aslı-erdoğan

Nilden Bayazıt Postalcı – 2017 Beklentimiz: Ölmeyeceğiz Kardeşim!

IMG-20170130-WA0002 ABD ‘de demokrasi algısını yerleştiren en önemli lider olarak kabul edilen Abraham Lincoln’ün biyografisini konu alan filmin bir yerinde Abraham Lincoln yanındakine şöyle der:  “ Doğmayı seçebiliyor muyuz? Ya da doğduğumuz zamana uymaya mı çalışıyoruz?”

Cümleyi biraz deşmekte sakınca yok.

Tuhaflık ve belirsizlik açısından belki yüzyılın en korkunç yıllarından birini yaşadık şüphesiz. Hiç beklemediğimiz liderler, şaşkına döndüğümüz söylemlerle liderlik kelimesini yeni baştan kurguladılar. Öyle ki, Oxford Sözlüğü 2016’nın siyasal söylemlerine ilişkin yeni bir terim buldu: “gerçek sonrası liderlik”. “Gerçek” doğru olmayı veya hiç değilse “doğru hissettirmeyi” gerektiriyordu; en azından satıhta. “Gerçek sonrası” ise, mevcut siyasetçilerin ve siyasetin dünyayla kurduğu ilişkinin gerçek dışılığının bir çeşit ilanı hatta itirafı.

Siyasal söylemin yeni dili

Sadece ABD’de değil, dünyanın farklı yerlerinde yapılan başkanlık seçimlerinin sonuçları, yeni belirsizlikleri de beraberinde getirdi. Pek çok şeyin tanımı kökünden değişti. İlerlemek anlamında değil şüphesiz, sadece kendine yol açmak anlamında. Sol, kendine yeni bir dil geliştiremezken; Türkiye’de olduğu gibi -başta ABD olmak üzere- birçok ülkede sağ, ortalama halkı sessizliğinden çıkaracak dilin faşizan milliyetçilik olduğunu keşfetti.

Halka ulaşma dili değiştikçe demokrasi tanımı da değişecekti elbette. Siyasete iletişim odaklı bakıldığında sınıflar arası uçurumun büyümesi, kitle partilerinin işlev ve söylevini değiştirmişti. Aynı olgunun, -yine Türkiye’de olduğu gibi- adına “demokrasi” denilen düzenin tanımını değiştirmeye de yöneldiği görülememişti. Sosyal demokrat partiler halkın, düşük gelirli sınıfların, işçinin ve veya öğrencinin mücadelesine dayanmayı bıraktılar. Ancak sağ popülist partiler “halkın aradığı dili” buldular. Trump, ırkçı bir popülizm aracılığıyla yeni bir siyasi kimlik inşa ederek halka seslenirken; Fransa’da Le Pen, mülteci ve göçmenlere karşı cephe oluşturarak halk katmanlarının taleplerini dile getirmeyi başarabildi.

Bu süreçte, kabul edelim ki, sol kitle partileri halk dilini okuyamadıklarından siyasetin oligarşikleşmesine engel olamadılar. Oysa yukarıda da belirttiğimiz gibi sağ muhafazakar partiler sokak hareketini, halk dilini başka bir platforma taşıdı. Fransa Cumhurbaşkanı Hollande sokak hareketlerin ve dayanışmanın sesi olmaktan liberal ekonomik reformlara doğru kayarken; İngiltere İşçi Partisi, aynen Türkiye solunun Batı illerine hapsolması gibi, sendikaları temsil kabiliyetini yitirip Londra merkezli “aydın”  partisi olmaya evrildi. İngiltere’de Yeşiller Partisi bile İşçi Partisi’nden seçmen aldı. İşçi Partisi, Londra ve birkaç büyük şehrin içine hapsoldu; çalışan kesim, köyler ve ufak yerleşim birimleri ona tamamen sırt çevirirdi; parti, liberal orta sınıf ve etnik kökenliler dışından oy alamaz hale geldi. Günümüzün en önemli toplumsal kuramcılarından Chantal Mouffe, yazdığı bir makalede (TheNation), Fransız Sosyalist Partisi’nden birçok yöneticinin işçi sınıfını unutmaları gerektiğini, çünkü bu sınıfın artık çoğunlukla radikal sağcı Le Pen’e yöneldiğini söylüyor.

Bu kısa özetin nedeni, geldiğimiz noktada partilerin, bilinenden farklı noktalara kaymasına işaret etmektir. Sadece Türkiye’de değil ama pek çok yerde sert muhafazakar milliyetçi söylem, toplumu kutuplaşmaya ve oradan da nefret söylemine yöneltiyor. Demek ki partiler geleneksel seçmen kitlelerinin duyarlılıklarını kavrayamadılar.

Sivil dayanışma alan kazanıyor

O halde ne yapmalı?  Abraham Lincoln’un demokrasi için sorduğu ve yukarıda alıntıladığım soru hala geçerli: Bulunduğumuz duruma uyum mu sağlamalıyız?

Siyasi partiler demokrasi yaratma konusunda çok da etkin olamadılar. Ancak sokak hareketleri bambaşka yerlere evrildi; belli ki uyum sağlamaya hiç niyetleri yok. Tüm söylemlerin içinin boşaltıldığı, “bayrak”, “ulus”, “devlet” gibi simgesel kelimelerin bile anlamlarıyla oynandığı, kutuplaştırma vesilesi görüldüğü, kendinden olmayanın terörist ilan edildiği bu dönemde en etkin muhalefeti sivil dayanışmalar oluşturdu; hala daha da oluşturmakta. Öyle ki, Türkiye dahil pek çok ülkede kadın hareketinin de içinde bulunduğu toplumsal hareketler, lider-parti sultasından özenle ayrı durmakta. Sokaklardaki yapılanma, partiler bünyesindeki dikey yapılanmanın getirdiği hantallığın ve söylemsizliğin yerini kısmen de olsa gidermekte.

Bu hareketlerin, İspanya’daki Podemos gibi partileşmesi ve solda önemli bir boşluğu doldurması en azından Türkiye’de şu an için çok zor görünüyor. Burada kapılar, hem solda hem de Türkiye siyasi atmosferinde ardına kadar kapalı. Ancak siyasi baskılar toplumsal hareketleri farklı evrelere sokabiliyor. Daha doğrusu, tarihsel süreç içinde bireysel özgürlükler, toplumsal baskıların yoğunlaştığı dönemlerde insanlara direnme gücü verebiliyor. Başka bir deyişle insanların uzun süredir peşinde olduğu “nefes alma umudunu”  dayanışmalar sağlıyor. Dayanışmak, bugünlerde yaşatıyor.

Tıpkı Aslı Erdoğan’ın yılbaşı öncesi cezaevinden çıkarken söylediği gibi : “Devlet bütün gücüyle üstüne geldiğinde ‘ölmeyeceğim kardeşim’ diyorsun” .

*Nilden BAYAZIT POSTALCI
İletişimci
bilgi@nildenpostalci.com