Kuvvetler ayrılığı ilkesi, devlet iktidarı işlevlerinin erkler tarafından yerine getirilmesidir. Farklı organlar farklı işlevleri yerine getirmektedir. Kuvvetler ayrılığı ilkesi, siyasal iktidarı sınırlandıran bir “fren ve denge” mekanizmasıdır. Bu ilke; yasama, yürütme ve yargı fonksiyonlarının ayrı organların elinde bulunmasını ve bu organların faaliyet yürütme noktasında bağımsız olmaları gerektiğini savunur.
Kuvvetler ayrılığı teorisini ilk ortaya atan İngiliz düşünür John Locke’tur. Ancak kuvvetler ayrılığı teorisinin asıl savunucusu Fransız düşünür Montesquieu’dur. Montesquieu, Yasaların Ruhu adlı eserinde yargının, yasama ve yürütme erklerinden bağımsız olmaması durumunda özgürlükten bahsetmenin mümkün olamayacağını ileri sürmüştür. Locke ise, İngiliz anayasal monarşisinin yanında yer aldığından, yasama ve yürütme erkleri üzerinde durmuştur. İngiltere örneği, halkın iradesini son derece ön planda tutmaktadır. Locke’un fikirleri de bu yönde gelişmiştir. Bu sebeple Locke, yasamayı diğer organlardan ayrı bir yere koyar. Montesquieu ise siyasal özgürlük kavramı üzerinde durmuştur. Fransız düşünürün fikirleri Fransız Devrimi’nden sonraki anayasacılık hareketlerini etkilemiştir. Montesquieu, kanunu yapan ile uygulayanın aynı organ olmasının adaletsiz bir durum olacağını savunmuştur. Kanunu yapanı yani yasamayı denetleyecek olan, yargıdır. Tüm organların yetkilerinin tek bir organda toplanması durumunda demokrasiden bahsetmek mümkün olmayacaktır. Montesquieu, yasama yetkisini kullanan organ ile yargı yetkisini kullanan organın aynı olmasını despotluk olarak nitelendirmiştir.
Parlamenter rejimlerde yasama ve yürütme organları hukuken bir birbirinden bağımsızdır. Teorik olarak durum böyle olsa da uygulamada kuvvetler ayrılığı tam olarak uygulanamamaktadır. Yasama organında temsilci çoğunluğunu elinde bulunduran parti pratikte yürütmeyi de ele geçiriyor. Böylelikle yasama ve yürütme iç içe geçmiş oluyor. Yasama organında halk, partiler aracılığı ile temsil ediliyor. Çoğunluğu sağlayan parti hükümeti kuruyor ve yürütmeyi şekillendiriyor. Yasama ve yürütmenin bu şekilde etkileşim içinde olması yasamanın yürütmeyi denetleyebilmesini imkansız hale getiriyor. Bu durumda yargının önemi daha da artıyor. Aksayan kuvvetler ayrılığı ilkesinin işlerliğini devam ettirebilmesi, yargı erkinin görevini tam etkinlikle yapabilmesiyle mümkün olacaktır. Yargı bağımsızlığının sağlanması siyasal iktidarların sınırlandırılması ve temel hak ve özgürlüklerin korunması açısından büyük önem taşıyor.
Türkiye’deki uygulamaya baktığımızda 1921 Anayasası ile kuvvetler birliği sistemi benimsenmişken 1924 Anayasası ile beraber kuvvetler ayrılığı sistemine geçiliyor. 1982 Anayasasına göre kuvvetler ayrılığı ilkesi, egemenliğin kullanımında esas ilke olarak kabul edilmiştir. Anayasanın 7. maddesinde yasama organı, 8. maddesinde yürütme organı ve 9. maddesinde yargı organı tanımlanmıştır. Yasama organının kontrolünde olan yürütme organı teorik olarak bağımsız olsa da yasama ve yürütme etkileşim halinde hareket etmektedir. Katı bir parti disiplininin olduğu ülkemizde bir milletvekilinin partisinin kararlarından bağımsız hareket etmesi pek mümkün olmamaktadır. Bu sebepten ötürü milletvekilleri partilerinin istekleri doğrultusunda oy kullanmaktadır. Parlamentoda çoğunluğa sahip parti diğer partilerin görüşlerini dikkate almadan yasa tekliflerini parlamentodan geçirerek yasalaştırmaktadır. Durum böyle iken yasama ve yürütmenin bağımsız olduğunu söylemek imkansız hale geliyor. Yasamanın yürütmeyi denetleyebilmesinin imkansızlaştığı bu halde kuvvetler ayrılığının işlevselliğini yitirdiğini söyleyebiliriz.
Yargı bağımsızlığı ve Türkiye örneği
Parlamenter demokrasilerde hukuki olarak yürütme ve yargının bağımsız olduğunu ancak uygulamada bu durumun işlevselliğini yitirdiğini açıktır. Bu noktada yargıya büyük görev düşmekte. Yargı, siyasal iktidarın mutlak gücünü sınırlayarak ve onu denetleyerek demokratik sistemin devamı açısından önemli bir görev üstlenecektir. Yargının bağımsızlığı bu görevin tam ve etkin olarak yerine getirilmesini sağlayacaktır. Yargı bağımsızlığı konusunu Türkiye örneği üzerinden inceleyeceğiz.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 9. maddesinde yargı yetkisinin bağımsız mahkemelerce kullanılacağı ifade edilmiştir. Temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınabilmesi ve siyasi iktidarın sınırlanabilmesi için yargı erkinin tam bağımsız olması gerekmektedir. Nitekim 9. maddenin gerekçesi yazılırken bu konu üzerinde durulmuştur. Hukuk devleti ilkesinin bir gereği olarak tüm kişi ve kurumlar yargının denetimine tabidir. Bu durum yargıyı yasama ve yürütme organları karşısında farklı bir noktaya koyuyor. Bu bakımdan yargı bağımsızlığı oldukça önemlidir. Bu gerçekle beraber 1982 Anayasasının kısıntı diye tabir ettiğimiz bir uygulama ile bazı işlemleri denetim dışında bıraktığını görüyoruz. Yargısal denetim alanının daraltılması yürütmenin lehine olan bir uygulamadır. Hukuk devleti ilkesinin en temel düsturu devletin hukuki işlemlerinin denetlenebilmesidir. Bu durumun hukuk devleti ilkesi ile bağdaştığını söyleyebilmemiz mümkün değil.
Yargı bağımsızlığı, ancak yargıçların ve mahkemelerin bağımsızlığı ile teminat altına alınırsa gerçekleşebilir. Anayasanın 138. ve 139. maddeleri yargı bağımsızlığı açısından önemlidir. Burada yer alan hükümlere göre hiçbir makam, merci veya kişi yargı yetkisinin kullanılması için emir veremez. Aynı zamanda yasama organında, görülmekte olan bir dava hakkında görüşme yapılması yasaklanmıştır. Hakimlerin ve savcıların özlük hakları korunmuş, siyasi baskının önüne geçilmeye çalışılmıştır.
HSYK’nın kuruluş amacı ve yeni HSYK düzenlemesi
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, hakimlerin ve savcıların bağımsızlığının sağlanabilmesi adına kurulmuştur. Bu kurul; hakim ve savcıları mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, yükseltme ve birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme ve görevden uzaklaştırma işlemlerini yapar. HSYK’nın başkanı Adalet Bakanıdır. Adalet Bakanlığı müsteşarı kurulun doğal üyesidir. Hakimler ve savcıların bağımsızlığını teminat altına almak için kurulan Kurulun başında Adalet Bakanının yer alması ve müsteşarın üye olması yargı bağımsızlığına zarar veren bir uygulamadır. Siyasi iktidara angaje bir kişinin bu kurulun başında olması yargının siyasallaşmasının önünü açacaktır. Hakim ve savcılarla ilgili işlemlerin bakanlık eliyle hazırlanıp kurula son aşamada getirilmesi yargıç güvencesini zedelemektedir. Örneğin hakimler ve savcıların mesleğe alınmasında bakanlık etkilidir. Bu uygulama, siyasi yakınlığa göre seçim yapıldığı şüphesini doğurmaktadır. Yargıç bağımsızlığı sağlanmadan yargı bağımsızlığının sağlanması mümkün değildir. HSYK kanununda belirtildiği üzere kurul 22 asil 12 yedek üyeden oluşur. Cumhurbaşkanı 4 asil üye seçmektedir. Bakanın başkanlık yaptığını ve müsteşarın da doğal üye olduğunu düşünecek olursak yürütmenin yargı üzerindeki etkisi açık bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Bu durum yargı bağımsızlığını tehlikeye düşürmektedir.
HSYK’nın yapısı geçtiğimiz günlerde mevcut siyasi iktidarın anti-demokratik yasa teklifi ile yeniden değiştirildi. HSYK son halini 2010 referandumundaki değişiklikler ile almıştı. Soruşturmaların gölgesinde hazırlanan bu değişiklik teklifi yargı bağımsızlığı açısından pek çok şüpheyi içerisinde barındırıyor. Yeni düzenlemede Adalet Bakanının HSYK üzerindeki etkisinin arttığını görüyoruz. Düzenleme, HSYK genel kuruluna ait pek çok yetkiyi başkana yani Adalet Bakanına devrediyor. Başkana verilen bu yetkiler siyasetin yargıya müdahale alanını genişletecektir. Yeni düzenlemenin 42. maddesinin 3. fıkrasında, başkanın hakimler ve savcılar hakkındaki ihbar ve şikayeti doğrudan inceleyip soruşturma açılıp açılmayacağına karar vereceği hükmü yer almıştır. Mevcut düzenlemede bu yetki genel kurulda. HSYK kanununun 6. maddesine eklenen bentler ile Bakana şu görevler verilmiştir: 1)Teftiş Kurulu başkanını, Teftiş Kurulu başkan yardımcılarını ve genel sekreter yardımcılarını atamak; 2)Yargı yetkisinin kullanımına ilişkin hususlar hariç kalmak üzere ilgili dairelerin görüşü alınmak suretiyle yönetmelik çıkarmak ve genelge düzenlemek; 3)Dairelerden birine gelen ve olağan çalışmalar ile karşılanamayacak oranda artan işlerden bir kısmını diğer daireye vermek; 4)Kurul üyeleri hakkındaki suç soruşturması ile disiplin soruşturma ve kovuşturma işlemlerini yürütmek ve bu konuda gerekli kararları vermek
Suç soruşturmaları ile disiplin soruşturma ve kovuşturma işlemlerinin yürütülmesinin başkana devredilmesi, yargıçlar üzerinde siyasi baskı kurulması sonucunu doğuracaktır. 8. maddedeki düzenleme ile genel kurulun asıl ve tamamlayıcı üye seçme yetkisi başkana devrediliyor. Mevcut kanunun 7. maddesinde genel kurulun görevleri yer alıyor. Yeni düzenleme ile bu görevler başkana devrediliyor.
Yargı bağımsızlığı ile bağdaşmayan, benzerini hiçbir çağdaş hukuk devletinde göremeyeceğimiz bu düzenlemeler ile kuvvetler ayrılığı ilkesinin uygulanabilmesi artık mümkün olmayacaktır. Düzenleme yürürlüğe girdiğinde hakimlerin ve savcıların bağımsızlığı için kurulmuş olan bu kurul yargıç bağımsızlığının önündeki en büyük engeli oluşturacaktır. AB ilerleme raporlarında bakanın kurula başkanlık yapması, müsteşarın kurulun doğal üyesi olması ve Cumhurbaşkanının üye ataması dahi eleştirilirken bu yeni düzenlemenin nasıl karşılanacağını tahmin etmek güç değil. Yargı erkinin tam ve etkin işleyebilmesi için siyasi müdahale alanı bırakılmamalıdır. Yargıç bağımsızlığını sağlamak için uygun koşullar oluşturulmalı ve Adalet Bakanlığı HSYK’dan tamamen çekilmelidir. Mesleğe adaylık sürecinde Adalet Bakanlığının yani siyasi otoritenin müdahalesi olmamalıdır. Mesleğe kabulde tarafsız davranılmalı, nesnel ölçütler çerçevesinde seçim yapılmalıdır. Hakim ve savcılar hakkındaki suç soruşturmaları ile disiplin soruşturma ve kavuşturmaları işlerinin yürütülmesini başkana veren düzenlemeden vazgeçilmelidir. Yargıçları soruşturacak ve kovuşturacak kişi siyasi kimliği olan bir başkan olmamalıdır. Sonuç olarak yargı erkinin bağımsızlığını korumak ve işlerliğini sağlamak için kurulmuş olan kurul, bu değişiklik ile siyasi iradeye bağımlı hale geliyor. Bu düzenleme yürürlüğe girdiğine göre artık yargı bağımsızlığından bahsetmemiz mümkün olmayacak.
Kuvvetler ayrılığı ilkesi günümüzde teorik anlamını yitirmiş, pratikte yasama ile yürütmenin iç içe geçtiği bir sistem halini almıştır. Yasama organında çoğunluğu elinde tutan partinin etkisi ile şekillenen yürütme organının yasama tarafından denetlenebildiğini söylemek güçtür. Bu çerçevede yasama ve yürütme organlarına karşı en etkili denetim mekanizması yargıdır. Yargının bu denetim görevini etkin bir şekilde yerine getirebilmesi için bağımsızlığının garanti altına alınmış olması gerekmektedir. Bağımsızlığı garanti altına alınmış olan yargı ile kuvvetler ayrılığı ilkesi daha etkin bir şekilde işleyecektir. Yasama ve yürütme arasındaki ilişki bunu engellemeyecektir.
*Mesut Akıncı,
Ankara Üniversitesi,
bahcelirivayet@gmail.com