Aydın CINGI*
ABD, bundan yarım yüzyıl öncesine değin siyahların “insandan sayılmadığı” ve Avrupalı beyaz göçmenlerin oluşturduğu bir toplumdu. O dönemde beyaz olmayan bir kişinin başkan olması söz konusu olamazdı. O zamandan bu yana ülkede nüfus yapısı değişti. “Latino” denen Latin Amerika kökenli “hispanik” göçmenler çoğaldı. Demografik projeksiyonlara göre, şu anda nüfusun %17’sini oluşturan bu etnik/kültürel grup 2050’de nüfusun %30’unu oluşturacak. Öte yandan –nüfusun şu anda %14 kadarını oluşturan- siyahlar eşit haklara kavuştular. Asya kökenli nüfus ise, toplam nüfusun neredeyse %5’i kadarı. Tüm bu etnik gruplar beyazlardan daha hızlı çoğalıyorlar ve bu yüzyıl ortasında toplam nüfusun yarısına ulaşacaklar.
ABD’de seçmen davranışı
Söz konusu kitleler -ve ihmale uğramış bir sosyal kategori olarak- “kadınlar, ”bu seçimde “fakir dostu” bilinen ve “altta kalanın canı çıkmasın” diye –Avrupa refah devletlerine oranla- ufak kapsamda sosyal reforma yönelen Obama’ya toplu biçimde oy verdiler. Ancak ilerideki seçimlerde oyların, -adayın performans beklentisine bakılmadan- “bu bizden” diye etnik temele dayalı olarak verilme riskine dikkat çekilmelidir. Mevcut durumda, Romney gibi, “nüfusun %47’si işe yaramaz, onlar için bir şey yapmaya değmez” diye düşünen politikacılar “alttakileri” kamplaştırabilirler. Eğer beyazlara göre düşük gelir gruplarını oluşturan bu kitleler “etnik oy” mekanizmasına alışırlarsa, bu, –uzun dönemde- ABD’nin bütünlüğü için sakıncalı olur.
ABD seçimlerinde rol oynayan bir başka motivasyon unsuru “din” ve “ideoloji”dir. Özellikle, -şu anda toplam nüfusun %50’sini oluşturan- Protestanların yoğun bulunduğu bazı eyaletlerde, “evrim kuramının yasaklanması” girişimleri dahi olmuştur. Kürtaja, eşcinsel evliliklerine ve her türden sosyal lieralleşme eğilimine karşı çıkan muhafazakarların yoğun bulundukları bu eyaletler de –her seçimde olduğu gibi- oylarını tutucu cumhuriyetçi aday lehine kullandılar.
Coğrafi oy dağılımı
ABD, ideolojik yani Demokrat-Cumhuriyetçi ya da liberal-muhafazakar kamplaşması temelinde coğrafi olarak net biçimde ayrılıyor. Oregon, California gibi Pasifik kıyısı eyaletleri; kuzeyin, Michigan, Illinois, New York, Vermont, Maine gibi ve de Atlantik sahillerinin Massachusetts, New Jersey, Connecticut gibi çok gelişmiş eyaletleri şaşmaz biçimde liberal kamptalar. New York, Los Angeles türünden büyük kentler de öyle.
Ancak ülkeyi kuzeyden güneye kat eden sanal bir simetri ekseni alırsak, bu merkez eksen üzerindeki Dakota, Nebraska, Kansas, Oklahoma, Teksas; merkezin batısındaki Wyoming, Idaho, Utah, Arizona ve de doğusundaki Arkansas, Mississippi, Missouri, Louisiana, Alabama, Tennessee, Kentucky gibi eyaletler de gözü kapalı muhafazakarlara yöneliyorlar. Bunlar, katı ve geleneksel beyaz Amerikan değer yargılarının geçerliliğini koruduğu, adlarını kovboy filmlerinden bildiğimiz ve denize kıyısı olmayan eyaletler. Seçmen davranışını kolay anlaşılır kılmak için örneği Türkiye’den verelim. Hani ne yapılsa Yozgat, Kırşehir, Konya vb illerden ve düşük eğitimli seçmenden tutucu olmayan partiye fazla oy çıkmaz; sahiller ve eğitim düzeyi yüksek olan seçmen de genellikle tersini yapar. ABD’de de benzer korelasyonları –etnik motivasyonla oy veren azınlıklar hariç- bulabiliyorsunuz.
Bu –iki taraf için de çantada keklik- eyaletlerin dışında, sosyal dokusu gereği yön değiştirebilen eyaletler var. Bunlar, başabaş geçen seçimlerde kilit rol oynuyorlar ve bu seçimde de “swing state” diye anıldılar. Bu türden Colorado, Pennsylvania, Ohio, Florida gibi eyaletlerde oluşan ufak farkları, ekonomik konjonktür ve başkanın performansı ya da karşısındaki adaya yönelik beklentiler belirliyor. Bu seçimde, buralarda da farkı Obama lehine oluşturan, –geçen dört yılın görece düş kırıklığına karşın- Başkan’ın sosyal politikası ve Romney’in ürkütücü sağ söylemi oldu.
Obama’nın gelecek dört yılı
Obama’nın, yeniden seçildikten sonra topluma ilk seslenişini dinledim. Geçmiş dört yılda çok şey öğrendiğini ve yeni dönemde çok daha iyi bir “başkan” olacağını söyledi. Onun bu “ustalık” döneminin Erdoğan’ınkine benzemeyeceği muhtemeldir. Yeni dönemde, kendisi açısından en önemli ve olumlu unsur, artık oy kaygısından ve seçmen baskısından kurtulmuş bir başkan olarak çalışacak olmasıdır. Böylece başladığı reformları sonuna değin götürebilir. Ancak önündeki –vergi kesintileri/bütçe yetersizliğine ilişkin- ekonomik ikilemler, parlamentoda uzlaşmaya dayalı çözümler bulunmazsa açmaza dönüşebilir. Bu çerçevede, Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğun Cumhuriyetçiler’in elinde olması, onu sıkıştırabilecektir.
Obama, ABD Başkanı profili bağlamında bulunabilecek en demokrat siyasetçilerden biridir. Obama’nın, halefi Bush ya da rakibi Romney gibi “kavgacı” bir karakterde olmadığını biliyoruz. Başkan, ABD’nin esas gücünün, silahlarından değil demokrasiye dayalı değerlerinden kaynaklandığını ilk söylevinde vurguladı. Artık lobilere de ihtiyacı kalmadığına göre, İsrail’i akla daha uygun bir tutuma davet etmesini; Afganistan’daki ve Ortadoğu’daki askerlerini çekmesini; Suriye’de tarafları ılımlılığa yönlendirmesini; İran sorununun barışçı çözümü için uğraş vermesini bekleyebiliriz. İyimserliği bir adım daha da ileri taşıyarak, Ortadoğu’nun tüm diktatörlerini ve “dikta heveslilerini” demokratik değerlere yönlendirme ve onlara “insan hakları” bahsini anımsatma çabasına girmesini bile umabiliriz.
*Aydın CINGI, Siyaset Bilimci, sosyaldemokratdergi@gmail.com