9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in solunum yolu enfeksiyonu ve kalp yetmezliği nedeniyle hayatını kaybettiği bildirildi. Siyasi yaşamı boyunca yedi kez başbakanlık koltuğuna oturan Süleyman Demirel, Türkiye’nin bir dönemine damgasını vurdu. 1946'da başlayan çok partili dönemin en güçlü siyasi figürlerinden biri olan Demirel, iki kez ordunun müdahalesiyle iktidardan indirildi. Demirel, siyasi kariyerini  9. Cumhurbaşkanı olarak tamamladı. Hükümeti kurmakla görevlendirilen Adalet Partisi (AP) Genel Başkanı Demirel (ortada), koalisyon görüşmeleri için Milli Selamet Partisi (MSP) Genel Başkanı Necmettin Erbakan (solda) ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Alparslan Türkeş (sağda) ile TBMM’de bir araya geldi. (Arşiv) (İlhan Kuyucu - Anadolu Ajansı)

Mehmet Uğur- Türkiye’de Otoriterleşme: AKP Projesi ve Projenin Değirmenine Su Taşıyanlar

Mehmet-Ugur Görebildiğim kadariyle, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP’nin) otoriter rejim inşa süreci fiilen 2004’teki yerel seçimlerden sonra başladı. Bu sürecin ilk havai fişeği, Mart 2005’teki kadın yürüyüşüne yapılan polis saldırısıydı. İşin ciddiyetini, Erdoğan’ın, polis şiddetini eleştirenleri ‘Avrupa muhbirleri’ olarak hedef göstermesinden anlamak mümkündü. Ama uzun bir süre tersi yaşandı; hem CHP hem de liberalizmi geç keşfeden sığ liberaller, AKP’nin işini kolaylaştıran bir yaklaşımla, otoriterleşme sürecine payanda oldu.

AKP’nin otoriter bir rejim partisi olmasının iki nedeni var. Birincisi, Türk sağının rövanşist olması. Cumhuriyet döneminde Türk sağının soyağacı, İkinci Grup’la (1922-23) başlar, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (1924-25), Serbet Fırka (Ağustos-Kasım 1930), Demokrat Parti (DP), Adalet Partisi (AP), Anavatan Partisi (ANAP) ve AKP’ye kadar devam eder. Muhalif bir söylemin arkasına sığınan Türk sağı, demokrasi söylemini -demokrat olduğu için değil- Osmanlı mirasını eleştiren ve onun yerine seküler bir siyasa oluşturmaya çalışan Kemalist elitten rövanş almak için benimsemiştir. Her rövanşist harekette olduğu gibi de, iktidara geldiği zaman demokrasiyi bir kenara atmış ve Kemalist devlet gücünü kullanarak muhafazakar projesini gerçeklestirmeğe çalışmıştır.

İkinci neden, AKP’nin dört ana bileşenden oluşan bir Türk sağı sentezi yapmış olmasıdır. Sentez edilen dört bileşen şunlardan oluşmakatadır: dini ve milli muhafazakarlık, araçsal hukuk anlayışı, kurumsallık yerine keyfilik ve serbest piyasa Kalvinizmi. Aşağıda bunları kısaca açmaya çalışacağım.

AKP’nin dört ana bileşeni

Muhafazakar bagaj: Seçimsel demokrasiden yana olan Türk sağı, sahiplendiği imparatorluk mirasının ve temsil ettiğini iddia ettiği kesimlerin “dini ve milli” değerlerinin demokrasiyle uyumlu olup olmadığını tartışmaz. Tam tersine, “demokrasi”yi, bu değerleri yansıtan iktidarın seçimle kurulmasına indirgediği gibi iktidar savunusunu dini ve milli değerlerin savunulmasıyla özdeşleştirir. Bu durumda iki sonuç çıkar. Birincisi; devlet fetişizmi, otoriteye itaat, muhalefeti şeytanileştirme, nefret söylemi, sol ve azınlık düşmanlığı vb sağ iktidarların ömruyle orantılı olarak artar. İkincisi; yolsuzluklar ve devletin devlet-dışı suç şebekeleriyle girift ilişkileri “dini ve milli” değerler adına savunulur ve halkın vergisiyle beslenen devlet güçleri bu savunmada muhaliflere karşı sefereber edilir.

Araçsal hukuk anlayışı: Türk sağı, muhalefetteyken hukukun üstünlüğünden söz eder ama iktidara gelince iktidarının hukukla sınırlandırılmasını milli iradeye karşı darbe olarak görür. Bu nedenle, Türkiye’de yargı her zaman sağ hükümetlerin ağzına bakmış, gerektiğinde solcu avında gerektiğinde de Kürt avında üzerine düşeni yerine getirmiştir. Bunun basit bir nedeni var: hukuk, özünde dünyanın her ülkesinde muhafazakar bir kurumdur ve dolayısıyla kısıtlanmaktan hoşlanmayan muktedirler için manipüle edilmesi oldukça kolaydır. Türk hukuku muktedirler tarafından araçsallaştırılmaya çok açıktır, çünkü hukuk bireyi devlete karşı değil devleti bireye karşı savunma ilkesine daynmaktadır. Dolayısıyla, hukukun üstünlügüne dair söylem, aslında Türk sağının bir erdemi değil hukukun araçsallaştırılma poyansiyelinin farkında olmasının beraberinde getirdiği ucuz bir söylemdir.

Kurumsallaşma düşmanlığı: Türk sağı Cumhuriyet rejiminin askeri vesayet yapısını eleştirmiştir. Ancak onun askeri vesayet yerine getirmek istediği kurumsal çerçevenin demokrasiyle ilişkisi yoktur. Bu nedenle DP, AP, ANAP ve AKP dönemlerinde ilk göze çarpan icraat, ekonomik ve politik rantlara dayalı bir sivil vesayetin kurulmasıdır. Dolayısıyla, Türk sağı iktidarlarında kurumsallaşma eksikliği, keyfilik ve suistimallerle birlikte varolmuştur. Kurumsal kalite ölçütü olarak kullanılan şeffafflık, hesap verebilirlik, meritokrasi, tabandan ses cıkarma imkanı, azınlık hakları, istikrar gibi özellikler yine sağ iktidarların ömrüyle orantılı olarak zayıflamıştır. Bugün itibariyle Türkiye’nin, -Yunanistan, İspanya ve Portekiz gibi faşizmden geç kurtulmuş ülkeleri bir kenara bırakalım- “piyasa ekonomisi”ni geç keşfetmiş Orta ve Doğü Avrupa ülkelerinden daha geride olmasının müsebbibi Türk sağının son temsilcisi AKP’dir.

Piyasa ekonomisi Kalvinizmi: Türk sağının, kapitalist dünya sistemine ve bu sistemin askeri ve politik kurumlarına, 1920’lerden itibaren, verdiği mesaj aynıdır: dini ve milli değerlerin bir disiplin aracı olarak kullanılıp piyasa ilişkilerinin Türkiye’de yaygınlaşması ve Türkiye ekonomisinin dünya kapitalist sistemine entegre olması konusunda bize güvenebilirisiniz. İslam’ın sünni yorumunun bu disiplin etme özelliinin farkında olan Batı dünyası bu mesajı her zaman çok ciddiye almıştır. Ama bunun demokrasiye bir yararı olmamıştır ve olma ihtimali her gün giderek azalmaktadır. İster Türk ister Batılı olsun, sermayenin demokrasi sorunu yoktur. Tam tersine özel mülkiyetin, dolayısıyla ekonomik ve politik güç eşitsizliklerinin idame ettirilmesi sorunu vardır. Türk sağının piyasa ekonomisi yandaşlığı, kapitalizm ile demokrasi arasında gittikçe genişleyen bu ayrışmanın hem bir sonucudur hem de bu ayrışmayı yeni mekanlarda yeniden üretme gayretinin göstergesidir.

Türk sağının otoriterleşme şampiyonu AKP’dir

Kabul etmek gerekiyor: Türk sağı içinde Türkiye’nin otoriterleşmesi sürecinde en büyük başarı AKP’nindir. Bunun iki temel nedeni olduğunu düşünüyorum.

Birincisi, ana muhaefet partisi olarak Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP’nin), tüm temel siyasi önermelerde AKP’den olumlu anlamda pek farkının olmaması, hatta bazı önermelerde daha geri olmasıdır. Kastettiğim temel önermeler şunlardır: (i) Türkiye devletinin dini, dili, etnik temeli ve birey üstündeki hegemonyasıyla ilgili önermeler; (ii) anayasanın, yasaların, tüzük ve yönetmeliklerin keyfi ve boğucu özünün reformasyonuyla ilgili önermeler; (iii) Kürt sorununun kaynağı ve çözüm yollarıyla ilgili önermeler; (iv) emperyalist kampın rejim değişikliği amacı güden askeri müdahele stratejisinin uygulanması ve Türkiye’nin Suriye’ye müdahelesi politikasıyla ilgili önermeler.

CHP bu önermelerden (i), (ii) ve (iii) ile sıralananları konusunda AKP’den daha ileri bir politikaya sahip değildir. “Anayasanın ilk dört maddesine dokundurtmayız” diyen; dünyadaki tüm çelişki çözümleme örneklerinin aksine, “eşkiyayla müzakere yapmayız” diye efelenen; Kürt sorununu çözme dorultusunda inandırıcı bir program geliştirmek yerine, “Kürtlerle müzakere sürecinde AKP’nin PKK’nın silahlanmasına göz yummasının hesabını soracağız” yollu boş tehditler atan CHP’dir. CHP tarihindeki politik basiretsizliklere şunları da eklemek gerekiyor: Türkiye’nin Suriye topraklarına yönelik askeri operasyonlarına destek verilmesi, Türkiye topraklarında ve dışında terrorist gruplarla devlet işibirliği konusunda hiç bir etkili eylem yapılmaması ve HDP milletvekillerinin cezaevine konması amacıyla hazırlandığı açık olan ve anaysaya aykırı olduğu kabul edilen dokunulmazlık tasarısının desteklenmesi.

CHP karşımıza, kendini zaman zaman demokrasi taleplerinin sözcülüğüne değil de devletin menfaatlerinin savunulmasına adamış bir parti olarak çıkmaktadır. Bu yüzden, AKP otoriterleşme projesini çok kolay ve hızlı bir şekilde uygulmakta; bu sürecin katedilen her önemli aşamasında AKP kurmayları geri dönüp CHP’ye nanik yapmaktadır.

CHP liderlik kadrosunun “sert” söylemini genellikle marjinal konulara hapsetmesi ve/veya muhalefet söylemini eylemsellikle birleştirmek yerine siyasi liderler arasında bir hakaret düellosuna hapsetmesi bundandır. Eğer CHP bu tutumunu günü geldiğinde AKP’nin defterinin birileri tarafından dürüleceğini ve kendisinin “sorumlu bir devlet partisi” olarak göreve çağrılcağını varsayarak belirliyorsa, birilerinin kendilerine bu ihtimalin uzun zamandır ortadan kalkmış olduğunu fısıldamasında yarar vardır. Günün, Türkiye’nin politik sisteminin halkın özlem ve dinamiklerinden çok geride kaldığını görme; demokrasi ve adalet için risk alma ve baskı ve terör altında boğulan halka umut verme günü olduğunu kavramakta yarar vardır.

AKP’nin otoriterleşme sürecinde onemli merhaleler katetmiş olmasının ve geri dönüşün imkansız olmasa bile çok zorlaşmış olmasının diğer bir nedeni, daha önceki yazılarımda sarı sol veya sığ liberal olarak adlandırdığım kesimlerin AKP projesi için payanda, hatta vurucu güç olarak işlev görmesidir. Bu kesimler Batı basınında “yararlı aptallar” olarak adlandırıldığı için şecerelerine çok fazla değinmeye gerek yok. Ancak, Türkiye’deki demokratikleşme sürecine verdikleri zararın, sayılarına oranla çok daha yüksek olması nedeniyle iki temel işlevini vurgulamakta yararlı olur.

Birincisi, politik tarih okumasıyla ilgilidir. “Yararlı aptallar” Batı kaynaklı “tarihin sonu” tezini çok sevdiler. Hem kapitalizmin demokrasiyi geliştireceğine hem de AKP’nin Kalvinist ideolojisinin Türkiye kapitalizmini geliştirerek Türkiye’ye “ileri demokrasi” getireceğine inandılar. Bu inançları temelinde, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde işlenen tüm politik veballeri devletçi ideolojiye yıkarak kurtuluşu Türk sağında aradılar. İttihat ve Terakki öncesinde ve sonrasındaki Ermeni katliamlarında varlığı aşikar olan dinsel boyutu bir kenera bırakıp faturayı Jakoben/devletçi ittihatçılara yıktılar. Aynı çarpıtma Kürt sorunuyla ilgili olarak da yapıldı: Kürt sorununun, Osmanlı yönetimi ve Kürt feodelleri arasındaki ittifaktaki kaynaklarını gözardı edip Türk sağının Kemalistlere göre daha anlamlı bir Kürt politikası olabileceği yalanını yaydılar. En komiği de, son 30-40 yılda Türkiye’nin başına ne bela geldiyse bunun Türk solundan kaynaklandığını ileri sürüp sola karşı cihat açtılar. Şimdi bu yararlı aptallar bar bar bağırarak Erdoğan’ın otoriterleşmesinden şikayet ediyorlar. Ancak bu şikayetlerin “yararsız aptal” haline geldiklerini görmenin yarattığı bir hayal kırıklığını dile getirmekten ötede bir anlam taşıması için, dürüst bir özleleştiri ve ileriye yönelik yeni açılımlar yapmaları gerekiyor.

Aslında bunların, AKP’nin otoriterleşme projesine katkıları iki kanaldan geldi. Birincisi, sığ liberaller ve sarı solcular Türkiye’de tarih, demokrasi, sağ, liberalizm, AKP, Kürt sorunu, din-devlet-toplum ilişkileri gibi birçok konu ve kavramla ilgili olarak “ucuz” bilgi ürettiler. Piyasa ekonimisinden bekleneceği gibi, ucuz bilgi kaliteli bilgiyi kovmuş ve ucuz bilginin olumsuz dışsal ekonomik etkileri mevcut toplum normlarını lumpenliğe doğru kaydırmıştır. Bu süreçte, 2-3 cümleden daha uzun paragraflar yazamayan, düşünce belirtmekle önyargı ifade etmeyi ve bilimsel önermeyle kişisel inancı birbirine karıştıran bilgi tellallarının prim yaptığı bir piyasa oluşmuştur. Bu temel hazırlanınca da AKP bir sonraki adımı atıp havuz medyasını kabul edilebilir bir norm olarak topluma dayatmıştır.

İkinci kanal politiktir. Sığ liberaller kritik dönemeçlerde (örneğin anayasa referandumunda) AKP’nin en güvenilir destekçileriydi. Devletin Fethullah Gülen hareketiyle içiçe geçtiği, devlet mi cemaat mi olduğu belli olmayan oluşumların -başta Kürt siyasetçileri olmak üzere- her türlü muhalife karşı linç kampanyaları yürüttüğü dönemlerde hem AKP iktidarını hem de Fethullah Gülen hareketini meşrulaştırdılar. Bunun dışında, kapitalist Batı tarafından yürürlüğe konan ve AKP rejiminin Ortadoğu’da bir rol modeli olmasını öngören projenin uzun süre meşruiyet kazanmasına yardım ettiler. Kısacası, demokrasiyi trene benzettiği bilinen, dolayısıyla hem Türkiye hem de dünya kamuoyunda meşruiyeti ve demokratik ehliyeti açısından daha sıkı bir şekilde test edilme ihtimali olan AKP’nin bu testi vermeden sınıf geçmesine yardım ettiler.

Sonuç olarak, şu anda Türkiye demokrasisi açısından iyimser olmayı gerektirecek nedenler gittikçe azalmakta. Buna rağmen iyimserliğimi surdürüyorum; çünkü her türlü baskı ve şiddete karşı Türkiye’de barış, adalet ve demokrasi için mucadele eden Türk, Kürt, Alevi Gezi ruhunu soluyan kesimler var. Bunlar, AKP’nin otoriterleşme projesinden dolayı inanılmaz maliyetler ödüyor; ama tarihsel olarak en yüksek maliyet, onların sesine şimdilik ses katmayan CHP’nin hanesine yazılabilir.

Prof.Dr. Mehmet UĞUR
Greenwich Üniversitesi Siyasal İktisat Araştırmaları Merkezi
m.ugur@greenwich.ac.uk