Belediye teriminin tarihine baktığımızda 1789 Fransız Kurucu Meclisi’nde kullanılmaya başladığını görürüz. 20. yüzyıl başlarından itibaren de İngiltere ve ABD’de özerk belediyecilik akımı gelişmiştir. Türkiye’de yerel yönetimlere özerkliğin verildiği tek anayasa ise Cumhuriyet’in kuruluş sürecinde hazırlanan 1921 Anayasası’dır. Türkiye’de çeşitli dönemlerde yerel yönetimlerde “reform” yapılmıştır. Ancak bu “reform”larla yerel hizmet alanı olabildiğince piyasaya açılmış, aynı zamanda reformlar merkeziyetçi yapıyı korumaya yönelik olarak kullanılmıştır.
Günümüze doğru en son Kasım 2012 de kabul edilen Bütünşehir Yasası’na göre, Büyükşehir sayısı bir anda 29’a yükseltilmiştir. Böylelikle bu şehirlerin sınırları içindeki bütün köy ve beldelerin kamu tüzel kişiliği sona erdirilmiştir.
Öte yandan bu yasa ile atanmış valilere bağlı “yatırım izleme ve koordinasyon başkanlıkları” oluşturulacaktır. Bu başkanlığın görevi; kamu kurum ve kuruluşlarının yatırım ve hizmetlerinin etkin olarak yapılması ve bunların değerlendirilmesidir. Yani, kamu hizmetlerinde dönüşümün/piyasalaşmanın sağlanmasıdır. Devletin atanmış valisi “il encümeni”ne başkanlık etmeye devam edecektir. Yine büyük şehirler dışındaki kentlerde “il özel idareleri”nin tepesinde yer alan valilerin ve ilgili bakanlıkların sözü geçer hale gelecek kontrolü ise onlar sağlamaya başlayacaktır.
Yerel yönetimlerde mevcut durum
Türkiye’de yerel yönetim anlayışı, tüm bunlarla beraber daha da merkeziyetçi, düzenlemelerin merkez tarafından yapıldığı, halkın dışında halka rağmen kenti yönetmeye çalışan bir anlayışa dönüşmüştür. Yerel yönetimlerde girişimciliği ve yenilikçiliği hep tartışılan ve uzun vadeli planlar yerine popülist politikalarla günü kurtarmaya çalışan anlayışlar varlığını sürdürmüştür.
Büyük şehir kapsamına alınan 29 ilin genel nüfusu, Türkiye’nin tüm nüfusunun önemli bir çoğunluğunu temsil etmektedir. Yine bu 29 ilin iktisadi yapısı incelendiğinde, ülke ekonomisinde belirleyici konumda oldukları görülecektir. İşte, önümüzdeki yerel seçimlerin -başta büyük şehirler olmak üzere- ne denli önemli olduğu açıkça ortadadır. Bu yüzden “yerel seçimler bir bakıma genel seçim etkisinde geçecek” diyebiliriz.
Şüphesiz ki AKP, hem büyükşehir düzenlemesi yaparken, hem de merkezi iktidarda olmanın olanaklarını kullanarak yerel yönetim seçimlerinden başarıyla çıkmak istemektedir. Buradaki olası kazanımlarıyla, cumhurbaşkanlığı seçimlerine ve genel seçimlere avantajlı girmenin hesaplarını yapmaktadır. Ancak AKP’nin hedeflerine ilişkin hesaplarını bozacak gelişmeler ortaya çıkmaya başlamıştır.
Bilinmelidir ki AKP; dış politikada sıkışmış ve yalnızlaşmış bir haldedir. İç politikada inandırıcılığı azalmış, çelişkileri ise derinleşmiştir. 2007’deki AKP etrafında oluşmuş geniş mutabakata baktığımızda günümüzle kıyaslayınca zayıflamış olduğunu görürüz.
Bilindiği gibi ekonomi AKP’nin en çok güvendiği ve propaganda yaptığı alandı. Ancak ekonomi ile ilgili açıklamaların son dönemlerde gerçekliğini de yitirdiğine tanık oluyoruz. Maliye bakanlığı tasarruf tedbirlerinden daha çok bahseder hale gelmiştir. Geliri gittikçe azalan geniş kitlelerin hoşnutsuzluğu artmaktadır. AKP sahip olduğu olanaklarını giderek kaybetmekte ve tüketmektedir. Bu seçimlere gerçekte özgüveni olmadan ve tedirgin bir biçimde girmektedir.
Son hamlelerinden olan “demokratikleşme paketi”nden demokrasi adına hiçbir şey çıkmamış tam anlamıyla fiyaskoyla sonuçlanmıştır. Bu çabanın sadece zaman kazanma taktiği olduğu anlaşılmıştır. Kürt sorununu çözüm sürecinde de hiçbir şey yapmayıp, bolca laf ebeliği yaptığı ortadadır.
İşte bu gerçeklikler AKP’den yana esen rüzgarın, yeni arayışlarla gerçek demokrasi çabasında olanlara, sosyal demokratlara doğru eseceğini söylemek kehanet olmaz. 24 Ocak kararlarıyla, özellikle 2000 yılından itibaren uygulanan tarım politikaları sonucu üretici köylü de iş yapamaz duruma geldi. Uluslararası sermayenin ve İMF’nin dayatmalarıyla köylü tarım ve hayvancılıktan kopmuştur. İşsizlik ve geleceksizlik kırsal kesimden büyük kentlere büyük bir göç başlatmıştır. Yaşanan bu büyük nüfus hareketliliği, özellikle büyük şehirlerdeki birçok dengenin değişmesini de beraberinde getirmiştir. Yeni ve taraflı imar kararlarıyla yeni semtler, mahalleler kurulmuş, buralara götürülen belediyecilik hizmetleri yetersiz kalırken, çarpık kentleşme ve birçok resmi ve gayri resmi rant alanı oluşmuştur. Ayrıca buralardan başlayarak kültür çatışması, işsizlik, yetersiz eğitim, ötekileştirme, potansiyel suçlu olarak görme gibi nedenlerle kent yaşamı kriterlerine ulaşamadıkları açıktır. Buralarda özel ve yeni yerel yönetim politikalarına ihtiyaç vardır. Oluşturulacak projeler bu gerçekliği asla göz ardı etmemelidir.
Mart 2014 seçimlerine giderken
Herkes, şeffaf, katılımcı, halkçı politikalardan bahsedebilir. Ancak halkın kent yönetimine doğrudan katılımının, söz sahibi olmasının ve halkla yetki paylaşımının yollarını açamazlar. Bu onların politikalarının özüne uymaz. Birçok yerde “kent meclisleri” sembolik olmaktan öteye gidememektedir. Gerçek anlamda halkın yönetime ortak olduğu yöntemler geliştirilmelidir. Kent meclisleri gerçek anlamına uygun biçimde işlemelidir. Mahalle meclisleri, sivil toplum örgütleri gibi. Alevi örgütleri, çevre örgütleri, odalar ve diğer toplum örgütlerini de kapsayan yönetim ve denetim işlerliği oluşturulmalıdır.
Sosyal demokrasi zaten bu anlayışları üretmekte ve geliştirmektedir. Sosyal demokrat algının yaşam bulacağı alanlar yaratılmalıdır. Türkiye’de Eskişehir gibi, İzmir gibi ve diğer bazı kentler gibi başarılı ve halkın bir şekilde yönetim ve denetime katıldığı örnek yerler gösterilebilir. Buralarda kent yaşamını kolaylaştıran güzel ve örnek projeleri görebiliriz.
Seçim dönemleri halkın politikaya ilgisinin arttığı dönemlerdir. Bu dönemlerde politik mücadele olanakları da artmaktadır. Bu nedenle seçim dönemleri demokrasi mücadelesi açısından da önemlidir.
AKP iktidarına karşı demokrasi mücadelesi için daha da kenetlenmeliyiz. Bu açıdan baktığımızda önümüzdeki dönem CHP ve sosyal demokratlar için bir fırsattır.
CHP bu seçim hazırlıklarında ve çalışmalarında eskiye göre daha duyarlı ve örgüt içi demokrasiyi azami ölçüde uygulamaya çalışmaktadır. Birçok yerde aday belirleme CHP üyelerinin önüne sandık konularak yapılmaktadır. Anket ve diğer eğilim belirleme çalışmaları titizlikle yürütülmektedir. Merkezden aday belirleme büyük ölçüde terk edilmiştir. Tabanın söz ve karar sahibi olmasını gerçekleştirmeye çalışan ve bu konuda büyük titizlik gösteren başta Genel Başkanımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na, “Merkezi Seçim Komisyonu”na desteğimizi vermeliyiz.
Mart 2014 Yerel Yönetim seçimleri ülkemizde yıllardır süregelen dengeleri değiştirecektir. Taksim Gezi Direnişi’nde görüldüğü gibi, demokrasi ve özgürlük rüzgarı hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağının bir işaretidir. Ülkemizde kentlerimizden başlayarak daha çok demokrasi ve özgürlük oluşacaktır.
Çağdaş bireyler olarak çağdaş kentlerde yaşayacağız. Yeter ki en geniş halk kesimleriyle birlik olalım. Doğru adaylarla, doğru politikalarla mücadelemizi yükseltelim.
*Mehmet Tüm, SODEV Genel Sekreteri
mehmettummm@hotmail.com