanır; muhalefete sızar. Direncinizi içeriden kırmanın yolu, umut kapılarını kapatıp kendinizden ve birbirinizden şüphe etmenizi sağlamaktır, böylece “diyalogu kesin” ve hiç farkında olmadan yüzyıllardır zihninize yaslanmış kapitalist kodlarla düşünmeye başlayın diye yine oyunu kendi kurallarına göre oynar.

“Sokağa çıkmak ne işe yarıyor ki” dediğimiz andan itibaren kaybedeceğimiz, sadece onurumuz değil, birey-oluş ve halk-oluş imkanlarımızdır da. Bu, aynı zamanda bugünün de kaybı demektir.

Oysa “bugün uzun sürecek”tir.

*Onur Orhan, Yazar,
onur@onurorhan.net