Eşsiz coğrafi konuma, görkemli tarihi geçmişe, büyük bir kültürel mirasa ve ekonomik potansiyele sahip olan İstanbul, başta deprem olmak üzere afet riskleri ile karşı karşıyadır.
Bununla beraber, ülkemizde yapılan afet yönetimi çalışmaları yakından incelendiğinde, gayretlerimizin çoğunu yanlış bir şekilde ve sadece afetlerden sonraki “müdahale etme” ve yara sarma yani “iyileştirme” aşamalarına, yani “kriz yönetimi”ne yöneltmiş olduğumuzu görürüz. Diğer bir deyişle, şimdiye kadar “afet yönetimini, insanları sadece enkaz altından kurtarmak, hastaneye yetiştirmek, yangın söndürmek, vb müdahale çalışmalarını sevk ve idare etmek” olarak algılamış; yani kriz yönetiminin afetin oluşumuyla beraber değil afet öncesinde risk yönetimiyle başladığını anlayamamışız.
İstanbul’da afet yönetimi
Aslında afet yönetimi, -müdahale çalışmalarına duyulabilecek ihtiyacı minimize edebilmek için- insanları tehlikelerden korumak ve mevcut riskleri afetler olmadan önce azaltmaya ve toplumun afetlere karşı direncini artırmaya yöneliktir. Afet yönetiminin amacı, “insanları nasıl enkaz altından kurtarırız” değil; “insanlar nasıl enkaz altında kalmaz” diye çalışmaktır. Örneğin, eğer İstanbul’da beklenen deprem gerçekleşirse, klasik “kriz yönetimi” yöntemiyle vereceğimiz kayıplar çok büyük olacak ve İstanbul’daki depremin ortaya çıkardığı riskler yönetilemeyecektir.
Bunu “bana göre, sana göre” değil; afet yönetimi bilimine ve beklenen deprem senaryosuna göre “İstanbul depreme hazır mı?” diye sorduğumuzda çok net bir şekilde görebiliriz. Örneğin, en son İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 2009 yılında güncellenen ve en kötü senaryo olarak bilinen 7,5 büyüklüğündeki depremin (çok iyimser olan!) sonuçlarına bakalım:
* 10-30 bin ölü: Bu ölümler gerçekleştiğinde kimlik tespiti, cenaze işleri için bir hazırlık yapmak mümkün değil. Ayrıca mezarlıkların planlanmasında her ölü beden için 5 metrekarelik bir alan gerekli. 30 bin ölü, 150 bin metrekarelik mezarlık demek!
* 2 bin 500-10 bin çok ağır hasarlı ve 13-34 bin ağır hasarlı bina: Çok ağır hasarlı binaların yarısı yassı kadayıf olsa, bu binalardan herkes canlı çıkarılamaz ve ölenler geri getirilemez. Aslında depremden sonra 5 bin binaya, 5 bin tane 20’şer kişiden oluşan arama ve kurtarma ekibi bulmak da mümkün değil.
* 85-150 bin orta hasarlı ve 250-350 bin hafif hasarlı bina: Böyle bir durumda 530 bin olarak hesaplanan acil barınma ihtiyacı olan hane sayısı, panik nedeniyle birkaç milyonu bulacak. Ne dünyada bu kadar çok çadır, ne de İstanbul’da bu kadar çok çadırı kurmak için yeterli açık alan var.
* 20-60 bin hastanede tedavi gerektiren ve 50-140 bin hafif yaralı: Güçlendirilen ve yeniden yapılan hastanelerimiz var. Fakat apartmandan bozma ve çürük binalarda sağlık hizmeti veren tesislerimizin sayısı daha fazla. Binası sağlam kalan hastanelerimizin de -yapısal olmayan riskler dikkate alınmadığı için- içindeki teçhizat zarar görebileceğinden tam kapasite çalışabileceği şüpheli. Deprem, sağlık personelini ve tesislerini de etkileyeceği için bu konuda da dışarıdan gelecek olan desteğe ihtiyaç var. Hasar görecek yol ve köprüler ile beraber yolları kaplayacak olan bina enkazı ve terk edilecek olan araçlardan dolayı yaralı ve ekip taşıma zor olacak. İlkyardım bilgisi ve doğru bir ilkyardım çantası olan insan sayımız da yok denecek kadar az.
*650 noktada doğalgaz şebekesi ve 17 bin adet doğalgaz kutusunda hasar: Bu rakamlara binlerce fabrika, konut ve araç yangınını da ilave etmeliyiz. İtfaiyenin de karayolundan ulaşımının imkansız olabileceği bir yerde taşıma su ve ekipler ile yangın ve kimyasal serpintilere müdahale etmek mümkün olamayacak.
*450 noktada içme suyu ve 1500 noktada atık su hattı hasarı bekleniyor: İSKİ su şebekesinin büyük bir kısmı yenilendi. Fakat Japonlar gibi sismik bağlantılar yerine hala standart boru bağlantıları kullandığımız için su şebekemizin de depreme göre inşa edildiğini söyleyemeyiz. Ayrıca Japonlar gibi, halkın sığınabileceği park ve bahçelere de, afetzedelerin ihtiyacını karşılayacak su deposu ve fosseptik gibi sistematik olması gereken hazırlıklarımız da yok… Yani tek başına boş çadır alanları da çözüm değil.
Öncelikle afet riskleri azaltılmalı
Bu listeyi uzatmak mümkün; ama anlamak isteyenler tarafından mesaj alınmış olmalı. Özetle, İstanbul ve birçok ilimizdeki afetlerin oluşturdukları riskler şuan kabul edilemez ve yönetilemez durumdadır.
Diğer bir deyişle, ülkemizde afetlerin oluşturacağı ve yönetilemez olan riskler yönetilebilir (tolere edilebilir) bir seviyeye indirgenmeden sözde hazırlıklar yapılmaya çalışılmaktadır. Bu nedenle ülkemizde afetlere hazırlanmış örnek bir şehir yoktur. Tüm tecrübemiz yara sarma üzerinedir. Oysa afet yönetiminde esas olan, önce afet risklerini baş edilebilir bir seviyeye kadar azaltmak; sonra geri kalan risklere karşı hazırlıklar yapmaktır. İstanbul örneğinde görüldüğü gibi İstanbul’da olası bir depremin beklenen en iyimser sonuçlarıyla bile afet sonrası baş edilebilmesi mümkün değildir. Şüphesiz afetlere hazırlık safhasındaki çalışmalar da yapılmalı, tehlikenin insanlar için olumsuz etkiler doğurabilecek sonuçlarına karşı önlemler alarak, zamanında en uygun şekilde plan, eğitim, en etkili organizasyon ve yöntemler ile müdahale edebilmeye hazırlanılmalıdır. Ama sadece bunları yeterli görmek -yani riski kabul edilemez seviyede bırakmak- adı “güven tatbikatları” olan tatbikatlarla ve uzay üssü alfa şeklinde inşa edilen afet yönetim merkezleri, kedi köpek, gösterişli alet gereçle, üniformalarla toplumda ve yöneticiler seviyesinde yanlış yanılgılar yaratılmasının sonucunda büyük trajediler yaşamaktayız…
Afet çalışmalarının halkla beraber yapılamıyor olması da Türkiye’deki afet yönetimi çalışmalarının en zayıf halkasını oluşturmakta. Halk, bu çalışmalarda paydaş olarak görülmeyip bu sürece daha çok “afetzede” olarak katılabilmekte. Ayrıca, 2005 yılında çıkan 5393 Sayılı Belediye Kanunu’nun 53. maddesi ve 5302 Sayılı İl Özel İdaresi Kanunu’nun 69. maddesi belediye ve il özel idarelerine afet ve acil planlarını yapmak, afet zararlarını azaltmak, halkı eğitmek, gerekli donanımı hazırlamak vb. gibi görevler vermesine rağmen ülkemizde bunları hakkıyla yerine getiren il özel idaresi ve/veya belediye yok.
Aslında ülkemizde yapılan afet çalışmalarının arkasında daha çok veya sadece “arama-kurtarma” mantığı yatsa da müdahale konusunda da birçok şey eksik kalmıştır. Örneğin, müdahalede standardize edilmiş bir organizasyon yapısı içinde işleyen iletişim, personel, ekipman, prosedürler ve imkânlar kombinasyonu yaratan doğru bir olay yeri komuta sistemimiz de yoktur.
Sonuç olarak, ülkemizdeki afet yönetimi çalışmaları sadece kriz yönetimine değil; daha çok risk yönetimine yani afet zararlarını ve risklerini azaltmaya yönelik olmalıdır. Risk azaltma, tehlikeli durumları ve bunların oluşturabileceği can, mal ve iş/hizmet kaybı riskini azaltmayı amaçlayan ve sürekliliği olan aktivite ve önlemlerdir. Bunlar, yapısal ve yapısal olmayan önlemlerden oluşur. Örneğin, afet zararlarını azaltmak için tehlike ve risk analizi, afet senaryolarının üretilmesi ve çözüm yollarının geliştirilmesi, etki analizi, ihtiyaç ve olası hasarların belirlenmesine yönelik hazırlıklar, kısa-orta-uzun vadeli zarar azaltma planları, toplumu ve kurumları ilgilendiren hazırlık ve planlar ile ilgili koordinasyonu sağlamak, tehlikenin yeri, meydana gelebilecek zararlardan korunmak için alınması gereken önlemler konusunda toplumu sürekli ve doğru bir şekilde bilgilendirmek, kamuoyunu bilinçlendirmek ve eğitmek, risk altındaki yapıları kamulaştırmak, kritik tesisleri güçlendirmek, mevcut planları güncelleştirmek ve tatbikatlar ile geliştirmek, tarihi eserler ile çevreyi ve doğal hayatı korumak, sürdürülebilir kalkınma için iş yerlerini de afetlere dirençli hale getirmek…
Böylece afetlere hazırlık çalışmalarında mevcut yapıların deprem, sel, fırtına, vb. karşı dayanımının artırılması; afet acil durumlara karşı planlama ve eğitimle kapasitenin geliştirilmesi; afet riskli alanlarda mevcut kentsel dokunun ve kültürel mirasın korunması, iyileştirilmesi, tasfiyesi, yenilenmesi ya da yoğunluk azaltılması konularında yürütülen projenin ilgili kurum, kuruluş, sivil toplum örgütleri, toplum temsilcileri ve akademisyenlerle birlikte değerlendirilmesi hedeflenmelidir.
Diğer bir deyişle, afet ile ilgili çalışmalarımızın çoğunu mutlaka toplum tabanlı olarak afet öncesinde risk ve zarar azaltmaya yöneltmeliyiz. Bu yazıyı, Mustafa Kemal Atatürk’ün yaygın olarak bilinmeyen, afetlerin oluşturabileceği zarar ve riskleri azaltıcı tedbirler alınmasının önemini vurgulayan sözünü hatırlatarak bitirmek istiyorum. “Felaket başa gelmeden evvel önleyici ve koruyucu tedbirleri düşünmek lazımdır, geldikten sonra dövünmenin yararı yoktur!”
Prof. Dr. Mikdat KADIOĞLU
İstanbul Teknik Üniversitesi
mikdat.kadioglu@gmail.com