Mustafa DOĞAN – Sosyal Demokrat Yerel Yönetim

Bilindiği gibi, çeşitli kamu hizmetlerinin nitelikleri nedeniyle birbirinden farklı oluşları, merkezi yönetimlerden ayrı olarak “Yerel Yönetimleri” ortaya çıkarmıştır. Dışişleri, ulusal güvenlik, enerji üretimi gibi tüm vatandaşları ilgilendiren hizmetlerin merkezi yönetimlerce yürütülmesine karşın, yerel ölçekte ortak nitelikli hizmetler, yerel yönetimler tarafından karşılanmaktadır. Bu yönetimlerin en özellikli ve önemli örneği ise “Belediyeler”dir.

Tarihsel arka plan

Tarihçiler ve toplumbilimciler, kentlerin ortaya çıkışına, uygarlığın doğuşu gözü ile bakarlar. Çağdaş anlamdaki belediye kurumları kentleşme sürecinin doğal ve zorunlu bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Belediyeler, kentlerde oluşan yaşamsal sorunlar ve bu sorunların çözümüne yönelik kurumsal yapı olarak var olagelmiştir. Topluluk halinde yaşayan bireylerin gereksinim duyduğu ortak hizmetler, insanlık tarihi kadar eski olmakla birlikte, ülkelerin bu alanda örgütlenmeleri ağır seyretmiş ve geniş bir zaman süreci gerektirmiştir. Gerçekten de, bugünkü anlamda ilk belediye örgütü, İngiltere’de 1835 tarihinde çıkartılan bir yasayla kurulmuştur. Fransa’da belediyenin yasal dayanağı “Commune “ kanunu ise 1884 tarihini taşımaktadır.

Değişik ulusların, ülke koşullarına uygun buldukları yöntemler ile oluşturdukları belediyeler, özellikle sanayileşme ve buna bağlı olarak kırsal alandan göç sonucu ortaya çıkan “kentleşme” olgusunun da dürtüsüyle, giderek önem kazanmış ve halk ile doğrudan temas olanakları nedeniyle demokrasinin temeli sayılmaya başlamıştır.

Kentleşme çağının başlangıcı olarak bilinen 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra, yoğunlukla II. Dünya Savaşı sonrası Batı Avrupa’da hem sosyal devlet anlayışı gereği olan uygulamalarda ve hem de insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü konularında ciddi adımlar atıldı. Özellikle yerel yönetimlerin, kendine özgü bağımsız kişiliklerinin vurgulandığı çağdaş, güçlü ve özerk kurumlar haline getirilmesi, kaynakların öncelikli ihtiyaçlarda etkin, verimli, şeffaf ve denetlenebilir olarak kullanılması konusunda dikkate değer gelişmeler yaşandı. Avrupa Sosyal Şartı, Avrupa Kentsel Şartı ve Avrupa Kentli Hakları Bildirgesi gibi temel belgeleri takiben “ Dünya Yerel Yönetimler Birliği”nin 1985 yılında Rio De Janerio’da yapılan kongresi sonrasında ilk defa bir “Yerel Özerklik Evrensel Beyannamesi” yayımlanmıştır. Aynı yıl içinde Avrupa Konseyi tarafından “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı Sözleşmesi” kabul edilerek, yerel yönetimler alanında ciddi ve önemli bir adım daha atılmıştır. Ülkemiz de bunu -bazı maddelerine çekinceler koyarak- imzalamıştır.

Özellikle Avrupa’da, ilk önceleri yerel tüketiciyi koruyan, yerel ölçekte istihdamı arttıran, yerel halkın sosyoekonomik taleplerini karşılamaya yoğunlaşan yerel yönetimlerin, çok geçmeden, demokrasi kültürünün gelişmesinde ve temel insan hak ve özgürlüklerin korunmasında üstlenebileceği önemli işlevsellik fark edildi. Kavradığı bu gerçekle donanmış Avrupa Sosyal Demokrasisi, çağdaş bir gelecek için hızlı adımlarla yürümeğe başladı…

Batı Avrupa ülkelerinin sanayileşme sürecinde ortaya çıkardıkları süreçle özgürlükçü, çoğulcu ve sivilleşmiş nitelikleriyle varlığını sürdüren güçlü yerel yönetim kurumları, ülkemizin toplumsal değerleriyle örtüşmeyen bir kurumdur. Belediye kurumu, ülkemizde Tanzimat döneminde Batı ile artan ilişiklerimizin “istenmeyen ama zorunlu” bir sonucu olarak oluşturulmuştur.

Ülkemizdeki belediyelerin anayasal bir kuruluş olarak ortaya çıkmaları 1876 Anayasası ile mümkün olmuş, daha sonra 1924 Anayasası’nda da durum korunmuştur. Ancak, çağdaş ve Batılı anlamda tüzel kişiliği olan belediyelerin kurulması 1930 yılında çıkartılan 1580 sayılı belediye yasası ile sağlanabilmiştir. Söz konusu yasa, pek çok değişikliğe uğrayarak 75 yıl varlığını korumuş ve 2005 yılında yürürlüğe giren 5393 sayılı yasayla yürürlükten çıkmıştır.

Sosyal devlet-yerel yönetim ilişkisi

Sosyal devlet anlayışının en etkili uygulama alanı yerel yönetimlerdir. Dünyadaki başarılı yerel hizmetlerin tartışmasız sahibi de sosyal demokratlardır.

Ülkemizdeki belediyecilik tarihinde ilk defa sosyal devlet nitelikli kamu hizmetleri, 1970’li yıllarda Cumhuriyet Halk Partili belediye başkanları tarafından gerçekleştirilmiştir. 1970’li yılların insan öncelikli hizmetleri, defter kitap dağıtan; ekmek fabrikası, süt fabrikası kuran; tanzim satışları yapan; mahalle danışma merkezleri, mahalle kalkınma kooperatifleri ve mahalle güzelleştirme dernekleri kuran; gençlik örgütleri, kadın sığınma evleri oluşturan sosyal demokrat belediyecilik örneklerini Cumhuriyet Halk Partili belediyeler gerçekleştirmişlerdir. Bu süreçte, başta emekçi kesimler olmak üzere, toplumun diğer sosyal kesimleriyle, ağırlıklı olarak yerel yönetimler üzerinden güven ve sempati oluşturan Cumhuriyet Halk Partisi, iktidarın en güçlü seçeneği konumuna gelmiştir. Bu hızlı yükselişin yolu 1980 askeri darbesiyle kapatılmıştır.

Bugünkü durum itibarıyla, çok ciddi siyasal, sosyal, ekonomik, güvenlik, enerji, yurtta ve dünyada barış, demokrasi ve temel insan hakları ihlalleri ve benzeri önemli gerekçelerle ülkemizin güçlü bir sosyal demokrat iktidara ihtiyacı vardır. Bu iktidar yolunun en önemli yapı taşlarından birisi de “çoğulcu ve katılımcı“ bir yerel yönetim anlayışını tam anlamıyla yaşama geçirmektir. 

Katılımcılık, sosyal demokratların öngördüğü bir anlayıştır. Katılımcılıktan anladığımız, kentlinin belediye hizmetlerinin önceliğinde, günü birlik takibinde ve denetiminde, söz ve karar sahibi olmasını sağlamaktır. Bizim katılımcılıktan anladığımız, kaldırım  taşlarının rengini ve otobüslerin desenini halka sormak değildir. Bizim katılımdan kastımız, kent merkezinde her gün yüz yüze gelen ve selamlaşan, bir avuç kalburüstü insanı bir araya getiren elitist bir katılım anlayışı da değildir. Bizim katılımdan kastımız, katılım ve örgütlenme sözcüklerini soyuttan çıkartıp yaşamsal karşılıklarını yaratabilmektir.

Bu örgütlenmeler, kaynakları halkın denetimine geçirecektir. Bu örgütlenmeler, ahlakı sigortalayacaktır. Bu örgütlenmeler, kentimizin geleceğini sigortalayacak ve bu örgütlenmeler demokratik haklarımızı güvence altına alacaktır.

Belediyecilik apolitik bir alan değildir

Öteden beri ülkemizdeki sağ iktidarların belediyecilik alanında topluma pompaladığı bir anlayış vardır. Bu anlayışa göre belediyeciliğin; İyi mühendislik ve iyi işletmecilik düzeyinde algılanması istenmektedir. Bu haliyle belediyecilikte siyasi anlayış farkının üstü örtülmektedir. Bu anlamda “rozetimi çıkaracağım, hiçbir siyasi parti farkı gözetmeden herkesin belediye başkanı olacağım” sloganı, altı doldurularak benimsetilmiştir. “açıkgöz”, “becerikli”, ”iş bitirici”, ”biraz deli” başkanlar algısı yaratılarak şehir sorunlarının normal yeteneklerle çözülemeyeceği algısı toplumda yerleştirilmeğe çalışılmıştır. Çoğulcu, katılımcı, şeffaf, denetlenen ve hesap veren belediyecilik anlayışının su yüzüne çıkmasının önüne geçilmeye çalışılmıştır.

Belediyeler hizmet yeridir; siyaset yapılacak yerler değildir denerek apolitik bir yönetim süreci sağlanmıştır. Bunun sonucunda “sosyal demokrat” belediyeler ile diğer parti belediyelerinin hizmetleri aynılaştırılmış ve halkın belleğinde “yok aslında birbirlerinden farkı” noktasına getirilmeye çalışılmıştır.

Oysa kent planlaması ve kent sorunlarının çözümü bir konsültasyon meselesidir. Bir başka deyişle, kent planlaması ve kent sorunlarının çözümü, farklı disiplinlerin ortak konusudur. Örneğin, bir hastaya ait tüm tahlil sonuçlarının, doktorlar heyetinin görüşüne sunulup ve her konuda uzman doktorun görüşü alındıktan; yani hastaya en doğru teşhis konulduktan sonra yapılan tedavi, en doğru tedavidir. Kent sorunlarının çözümüne ilişkin olarak da, farklı konularda bilgi ve birikimi olan insanların, ortak görüşüne göre bulunan çözüm yolu da, en az eksikli çözüm yoludur. Yoksa bir akıllının, bu işleri tek başına yapabileceğini öngörmek, büyük bir yanılgıdır. Yerel yönetim hizmetleri, kişilerin tek başına karar alamayacakları kadar çeşitli bilgi ve birikim gerektirmektedir. Dolayısıyla, yYerel yöneticiler sorumluluklarını yerine getirirken, kimi kurum ve kişilerle organik iletişim içinde olmaları kaçınılmazdır.

Muhtarlarımız, yerel halkın olanaklar dahilinde azami temsili, yerel yönetimlerle ilgili bilgilerin yeniden üretildiği üniversiteler, kentçilik adına söz söyleme yeterliliği olan bilim adamları,  meslek odaları, sivil toplum kuruluşları ve basın, belediye kurumuyla birlikte, kentin ortak ve sosyal nitelikli sorunlarının önceliklerini belirlemede söz ve karar sahibi olmalıdır.

Elbette bunların içinde en önemlisi ve belirleyici olanı, yerel yönetimin kendi içindeki düzendir. Bu düzene, doğru ve sağlıklı yapılaşma kazandırılamazsa, sözünü ettiğimiz diğer kurum ve kişilerin çabaları da önemli ölçüde fayda sağlamayacaktır.

*Mustafa DOĞAN
Makina Mühendisi
md.mekaniktesisat@gmail.com