Dört gün süren Adalet Kurultayı’nın tamamına katıldım. Evime memnun, mutlu, kendimi iyi hissederek döndüm.
Bu yazıda neden böyle hissettiğime dair düşüncelerimi iki ana eksende paylaşacağım: (1) Kurultay Türkiye’nin demokrasiyle imtihanı açısından nerde duruyor, nasıl bir yola açılıyor? (2) Çok özel bir çalışma olarak Kurultay’ın kendisi nasıl bir deneyimdi?
Siyasete farklı bir nefes girmeye devam ediyor…
CHP, Adalet Yürüyüşü ve Maltepe Mitingi ile yakaladığı kendi gündemini kurma, kendi gündemiyle yürüme, toplumsal muhalefete yeni bir hareket hattı açma başarısını Adalet Kurultayı ile sürdürdü. Yürüyüşte ötekileştirmeleri aşarak yan yana gelebilen ve yürüyebilenler, Kurultay ile birbirini duyabilir, dinleyebilir oldu. Elbette duyup dinlediğimiz her şeyi beğenmedik, her şeyle mutabık kalmadık. Ama 15 yıldır kutuplaştırıcı siyaset güderek iktidar olan ve iktidarda kalan Recep Tayyip Erdoğan’a ve Ak Parti’ye rağmen başardık; yan yana geldik, konuştuk, duyduk, ortak taleplerimizi ve ihtiyaçlarımızı dile getirdik. Hepimiz aynı çileyi doldurmakta, aynı diktatoryal felaket günlerini yaşamakta olsak da, bu başarılması zor bir işti. Gerçekleşti.
16 Nisan Anayasa Referandumu kampanyasından bu yana CHP toplumsal muhalefette merkezi bir yerde duruyor ve yerini büyütmeye devam ediyor. Parti rozeti, parti bayrağı olmadan yürütülen referandum kampanyası, yüz binden fazla insanın katıldığı Adalet Yürüyüşü, milyonların katıldığı Maltepe Mitingi ve Adalet Kurultayı ile Türkiye’ye ‘’vatanım’’ diyen, ‘’demokrasi’’ diyen, ‘’adalet olsun, hak yerini bulsun, ne mağdur edeyim ne de edileyim’’ diyen herkes ‘’CHP’li mi oldum?’’ tasasına düşmeden yan yana gelebildi. Şimdi CHP, ‘’hayır kampanyası güçlerini’’ bir arada tutan, birbirine yaklaştıran ‘’buluşma mekanı’’nı üreten biricik muhalefet gücüdür. Yaptıklarıyla, ‘’birlikteliğin zamkını hep birlikte üretme’’nin esas gücü olmaya ciddi şekilde hak kazanmıştır. Ak Parti’yle iç içe geçerek adı muhalefet olsa da muhalefet olmaktan çıkmış bulunan MHP dışındaki güçlerin yüzü, partileşme çalışmalarını sürdüren Meral Akşener ekibi dahil, CHP’ye dönüktür. Toplumun önemli bir kesimi geleceğe yönelik bir umut ve cesaret bulabilmek arzusuyla CHP’yi dikkatle izlemektedir. CHP, ana gövdesini kendisi oluştursa da, özenle ‘’altı oku basmak’’tan kaçınarak yola devam etmekte; bir ‘’parlamenter demokrasi-cumhuriyet-medeniyet hareketi’’ yaratmak yolunda ilerlemektedir.
CHP’nin kutuplaşmaya pas vermeyen politik hattı, yönetme becerilerini -tek adama devrederek- zaten büyük ölçüde kaybetmiş olan Ak Parti’yi ve onun aceleci Genel Başkanı’nı çok ama çok etkiliyor. Örneğin referandum kampanyasında istedikleri kutuplaştırmayı pek az yapabildiler ve Kemal Kılıçdaroğlu’nu kötülemeye çok zaman ayırdılar. Adalet Yürüyüşü’nde iş ‘’atlet’’ muhabbetine, ‘’Maltepe miting alanı, mitingi ben yaparsam 2,5 milyon sen yaparsan 160 bin kişi alıyor’’ gibi komikliklere kadar düştü. Gelmekte olan büyük kitlesel hareketi özellikle kendi seçmeninin gözünden uzak tutmak çabası, Adalet Kurultayı’nda da ‘’şehitler mekanında içki içenler’’ hikayesiyle sürdürüldü. Ak Parti seçmenini, ‘’adalet’’ gündeminden ve yaşanmakta olan ‘’adaletsizlikler’’ gerçeğinden uzak tutmak en öncelikli işti. Çünkü bugün artık Ak Parti, OHAL’siz, KHK’siz, fiili başkanlıksız, parti devleti olmazsa iktidarını sürdürmesi güç, ‘’metal yorgunluğu’’ adı altında Genel Başkanı’ndan her gün şamar yiyen bir siyasi partidir. Özellikle ekonomik aktörlerin CHP’ye ve toplumsal muhalefete şans vermesi halinde 15 yıllık iktidarını sürdüremeyecek durumdadır.
İşte tam da bu yüzden, Adalet Kurultayı’ndan sonra CHP’ye düşen iki önemli görev var: Birincisi, bu ülkeyi yönetebilecek, gemiyi yüzdürmeye devam edecek merkez kadroyu ortaya çıkarmak; toplum ve siyaset yapıcılar nezdinde iktidar olmaya hazır, güvenilir seçenek, en azından toplumsal muhalefetin odağı olarak güç kazanmak. Kolay olmasa da Ak Parti’nin açtığı yaraların tedavisini yapabilecek toplumsal barışı, toplumsal uzlaşıyı kurmak. İkincisi, kendi içine dönük yaşamayı tümüyle terk ederek, parlamenter demokrasi-cumhuriyet-medeniyet hareketini ısıtmaya, büyütmeye devam etmek; iktidar yolunun taşlarını döşemek.
Her iki görev de, durumun ve yapılanların yurt içinde ve dışında siyasi güçlere anlatılması, tanıtılması, samimiyetle sürdürülmesini, yani çok çalışmayı gerektiriyor. Bölgesel ve yerel düzeyde geniş kitlelerle katılımcı buluşmalara devam etmek, merkezde bu buluşmaları birleştiren ve yeni katılımlara açık bir dayanışma merkezi ortaya çıkarmak ayrıca yararlı olacak gibi gözüküyor. Zira, bugün oluşum halindeki hareketin herkesin kendini ifade imkanı bulduğu ama ortak önceliklerin, ortak hedeflerin netleştiği bir asgari demokrasi programıyla şekillenmesi, iktidarı değiştirecek güce dönüşmesi ancak böyle mümkün olabilir.
Adalet Kurultay’ında dört gün…
Adalet Kurultayı’nın dört günü de konuşma-tartışma-düşünme-değerlendirme-paylaşma ile dolu dolu yaşamaya olanak verdi. 1980’lerin sonları 1990’ların başlarında ‘’Demokrasi Kurultayı’, ‘’Anayasa Kurultayı’’ gibi günübirlik toplantılarla solun farklı kesimlerinden bir kaç bin insanın ve Müslüman sağın bazı temsilcilerinin bir araya gelebildiği deneyimleri yaşamış topraklardayız. Ama Adalet Kurultayı ölçeğinde ve içeriğinde bir buluşma ilk kez yaşadık. Sekiz panel ve 77 çalıştaydan oluşan, oldukça geniş bir yelpazeye yayılmış toplam 694 konuşmacısı ve on binlerce katılımcısıyla Adalet Kurultayı, isteyene yoğun bir ideoloji ve politika konuşma-dinleme-paylaşma imkanı sunuyordu. Yıllardır içinde aktif siyaset yaptığım Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)’nin son yıllarda küçük kurultaylarını toplamadığı, danışma kurullarını da yapmadığı veya yapsa da pratik sonuçlar bile üretemediği düşünülünce; bu imkan, parti merkezindeki bazı politika ve materyal üretme çalışmalarının dışında kalan benim gibi üyeler için adeta bir hazineydi. Kurultay boyunca gördüm ki, bu bahiste hiç de yalnız değilim; binlerce insan bu yeni siyaset yapma arayışına iştiyakla katılıyor.
Her işin daha iyisini, daha mükemmelini yapmak elbette mümkündür. Bu Kurultay’ın da bu yaklaşımla alınacak dersleri mutlaka vardır.
Öncelikle, her ana oturumdan önce ‘’Yaşanmış Olaylar’’ başlığı altında yakın geçmişin önemli adaletsizliklerini birebir yaşayanların Kurultay’a hitap edebilmesini alkışlamak isterim. Çünkü yıllardır kulaklarımızda ‘’benim’’, ‘’benim’’, ‘’benim’’ diye sahiplenilen veya ötekileştirilenler çınlıyor. Çünkü birbirimizin acılarını anlamak, başkasının acısını acı olarak hissetmek, yeniden toplumsal ortak değerlerimizi hatırlamak ve yaratmak açısından büyük önem taşıyor. Bu çerçevede Yaşanmış Olaylar tanıkları arasında Hrant Dink’in ailesinden Rakel’in sesini duymayı çok isterdim. Ayrıca Toplumsal Bellek Platformu’ndan mesela Gül Erdost’un, 649. haftayı geride bırakmış bulunan Cumartesi Anneleri’nin sesini duymayı da çok isterdim.
Son yıllarda kadınlar toplumsal etkinliklerde, seçim mitinglerinde önemli bir yer tutuyorlar. Kadınları eşit insan saymakta zorlandığı çok açık ortada olan Ak Parti ve eşitliği aynılık zanneden Genel Başkanı’nın bile yolu kadınları görünürleştirmekten geçti, geçiyor. Kadınların doğumdan ölüme adaletsizlikle iç içe yaşadığını hepimiz biliyoruz. Ancak kadınların insan haklarında önemli sorunlarla boğuştuğumuz bu dönemde kadınlar medeniyetin, Cumhuriyet’in ve çoğulculuğun adeta simgesi. Gençler de ülkemizde geleceğin belirsizliğinden, dünyadan kopmakta olma ve eğitimin ülke içinde ve uluslararası işgücü piyasalarında rekabete katılabilmeye elverir olmaktan çıkma şanssızlığından en çok etkilenen nüfus grubu. Klasik deyişle, gelecek gençlerde. Buna karşılık Kurultay’ın sekiz ana panelinden birini bile bir kadın ya da bir genç yönetmedi; 40 ana panel konuşmacıdan sadece 4’ü kadındı, tek bir genç bu panellerde konuşmacı olmadı. Bu, bence, asla tekrarlanmaması gereken bir eksikliktir. Gençler Kurultay’a kendi çalıştay gündemleri ile katıldılar ve ben o çalıştaylarda neler olup bittiğini izleyemedim, ama kadın çalıştaylarının siyaset, ekonomi ve toplumda adalet başlıklı üçüne katıldım. Her üçünde de kadınların temsil ve katılım sıkıntısı -ben de dahil- bir çok konuşmacı ve katılımcı tarafından dile getirildi. Bu ses artık duyulmalıdır!
Ana panellerde merkezden ve sağdan konuşmacıların belirgin bir ağırlığı olsa da, katıldığım beş çalıştayın beşinde de, özellikle soldan, farklı sesleri duydum. Bu, bana CHP’nin Adalet Kurultayı’nda herkese kapının, mikrofonun açık olmasına çaba harcandığını gösteriyor. Bu çaba, çalıştay yöneticiliklerini sadece CHP milletvekilleri ve parti meclisi üyelerine değil farklı kesimlerin temsilcilerine açık tutarak ve dış politika alanına yönelik çalıştaylarla zenginleştirilmelidir. Gençlik çalıştayları kapsamındaki dokuz çalıştaydan üçünün ‘’bir başka Avrupa mümkün’’, ‘’Avrupa gençliği ve ekonomik kriz’’ ve “3.dünya krizinde gençlik, emek, direniş’’ başlıklarını taşıması gençliğin dünyayı kavramaya ne kadar açık olduğuna işaret ediyordu. LGBTİ’ler için bir çalıştay bile konmamış olması ise, bence açıklama hatta özür gerektirir bir eksikliktir. Ayrıca, özellikle hak temelli sivil toplum kuruluşlarından temsilcilerin tanımlı -mesela 10 dakikayı geçmeyen- sürelerle de olsa konuşabildiği bir serbest kürsü Adalet Kurultayı’nı çok güçlendirir; demokrasi ve çoğulculuk açısından güzel bir örnek oluştururdu.
Programın Hafıza Sokağı ve sergiler, imza duvarı ve “bir tuğla da sen koy” gibi etkinlikleri, tiyatro-müzik etkinlikleri, akşam sohbetleri herkese farklı seçenekler sundu. Örneğin, bugün artık Adalet Anıtı’na tuğla koyan 11 bin insandan biri olmanın gururunu taşıyorum. İmza duvarına ‘’Memlekette adalet yoktu, biz getireceğiz!’’ yazıp imzaladım. Adalet Kutusu’na, 12 Eylül’de işkence görmüş olmam ve 1402’li olmamla ilgili olarak, kendime yönelik hak ihlallerinin hikayesiyle katıldım. Kadın Kolları anı defterinde düşüncelerimle ve el yazımla yer aldım. Yüzlerce dostla selamlaştım, konuştum, hatta dertleştim. Çeşitli nedenlerle orada olamayan çok sayıda insanın telefonuna cevap verdim, heyecanlarını paylaştım.
Mekansal düzenleme açısından da iyi bir organizasyon gerçekleştirildi; emeği geçenlere teşekkür borçluyuz. Birinci gün gece yol gelmiş, sabah Çanakkale yük limanında saatlerce bekletilmiş ve Kurultay’ın başlama saatinde kamp alanında olamamış 2 bin dolayında insandan biriydim. Bize yapılan bu haksızlık, büyük olasılıkla Çanakkale Valiliği’nin iktidara hoş görünme çabasının bir ürünüydü. İlk günün organizasyon problemleri nedeniyle yaşanan konaklama ve yemek-su sorunları, sonraki günlerde yaşanmadı. Küçük bir çadırda konakladım, üşümedim; öğünlerde yemekhanede yiyebildiğim ne varsa onu yedim; su yeterli, çay boldu, her istediğimde içebildim; hatta her gün sabah sıcak duşumu alabildim. Sağlıkçılar her sorunda görev başındaydı.
Sonuç olarak…
Sonuç olarak, başa dönüyorum: 26-29 Ağustos 2017 tarihlerinde Çanakkale’de gerçekleşen Adalet Kurultayı’nın tamamına katıldım. Evime memnun, mutlu, kendimi iyi hissederek döndüm.
Çünkü Türkiye adaletini ve yeni siyasetini arıyor, kuruyor, üretiyor. Umut ve cesaretle! Umut insanda, cesaret içimizde!
*Nazik IŞIK
CHP PM Eski Üyesi,
nyisik@gmail.com