AKP, CHP ve HDP’nin seçim bildirgeleri ortaya çıktı. İlk olarak, her üç bildirgenin, dertleri ve yönleri farklı olsa da Türkiye için bir dönüşüm gereğinden söz ettikleri ve bunu hedefledikleri söylenebilir. AKP Bildirgesi’nde yeni anayasa ile başkanlık sistemi yönünde bir dönüşüm hedeflenmekte; CHP, bir yandan AKP’nin siyasal, anayasal, ekonomik ve toplumsal yapıda açtığı hasarların giderilmesi, öte yandan sosyal demokrasinin hayata geçirilmesi yönünde bir hedefi ortaya koymaktadır. HDP Bildirgesi’nde ise, radikal bir yaklaşımla merkezden yerele, demokrasi anlayışından özgürlüklere, kimliklerden bölüşüme uzanan çok boyutlu bir dönüşümün hedeflendiği görülmektedir.
Sosyal politikaya gelirsek, AKP’nin değil, fakat CHP ile HDP’nin bu alanda da oldukça ileri vaatlerde bulundukları ve dönüşüm denilebilecek bir değişim öngördükleri söylenebilir. Ancak, vaatlerin arkasındaki anlayış ve yaklaşımlar üzerinde durulduğunda, değişim-dönüşüm konusunu daha çok tartışmak gerektiği ortaya çıkmaktadır.
AKP: “Yeni Türkiye Yolunda Daima Adalet Daima Kalkınma “
AKP Bildirgesi’nde sosyal politika, “İnsani kalkınma, Nitelikli Toplum” başlığı altında yer almakta. Bu bölümün başlangıcında “sosyal devlet” ilkesinden söz edilmesi ve sosyal politikaların “tüm politika alanları için mihenk taşı” olduğu gibi bir ifade kullanılmasına dikkat çekmek isterim. Çünkü ne burada ne de daha sonra sosyo-ekonomik haklardan söz eden herhangi bir ifadeye rastlandığından, “mihenk taşı” olarak görünen sosyal politikanın, “hak” kavramıyla ilişkisi olmayıp “sosyal yardım” olarak görüldüğü anlaşılmakta ki, önemli. 12 yıllık uygulama da, bu yönde.
İstihdamdan başlarsak, AKP Bildirgesi’nde, istihdama “İstikrarlı ve Güçlü Ekonomi” başlığını taşıyan bölümde yer verildiği ve “iddialı” bir yaklaşımla “istihdam dostu bir büyümenin” hedeflendiğinden söz edildiğini görüyoruz. İktidarları döneminde bu alanda uyguladıkları politikalardan övgüyle söz edildikten sonra, 2023 yılına kadar işsizlik oranını %5 düzeyine indirme, genel istihdam oranını %50, kadın istihdamını %38’e çıkarma gibi hedefler dile getirilmekte ve bunlara ulaşmak için 16 maddelik önlemler dizisi sıralanmaktadır. Bunların çoğunun idari ve kurumsal bazı önlemlerin alınması, eğitim ve danışmanlık hizmetlerinin güçlendirilmesi gibi dolaylı konular olduğu, istihdam yaratılması açısından doğrudan etkili olması beklenen önlemlerin ise, istihdam garantili eğitim, bu konuda işverenlere SGK primi desteği, girişimciliğin özendirilmesi, esnek istihdam biçimleri olarak, neo-liberal ekonomi politikalarının kabul ettiği önlemlerden ibaret kaldığı görülmekte.
Eğitim, sağlık, sosyal yardım ve sosyal hizmet alanında birçok hedef ve vaadin dile getirildiği bildirgede, insani gelişme endeksinde Türkiye’yi yüksek insani gelişmişlikten “en yüksek insani gelişmişlik” gurubuna taşımak gibi bir hedeften söz edildiği de görülüyor. Yani, bugün yer aldığımız 69. sıradan biraz ilerleyip, Bulgaristan, Libya, Malezya gibi ülkelerin önüne geçmek gibi bir umut var!
AKP dönemi sosyal politikalarını irdelediğim bir yazıda, söylem ne olursa olsun, AKP sosyal politikasının esas olarak dip mağduriyetleri ve yoksulluğun yönetilmesini amaçladığını, uygulama sonuçlarına bakıldığında “sosyal yardım devleti” olarak tanımlanmasının bile zor olduğunu yazmıştım. Yalnız GSMH içinde %1,4 düzeyinde kalan sosyal koruma harcamaları nedeniyle değil, bu harcamaların neo-muhafazakarlık ve neo-popülizm içinde “araçsallaşmaları” nedeniyle de böyle bir tanımlamanın yerinde ve haklı olduğunu düşünmekteyim. AKP’nin başarı olarak sunduğu uygulamalara karşın, %10’ları geçen işsizlik, hanelerin yarısını etkileyen geçim darlığı, gelir açısından kişisel ve bölgesel düzeyde göze çarpan adaletsizlik, yaygınlaşan taşeronlaşma, iş yerlerinin iş cinayetlerine yol açacak kadar denetimden uzak olmaları gibi, söylem ile gerçek arasındaki farkı açıkça ortaya koyan veriler var. 2015 Seçim Bildirgesi’nde de bir fark yok; yani, neo-liberal politikalara, yoksulluğun yönetilmesine, sosyal yardımların araçsallaştırılmalarına devam!
CHP: “Yaşanacak Bir Türkiye
CHP Seçim Bildirgesi demokrasi, hukuk, insan hakları, laiklik gibi konularda iddialı olduğu gibi, sosyal politika açısından da azımsanmayacak iddialar taşımakta. Önsöz’de “hak temelli bölüşüm politikalarından“ söz edilmekte; ekonomi konusu, “İstihdam Yaratan, Kapsayıcı Ekonomi”, sosyal politika ise “Dayanışma ve Sosyal Adalet” başlıkları altında sunulmaktadır.
Sosyal politika konusunda, ilk olarak, siyasal özgürlükleri gerekli fakat yeterli görmeyen, “özgür olmak için yurttaşlar ekonomik açıdan bağımsız olmalı” diyen söylemi vurgulamak gerek. Bu yaklaşımla, birçok yazımda dile getirdiğim gibi, temel hak ve özgürlüklerin ancak sosyo-ekonomik hakların varlığı ile güvence altına alınacağının kabul edildiğini söyleyebiliriz. İkinci olarak, “kapsayıcı büyüme, bütüncül sosyal politika, ön bölüşüm” adlarını alan üç stratejiden söz edilmektedir ki, sosyal refah devleti gibi bir hedefe ulaşmak açısından ne kadar önemli olduklarını söylemeye gerek yok
Kısacası, sosyal yardımları ikiye katlamak, hiçbir hanenin gelirinin 720TL’nin altına inmemesini sağlamak, asgari ücreti 1500 TL’ye çıkarmak, 13 yıllık zorunlu eğitime geçmek, okullarda ücretsiz öğle yemeği ve bunlar gibi vaatler önemli; ancak, bu vaatleri çevreleyen anlayış ve stratejilerin en az onlar kadar önemli oldukları unutulamaz. Bu açıdan Bildirge’nin, sosyo-ekonomik haklar ve sosyal refah devleti konusunda olumlu bir yaklaşımı ve oldukça kapsamlı bir duruşu yansıttığı, bu haliyle bir “dönüşümü” işaret ettiğini söylemek gerek. Sosyal politikayla ilgili olarak, “aile sigortası, adil ve demokratik çalışma düzeni, güçlü kadın ve güçlü toplum, gençliğini yaşayan gençler, geleceğe umutla bakan çocuklar, yaşam standardı yüksek emekliler, her alanda var olan engelliler, kimseye muhtaç olmayan yaşlılar” adını alan alt başlıklarda da, bu doğrultuda birçok uygulama ve politikaya yer verildiği görülmekte.
Ancak, Türkiye gibi, nüfusu ve toplumsal ihtiyaçları büyük, sosyo-ekonomik sorunları yoğun olan bir toplumda “sosyal refah devleti” hedefi doğrultusundaki bir dönüşümü, yalnız devlet harcamalarında bazı tasarruflar ve değişikliklerle karşılamak mümkün değil. Örneğin Kemal Kılıçdaroğlu’nun “kaynak nerede” sorusuna verdiği ve sosyal harcamaları GSMH içinde bugünkü %1,4 düzeyinden %3 düzeyine çıkarmaya yönelik yanıtı ile emekliye ikramiye, sosyal yardım kapsamının genişlemesi, mazotun fiyatının düşmesi gibi bazı önlemler hayata geçirilebilir; ancak bunlar, sosyal yardım devletinin biraz “cömertleşmesi” olur. Sosyal refah devleti ve sosyo-ekonomik hakların hayata geçmesi düşünüldüğünde ise, çok daha ciddi kaynağa ihtiyaç olduğu kuşku götürmez.
CHP Bildirgesi’nde 19-20 yerde “vergiden” söz edilmekle birlikte, bunların bir kısmı vergi kayıplarının önlenmesi, vergi politikasında dolaysız vergilerin esas alınması, herkesten gücüne göre vergi alınması gibi olumlu önlemleri konu ederken, geri kalanı daha çok vergi indirimleriyle ilgi kurmaktadır. Dolayısıyla, “sosyal refah devleti” ve bu çerçevede ortaya konulan sosyal politikalar konusunda ciddi bir kaynak sorunu olduğunu görmemek mümkün değil. Öte yandan bu hedefler açısından neo-liberal politikalarda da bir dönüşüm gerekirken, bu konuda “sessizliğin” tercih edilmesinin “inandırıcılık” sorununa yol açtığını da görmek gerek.
Örneğin istihdam yaratılmasında, esas olarak, bilgi ve teknolojiye dayalı, katma değeri ve rekabet gücü yüksek, verimli ve etkin yönetilen yatırımlarla iş gücünün eğitimine bel bağlandığı görülüyor; oysa, bu özellikleri taşıyan ekonomiler açısından da istihdam sorunu var. Öte yandan, “uygun yatırım iklimi” açısından CHP ile sermaye arasında uzlaşmanın nerede ve nasıl sağlanacağı gibi bir mesele olduğuna kuşku yok. Yani bizim gibi ülkelerde sermaye için “uygun iklim”, en başta esnek istihdam, düşük ücret, güvencesiz işler anlamına gelirken, güvenceli istihdam önlemlerinin, ya da asgari ücretin 1500 TL düzeyine çıkmasının nasıl karşılanacağı merak konusu! İstihdam yaratma açısından benimsenen “aktif iş gücü politikalarının” da, işgücünün eğitimine ve bu eğitim kapsamında istihdam yaratılmasına dayalı olduğu ve AKP’nin istihdam paketinden pek farklı olmadığı ortada. Bu konuda “kamu istihdamının genişletilmesi” gibi bir hedef ve politikayı olumlu bulmak mümkün; ancak kaynak meselesi bu konu açısından de geçerli.
HDP: Büyük İnsanlık-Biz’ler Meclise
HDP’nin Seçim Bildirgesi’nin, en başta, biçimi, dili, konuları, içeriği açısından alışılmadık bir seçim bildirgesi olduğunu söylemek gerek. Örneğin “Büyük İnsanlık” başlığı altında “Biz’ler Meclise” çağrısı gibi, “kadın, genç, çocuk, LBGT’li, demokrasiye inanan, insan haklarını savunan, farklılıklarını yaşamak isteyen, özgür dünyayı savunan, doğadan yana olan, güvenceli yaşam ekonomisini önceleyen, emekten, sosyal haklardan yana olan biz’ler” gibi başlıklar da, “özne” olarak “biz’ler”in alınması açısından da yeni ve farklı.
Kimi bölümlerde kadın, çocuk, emekçi gibi kimlikler ve bunların ihtiyaçları üzerinden yola çıkan bir ifade kurulurken; kimi bölümler kimliklerden çok hedeflerle belirlenmekte ve demokrasiye inananlar, insan hakları savunucuları, doğa koruyucuları gibi ortaklıklar üzerine kurulan bir anlatımın benimsendiği görülmektedir. Benimsenen bu yaklaşımla demokrasi, insan hakları, özgür dünya, doğa, güvenceli yaşam ekonomisi gibi hedeflerin birer özneye dönüştürüldüğü ve bunlar etrafında toplanan bir yaşam, insan, toplum anlayışının ortaya konduğu da düşünülebilir.
Bu çerçeve içinde, ilk olarak, sosyal politikayla ilgili birçok konunun ayrı başlıklar altında ele alındığı görülüyor. Örneğin “Biz’ler Kadınız, Biz’ler Genciz” gibi başlıklar altında gençler, kadınlar, çocuklar, LBTG’liler gibi toplumun farklı kesimleri için özgürlük ve güvenceden yaşam koşullarının iyileştirilmesine uzanan bir dizi önleme yer verilmekte; dolayısıyla, sosyal politika konusuna da girilmektedir. Bunun dışında, sosyal politikayla ilgili konuların doğrudan ve topluca yer aldığı üç bölüm bulunmaktadır.
“Biz’ler Güvenceli Yaşam-Ekonomisini Kuracak Olanlarız” başlığını taşıyan ilk bölümde, esas olarak, yoksullukla mücadele konusuna öncelik verilmekte. Bu çerçevede, belirli miktarda elektrik ve suyun bedava verilmesinden mülkü olmayan kiracılara 250 TL kira desteğine, çocuk ve gençlere ücretsiz toplu taşıma kartından asgari ücretin 1.800 TL’ye çıkarılmasına ve daha birçok vaat yer almakta.
“Biz’ler İşçiyiz, Emekçiyiz” başlığı altında çalışma yaşamı konu edilmekte. Taşeronlaşma sisteminin kademeli olarak sona erdirilmesi, güvenli çalışma koşullarının sağlanması, kamu emekçilerine grevli toplu sözleşme hakkı sağlanması, mevsimlik tarım işçilerine örgütlenme özgürlüklerinin tanınması gibi çalışma ilişkileriyle ilgili birçok önleme burada yer verilmektedir. Vaatler arasında, haftalık çalışma süresinin 35 saate indirilmesi de yer almakta.
“Biz’ler Sosyal Hakların Güvencesiyiz “ başlığını taşıyan bölüm, “Biz’ler ‘sosyal yardım değil sosyal hak’ diyoruz” diye başlamakta. Bu bölümde, ücretsiz eğitimden eşit ve parasız sağlık hizmetine, çok dilli eğitimden 4+4+4 sistemine son verilmesine, ilköğretimde ücretsiz öğle yemeğinden sosyal konutlara, en düşük emekli maaşının 1.800 TL’ye çıkarılmasından yaşlı ve engellilerin sosyal güvenceye kavuşturulmasına kadar uzanan çok sayıda önlemin dile getirildiğini görüyoruz.
Bu üç bölümde yer alanlara bütün olarak bakıldığında, ilk olarak, devlet anlayışının (sosyal devlet gibi) tanımlanması, sosyo-ekonomik haklara doğrudan yer verilmesi, sosyal politika ve sosyal hizmet alanlarından yola çıkarak bazı hedef ve politikaların belirlenmesi gibi alışılmış bir yolun izlenmediğini söylemek gerek. Ancak -böyle bir yol izlenmemiş olsa da- güvence ekonomisi, emeğe hakkını veren bir yaşam, sosyal hak temelli politikalardan söz edilmesine bağlı olarak, adı konmasa da, “sosyal refah devleti” gibi bir anlayışın hedeflendiğini söylemek mümkün. Öte yandan, toplumsallaşmış ve yerelleşmiş bir demokrasi (demokratik özerklik) hedefi esas alındığından, devlet anlayışından çok düzen talebinden söz etmenin daha anlamlı görüldüğü düşünülebilir. Yeni bir devlet, toplum, yönetim anlayışı istendiğinden, sosyal politika ve hedefler buna göre ele alınmakta; bir bakıma, gerçekleşmeleri devlete ve hükümete değil, “biz’lere” emanet edilmektedir!
Ancak, hangi düzeyde, kim aracılığıyla gerçekleşeceği düşünülürse düşünülsün, HDP Bildirgesi’nde, siyasal ekonominin bölüşüm yanı az çok ortaya çıksa da, üretim ve yatırım politikaları ile kaynağın nereden bulunacağı konusunda ciddi bir belirsizlik bulunmakta. Bildirgede, bunlarla ilgili olarak, “güvenceli yaşamın finansmanının vergi adaleti ile sağlanacağı” , ya da “ekonomiyi değer üretenlerin ekonomisi yapacağız” gibi cümlelerden ötesi yok. Bu gibi ifadeler, sol değerlerle örtüşen ifadeler olarak anlamlı olabilir; ancak bu ifadeler, kapitalizm ve neo-liberal politikalar karşısında nasıl bir konum alınacağını açıklamaya yetmez. Özetle, “Büyük insanlık” adı altında iddialı bir resim ortaya konmuş; ancak bu resmin ekonomi politikaları gibi önemli bir kalemi es geçilmiştir!
Son olarak
Tüm bildirgelere bakıldığında, küresel kapitalizmin ve neo-liberal politikaların “egemenliğinin” en büyük egemenlik ve gerçeklik olduğunun bir kez daha ortaya çıktığını söyleyebiliriz! Siyasal, yasal, toplumsal alanda büyük dönüşüm hayalleri kurulabilmekte ve bu doğrultuda ileri hedefler benimsenebilmekte; ancak konu kapitalizme ve neo-liberal politikalara gelince, sınırlı bir kaç değinme dışında, dönüşümden söz edilememektedir. Bu konuda AKP açısından bir beklenti olmayabilir; ancak, muhalefet partilerinin bildirgelerinin, bir yanda sosyo-ekonomik dengesizliklerden söz ederken bunlara neden olan sistemden, politikalardan söz etmemeleri ilginç olsa gerek! Sorunları gidermek adına daha etkin bir “yeniden-bölüşüm” öngörürlerken, bu değişime hayat verecek bir siyasal ekonomiyi önermekten uzak kalmalarının anlamı olsa gerek! Aslında, neden de anlam da biliniyor. Küresel kapitalizme karşı çıkmayıp uzlaşma isteniyor; ama uzlaşma koşullarının doğa, insan, emek, adalet adına sürekli daha gerilerde kurulması gibi bir gerçek var ki, asıl el atılması gereken konu da orada!
*Prof. Dr. Meryem Koray,
meryem.koray@gmail.com