Türkiye derin bir yoksullaşma süreci yaşıyor. Ekonomik kriz giderek bir buhrana dönüşüyor. Sabit ve dar gelirli geniş kesimler, bu süreçten alabildiğine etkileniyorlar. Emekçiler, emeğiyle geçinmek zorunda olanlar, her geçen gün hak kaybına uğruyorlar. En olumsuz durumu yaşayanlar da belirli bir işi olmayıp günlük kazancıyla geçimini sağlamak durumunda kalanlar; kısacası işsizler ve sosyal güvencesi bulunmayanlar. Onların ekonomik sosyal durumu, gerçekten çok daha fazla zorlaşıyor!..
Bütün bu yaşanan olumsuzluklar, hayatın ekonomi politiğini, üretim ilişkilerini ve sınıfsal konumlanmaları da derinden etkiliyor. Var olan gelir adaletsizliği ve dengesizliği, giderek tam bir uçuruma dönüşüyor. Alt gelir gruplarıyla üst gelir grupları arasındaki makas açılıyor. Orta sınıflar kan kaybediyor ve erime sürecine giriyorlar. İşsiz ve yoksul kesimlere, her geçen gün yeni halkalar ekleniyor.
Siyaset alanı da bütün bu ekonomik, sosyal ve sınıfsal gelişmelerden derinden etkileniyor. Siyasette yeni arayışlar, yeni duruşlar ve yeni tutum alışlar gündeme geliyor.
Yoksullaşma, hayatın ana ve temel sorunu
Günlük hayatın içinde yoksullaşma, fakirleşme, gelir kaybı o denli belirgin hale geliyor ki resmi istatistikler bile bu gerçeklerin üzerini örtemiyor. Örneğin, son olarak açıklanan Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2021 yılı istatistikleri aile verilerine göre, Türkiye’de geniş ailelerin önemli bölümünün yoksulluk sınırının altında yaşadığı görülüyor.
TÜİK gelir ve yaşam koşulları araştırması sonuçlarına göre, yoksulluk oranının 2021 yılında yüzde 21,3 olarak gerçekleştiği anlaşılırken; hanehalkı tipine göre yoksulluk oranı incelendiğinde, geniş ailelerden oluşan hane yaşayanlarının yüzde 27,2’sinin, yoksulluk sınırının altında yaşadığı ortaya çıkıyor.
Yine TÜİK verilerine göre, ülkemizde ev sahipliği oranı azalırken kiracıların oranı ise yükselmiş. Araştırmaya göre, 2020’de kendilerine ait bir konutta yaşayanların oranı yüzde 58,8 iken, 2021’de bu oran yüzde 57,5’e düşmüş. Kiracı olanların oranı ise yüzde 25,6’dan yüzde 26,8’e çıkmış. Gelir ve yaşam koşulları araştırması sonuçlarına göre, fertlerin yüzde 34,3’ünün 2021’de konutunda izolasyondan dolayı ısınma sorunu yaşadığı, yüzde 33,9’unun sızdıran çatı, nemli duvarlar, çürümüş pencere çerçevesi vb. nedenlerle sorun yaşadığı görülüyor. (TÜİK 2021 Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması)
Gelir adaletsizliği, geçim zorluğu, işsizlik ve yoksulluk
Günümüzde dar gelirli insanlarımız için en temel mesele haline gelen gıda ve barınma krizi giderek tırmanıyor. Ev kiralarında olağanüstü artışlar yaşanıyor. Kirada yaşayan yurttaşlar, bu artışları karşılamakta zorlanıyorlar. Enflasyon ve gıdadaki fiyat artışları, mutfağı adeta yangın yerine dönüştürüyor! Halkımız, sağlıklı biçimde beslenemez hale geliyor. En zorunlu ve yaşamsal ihtiyaçlar bile karşılanamaz oluyor.
Bu olumsuzluklardan en çok da gençler ve çocuklar etkileniyor. Normal gelişimlerini sağlayamıyorlar. Sağlıklı ve yeterli beslenemeyen öğrencilerin, çocukların durumları, okullarda öğretmenlerin yüreklerini dağlıyor! Birçok eğitimci ve veli, çaresizlik içinde adeta kıvranıyor!..
Yoksullaşmanın bir başka çarpıcı göstergesi, işsizliğin ve gelir adaletsizliğinin / dengesizliğinin artması. Tartışmalı resmi veriler bile bu gerçekleri göstermek durumunda kalıyor. Geçtiğimiz günlerde açıklanan TÜİK rakamlarına göre, martta dar tanımlı işsiz sayısı bir önceki aya göre 153 bin kişi artarak 3 milyon 894 bin kişi oldu. Geniş tanımlı işsiz sayısı ise bir önceki aya göre 0,6 puan artarak yüzde 22,7’ye ulaştı. Aslında hayatın gerçekliğinde bu oranların çok daha yüksek olduğunu hemen herkes kabul ediyor. Sendikaların ve bağımsız kuruluşların araştırmaları da bu acı gerçeği ortaya koyuyor. Örneğin DİSK-AR’ın geniş tanımlı işsiz sayısı 8,4 milyon. İçinde bulunulan ortam ve koşullarda; işsizlik, işsiz vatandaşlar ve özellikle de genç işsizler için adeta ‘ateşten gömlek’ haline geliyor!..
Yoksullaşma sürecinde üretim ilişkileri ve göç konusu
Türkiye’de üretim ilişkileri değişiyor. Ücretli emeğin konumu farklılaşıyor. Kırsal kesimde çözülme yaşanırken, özellikle genç nüfus kentlerde ve kent çeperlerinde yoğunlaşıyor. Bu durum birçok ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmeyi de tetikliyor. Aslında günümüzde çokça tartışılan göç / göçmen / sığınmacı tartışmalarının temelinde de yoksulluk gerçeğinin olduğu görülüyor. Sevgili eşim, iletişimbilimci Prof. Dr. Ferlâl Örs’ün, İzmir’in çeperlerinde gerçekleştirdiği bir alan araştırması; yoksullukla göç konusunun ne denli iç içe geçen bir olgu olduğunu çarpıcı biçimde ortaya koymuştu (Yoksulların İletişimi / Yoksulların Penceresinden Yaşama Bakış – Alan Araştırması – Prof. Dr. Ferlâl Örs).
Sosyolojik açıdan konuya baktığımızda, son dönemlerin temel karakteristiği olarak kentleşmenin belirgin biçimde öne çıktığını görüyoruz. Toplumun aktif ve üretken kesimleri kentlerde toplanıyor. Bu kesimler, ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmeleri de öncelikle belirler / etkiler ve yönlendirir hale geliyorlar. Bu arada çevre ülkelerde yaşanan savaş ve yoksulluk koşulları, düzensiz göç hareketlerine neden oluyor. Büyük kentler, hem kırsaldan kentlere yönelen göç hareketlerini ve hem de farklı ülkelerden sığınmacı olarak gelen göçleri / göçmenleri hazmetmekte zorlanıyor. Dolayısıyla bu durum, yoksulların ekmek kapılarının daha da darlaşmasına ve azalmasına neden oluyor. Sözün özü, yoksul ve emekçi insanlar için, deyim yerindeyse ekmek aslanın ağzından midesine iniyor! Sonuçta, yoksul insanlar, giderek daha da küçülen ekmeklerini kaptırmamak ve durumlarını daha da zorlaştırmamak adına, bütün bu gelişmeleri tedirginlikle izliyorlar!..
Kentsel gelişimin öne çıkışı ve aktif nüfusun kentlerde toplanması, kırsal kesimin çözülmesini de beraberinde getiriyor. Uzun erimde doğal karşılanabilecek bu süreç, plansız programsız, denetimsiz ve hedefsiz biçimde gerçekleştiğinden; üretimde, tarımda ve gıdada önemli sorunlara yol açıyor. Tarımsal üretim yetersiz hale geliyor. Buna koşut olarak, gıda krizi tehlikesi / sorunsalı öne çıkıyor ve ekonominin başat gündemi haline dönüşüyor.
Sınıfsal etkileşimler ve yeni toplumsal gruplar
Ülkemizde toplumsal ve siyasal hareketlilik artıyor. Ekonomik yaşama ve emek dünyasına yeni meslek grupları ve toplumsal kesimler katılıyor. Bu kesimler içinde, ekonomideki konumları hızla büyüyüp yaygınlaşan kurye, AVM’lerde ve çağrı merkezlerinde çalışanlar gibi hizmet sektörü emekçileri, önemli bir yer tutuyor. Ekonomide yaşanan gelişmelere koşut olarak, bu kesimler hızla büyüyor ve toplumsal mücadelede çok daha etkin bir konum kazanıyorlar. Üretim ilişkilerindeki bu değişim, ’proleterleşme / prekaryalaşma’ tartışmalarını da beraberinde getiriyor.
Yoksullaşma sürecinin bir başka çarpıcı göstergesi, sınıfsal uçurumun derinleşmesiyle birlikte orta sınıfların erimeye ve giderek de kaybolmaya başlamasıdır. Bu gelişme, yeni sınıfsal gelişmelere ve konumlanmalara da neden olmaktadır. Sınıfsal ayrışmanın ve mücadelenin debisi yükselmektedir.
Bütün bu gelişmeler, toplumsal ve siyasal mücadele açısından yepyeni sorunları ama aynı zamanda yeni olanakları da beraberinde getiriyor. Emek ve demokrasi mücadelesinde saflar sıklaşıyor. Sol ve sosyal demokrat siyasetin, bütün bu yeni gelişmeleri derinliğine irdelemesi ve buradan yeni sonuçlar çıkarıp, yeni yol haritaları hazırlaması gerekiyor
Mavi / beyaz yakalılar ve prekaryalaşma olgusu
Üretim ilişkilerindeki değişim, mavi / beyaz yakalılar kavramlarıyla birlikte yeni bir kavram olan ‘prekaryalaşma’ kavramını da öne çıkarıyor. Yoksullaşma süreci, aynı zamanda prekaryalaşmayı da artırıyor. Kırsal kesimdeki ve tarımdaki çözülme sonucu, özellikle genç nüfus kentlere göçüp, yeni arayışlara yönelirken, üretimden kopanlar birer ‘prekarya’ haline gelmektedir! İngiliz iktisatçı Guy Standing’in ortaya attığı ‘prekarya’ kavramı, belirsizliği ve güvencesizliği ifade etmektedir. Bu ifadelere öfkeli olmayı da eklemek anlamlı olacaktır!..
Günümüzde artık üretimde etkin ve belirleyici olan “beyaz yakalılar” gerçeği vardır. Bunların sayısı ve ağırlığı, bilişim ve teknolojideki gelişmelere koşut olarak sürekli artmaktadır. Öyleyse emeği ve emek güçlerini tanımlarken, bütün bu yeni gelişmeleri göz önüne almak zorundayız. Beyaz yakalılarla mavi yakalıların birlikteliğini savunmak, emek, demokrasi ve aydınlanma cephesini yeniden tanımlayıp daha güçlü biçimde tahkim etmek gerekiyor. Aslında bu gelişmeler, emeğin ve dolayısıyla solun, nicel ve nitel gücünü azaltmamakta, tam tersine artırmaktadır. Yeter ki emek dünyası ve sol-sosyal demokrat siyaset, bu yeni gelişmeleri doğru kavrayabilsin ve bu gelişmelere uygun yeni örgütlenme ve mücadele biçimleri geliştirebilsin.
Ülkemizin ilerici-yurtsever siyasal güçleri, yalnızca yönetsel sistem değişimi hedefiyle ve yeni anayasa talebiyle mücadelesini sınırlayamaz, sınırlamamalıdır. Aynı zamanda ekonomik ve toplumsal düzeni değiştirecek, emekten ve üretici güçlerden yana bir sol yaklaşımı da savunmalı ve “ileri bir hedef” olarak önlerine koymalıdırlar.
Neoliberalizm ve yoksullukla mücadele
Elektriği kesilen 4 milyona yakın abonenin / hanenin sorununu ülke gündemine taşımak amacıyla, ana muhalefet lideri / CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun gerçekleştirdiği elektrik bedelini ödememe eylemini önemsiyoruz. Ama bizce bu eylemden daha da önemli olan, Kılıçdaroğlu’nun o eylem sırasında yaptığı tespitleri ve söylemiydi.
Elektriği kesilen evinde karanlıkta kalan ve eşiyle birlikte Türkiye’ye seslenen; çarpıcı görüntüsüyle / sözleriyle tarihe not düşen Kılıçdaroğlu, şunları söylüyordu: “Dünyanın en zengin 26 insanının serveti, dünya nüfusunun yarısına eşit. Zenginler daha zengin, yoksullar daha yoksul hale getirildi. Zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapan bu sistem artık miadını doldurdu. Neoliberalizm artık can çekişiyor. Sıradan insanların öfkesine yenilmek üzeredir. İmkânsız görünen düşüncelerin zamanı gelmiştir. İşte ben bu açgözlü politikacıların yarattığı karanlığa karşı ayaktayım. Bu eylemim sivil itaatsizlik çağrısı değil bir direniştir.”
Doğrusu bu saptamaları ve vurgulamaları, çok önemsiyor ve değerli buluyoruz. Bu yaklaşımın, güncel siyasal mücadeleye de yansıtılması gerektiğini düşünüyoruz. Ana muhalefet partisi CHP’nin siyasal kadrolarının ve örgütlerinin, bu değerlendirmelerden ve yaklaşımdan çıkaracağı önemli dersler vardır.
Muhalefet, ‘yoksullukla mücadele programı’ oluşturmalıdır
Yoksullukla mücadele, günümüzün ana toplumsal meselesi ve dolayısıyla da temel siyasal ödevidir. Muhalefet partileri ve çevreleri, bu gerçekliğin hem ayırdında olmalı ve hem de siyasal tutumlarının / çalışmalarının ana ögesi yapmalıdırlar. Bu bağlamda da öncelikle bir ‘yoksullukla mücadele programı’nın hazırlanmasının ve bu programın ortaklaştırılmasının uygun olacağını düşünüyoruz.
Başta 6’lı birliktelik olmak üzere muhalefet partileri ve çevreleri, tamamen halkın gündemine ve sorunlarına odaklanmalıdır. İktidar tarafından gündemin değiştirilmesine ve çarpıtılmasına izin verilmemelidir. Yalnızca bu da yetmez, aynı zamanda bu sorunların çözümü için ortaklaşa politikalar ve projeler oluşturulmalı ve halkla / seçmenle bunlar paylaşılmalıdır.
Yoksulluk burgacında kıvranan geniş kesimlerle adeta dalga geçercesine, iktidarın sözde müjde niyetine betonlaşmayı / inşaatçıları destekleme paketleri açıklamasına karşın; muhalefetin hazırlayıp halkla paylaşacağı ‘yoksullukla mücadele programı’, yoksullukla cebelleşmek durumunda kalan kesimler için oldukça anlamlı olacaktır. İktidara gelindiğinde ve ülkemizin yeni döneminde, bu sorunların nasıl çözüleceği, bıkmadan usanmadan en geniş kesimlere anlatılmalıdır. Halkımız / vatandaşımız, çaresiz ve çözümsüz bırakılmamalıdır. Fakirleşmenin ve yoksullaşmanın, vatandaş üzerindeki dayanılmaz ağırlığı hafifletilmelidir!..
Yoksullaşma, ancak kamucu bir anlayışla ve halkçı politikalarla yenilebilir
Günümüzde ülkemizin ve halkımızın temel gündemini, işte bu konular oluşturuyor. Bu konuların konuşulup tartışılmasını istemeyen iktidar çevrelerinin ya da onların oyununa ortak olarak ‘cambaza bak’ siyaseti güden çevrelerin algı oyunlarına ve gündem çarpıtma girişimlerine prim verilmemelidir. Halkımızın büyük çoğunluğu, iktidardan umudunu kesmiştir. Kendi sorunlarına muhalefetin sahip çıkmasını istemekte ve beklemektedir
Bu beklentinin gereğince yerine getirebilmesi için; öncelikle toplumsal gelişmelere emek / sınıf temelli bir bakışla ve halkçı bir anlayışla yaklaşılması gerekiyor. İçinde bulunduğumuz toplumsal ve siyasal koşullarda; hayatın ve sosyal gelişmelerin ortaya çıkardığı yeni durumlar, aklın ve bilimin gerçekleri ışığında irdelenmeli; ekonomik, toplumsal ve siyasal gelişmeler, böylesi bir yaklaşımla analiz edilmelidir.
Siyasetin yeniden harmanladığı günümüz koşullarında, değişen üretim ilişkilerinin doğru biçimde çözümlenmesi ve buna uygun yeni mücadele yöntemlerinin geliştirilip hayata geçirilmesi temel bir zorunluluktur. Ülkemizin emekten ve demokrasiden yana ilerici yurtsever güçlerinin önünde, böylesine anlamlı ve önemli bir görev vardır. Biz, bu tarihi görevin, ortak hedefler doğrultusunda en geniş iş ve güç birliği sağlanarak, başarıyla hayata geçirileceğine yürekten inanıyoruz.
Unutulmamalıdır ki sonuçta mutlaka utkuya ulaşacak bu zorlu mücadele, ülkemizin toplumsal tarihine emekle / alın teri ile kazınarak, gelecek kuşaklar için anlamlı bir kalıt olacağı gibi; aynı zamanda dünya siyasal mücadele tarihine de anlamlı bir armağan olacaktır!..