İlkbahar ve yaz günlerinin mevsimsel güzelliğine karşın, koronalı günlerin ağırlığı ve karamsarlığı, hayatımızı etkilemeyi sürdürüyor. İnsanlık, toplumsal hayat, güç bir dönemden geçiyor. İçinde bulunduğumuz zorlu günlerin temel önceliği, elbette insan sağlığını korumak ve hayatı savunmaktır. Ancak kısa ve uzun erimde, korona günlerinin çok boyutlu ekonomik, sosyal ve siyasal etkileşimleri olacağını düşünüyoruz.
Doğal olarak en büyük tahribat ve etkileşim de, ekonomik sosyal yaşamda görülecektir. İşsizlik ve yoksulluk tırmanacak, geniş emekçi ve dar gelirli kesimler için hayat daha da zor hale gelecektir. Bütün bu yaşanan olumsuzlukların siyasal alana yansımaları da mutlaka etkili ve belirleyici olacaktır.
Koronavirüsün ekonomi politiği
Salgın yalnızca günlük yaşamı olumsuz etkilemekle kalmıyor, aynı zamanda tüm dünyada birçok alanda tehlike çanlarının çalmasına neden oluyor. Zaten durgunluk içerisinde olan küresel ekonomik düzen, pandemi nedeniyle ağır darbeler alıyor. Ekonominin temel öğeleri olan üretim, tüketim ve yatırım faaliyetleri, salgının yarattığı olumsuz iklimin kuşatması altında neredeyse durma noktasına geliyor. Ekonomi ve finans çevrelerinde tedirginlik, panik artıyor. Başta turizm olmak üzere birçok üretim ve hizmet alanının küçülmesi, ekonomide daha büyük çöküşleri ve yıkımları gündeme getirebilir.
Kısaca korona olarak adlandırılan Covid-19 virüsü, adeta dünyayı teslim almış görünüyor. Dünya zor günlerden geçiyor. Tarih boyunca ender karşılaşılan önemli bir dönemeci yaşıyoruz. İnsan hayatı ve toplumsal yaşam açısından önemli bir kırılma dönemini ifade eden bu günler, aynı zamanda birçok ekonomik, sosyal ve siyasal dinamiği de içinde taşıyor.
İşsizlik ve yoksulluk tırmanıyor
Dünya ve ülkemiz, 21. yüzyılın birinci çeyreğini tamamlama yolundayken, ekonomik ve sosyal açıdan zor bir dönemi yaşıyordu. 2020’li yıllara girilirken, siyasal alanda otoriterlik, savaşlar, çatışmalar ve göçler; ekonomi alanında işsizlik, yoksulluk, gelir adaletsizliği ülkeleri ve yönetimleri zorluyordu. Küresel kapitalist sistem, bu sorunları artık çözemez hale gelmişti. Koronavirüs salgını, adeta bütün bu olumsuzlukların üstüne tuz biber ekti; sorunlar kartopu gibi büyüyerek katlandı. En başta da işsizlik ve yoksulluk tırmandı. Bu tırmanışı somut olarak gözler önüne seren araştırmalar, rakamlar, veriler, ardı ardına yayımlanıyor.
Salgının gençler üzerindeki etkilerini araştıran Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’ne (OECD) göre, pandeminin sebep olduğu işsizlik, en çok 15-24 yaş arası gençleri etkiledi. Bu süreçte 1,5 milyar gencin eğitim ve üniversiteye erişimi sınırlandı. %50’si gerekli kaynaklara yeterince erişemediği için hayat boyu elde edecekleri gelir, %10 azaldı. İşsizliğin artması borçları da artırdı.
Ülkemizde DİSK-AR’ın, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) Covid-19’un yarattığı istihdam kaybı araştırma yöntemlerini kullanarak yaptığı hesaplamaya göre; Covid-19 en az 6 milyon istihdam kaybına yol açtı. Böylece Covid-19 etkisiyle revize edilmiş geniş tanımlı işsizlik 13 milyonu geçti. Revize edilmiş geniş tanımlı işsizlik oranı %39 olarak hesaplandı.
Ana gündem; işsizlik ve yoksullukla mücadele
Pandemi öncesinde, yeni yönetim sistemi ile adalet ve hukuk alanında demokrasiden giderek uzaklaşan ülkemizde; bu durumun ekonomiye olumsuz yansımaları her geçen gün daha çok ortaya çıkıyor. Salgın ile birlikte yaşanan olumsuzluklar, bu süreci daha da tırmandırdı ve işsizler ordusuna yeni işsizler eklendi.
Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Örgütü’nün (UNCTAD) hazırladığı 2020 yılı Dünya Yatırım Raporu’na göre; ülkemize giren uluslararası yatırımlar %35 azaldı. Yatırımın olmadığı, üretimin azaldığı bir ekonomide; elbette temel gündem işsizlik ve yoksullukla mücadele olacaktır, olmalıdır.
Küresel Haklar Endeksi 2020 Raporu’nda, Türkiye’nin 144 ülke içinde işçi hakları açısından en kötü 10 ülke arasında yer alması, emek ve emekçiler açısından içinde bulunulan zorlu durumu çarpıcı biçimde ortaya koyuyor. Hele bu korona günlerinde insanlar ve emekçiler tam da can derdine düşmüşken, “tamamlayıcı emeklilik” denilerek çalışanların kıdem tazminatına göz dikilmesi, çalışanları gerçekten çileden çıkarıyor.
Emek geliri, vatandaşlık temel geliri, aile sigortası vb.
İşsizlik günümüzün temel sorunu. Yoksulluk, gelir adaletsizliği gibi temel meseleler, insanları yeni arayışlara itiyor. Ekonomik ve sosyal sıkıntılar, insanların taleplerini ve beklentilerini artırıyor. Başta ana muhalefet partisi (CHP) olmak üzere, muhalefet partileri ve toplumsal muhalefet, siyasal iktidarın yapay gündemler oluşturmasına ve ekonomik-sosyal konuları gündemden kaçırmasına izin vermemelidir. Ayrıca, yaşanan sorunların çözümü konusunda yeni projelerin üretilmesi ve toplumun önüne konulması gerekiyor.
İşsizliğin ve yoksulluğun oluşturduğu sorunlara karşı emek geliri, vatandaşlık temel geliri ve aile sigortası gibi çözümler, ülkemiz koşullarına uyarlanarak kamuoyunun ilgisine ve bilgisine sunulmalıdır. Bu konularda kamuoyunda duyarlılık oluşturulmalı, talepler yükseltilmeli ve etkili bir mücadele verilmelidir.
Ancak sorunun boyutu elbette yalnızca böylesi taleplerle ve çözümlerle sınırlı değildir. Temelde; küresel ekonomik düzenin, neoliberal politikaların tükenişi yaşanmaktadır. Asıl yapılması gereken, küresel kapitalist sistemin ve politikalarının sorgulanmasıdır.
Kapitalizmin çivisi çıktı!
Uzunca bir süredir düşüş içinde olan küresel dünya düzeni, Covid-19 süreciyle birlikte daha da sarsılıyor. Küresel ekonomideki durgunluk artıyor, büyüme tahminleri artık yerini resesyon söylemlerine bırakıyor. Faizlerin düşürülmesi de durgunluğa çözüm olmuyor. Kısacası, neoliberal politikaların savunucusu ve uygulayıcısı küresel kapitalist sistemin çivisi, tam anlamıyla çıkıyor!..
Tabii bütün bu gelişmeler, zaten yoksulluğun, işsizliğin ve gelir adaletsizliğinin girdabında sürüklenen geniş kitleler için tehlikenin daha da büyük olduğunu gösteriyor. Önümüzdeki dönemde, dünyada var olan işsizlik, açlık, yoksulluk ve bunların yarattığı göç dalgaları artabilir. Başta sağlıkta olmak üzere sosyal alanlardaki sorunlar daha da ağırlaşabilir.
Bütün bu olumsuzlukların en ağır fatura edileceği kesimler, yine toplumun en çilekeş ve yoksul kesimleri olacaktır. Bu kesimler için hayat daha da çekilmez hale gelecektir. Korona salgını, korkuyu artırarak, var olan korku iklimini daha da güçlendirmektedir. Korkular, adeta gündemi ve hayatı teslim almaktadır. Bu durum, sonuçta, korkudan beslenen otoriter yönetimlerin ve siyasal iktidarların tutumlarını daha da sertleştirmesine yol açabilir.
Sosyal izolasyon- toplumsal dayanışma
Böylesi korkular ve olağandışı gündemler, insanları olağan gündemden ve sosyal sorunlardan uzaklaştırmaktadır. Bunun acı faturası da temelde ağırlıklı olarak yoksul kesimlere çıkmaktadır. Kısacası, olan yine toplumun sıkıntı çeken alt gelir gruplarına olmaktadır. Bu gruplar daha çok yalnızlaşmakta ve savunmasız kalmaktadır.
Korona günlerinin sağlık açısından en çok gündeme getirilen yönü sosyal izolasyondur. Yani insanların kendilerini topluluklardan soyutlayıp yalnızlaştırmasıdır. Bu konu, fiziksel sağlığımızı korumak açısından elbette önemlidir ve uzmanların uyarılarına kulak verilmelidir. Ancak bu durum, moral değerler açısından yalnızlaşmayı getirmemelidir. Tam aksine, bugünlerde toplumsal dayanışmayı güçlendirmenin tam da zamanıdır. Hiç kimse yalnız ve çaresiz bırakılmamalıdır. Başta büyükşehirler olmak üzere tüm kentlerimiz, yerel yönetimlerin öncülüğü ve koordinasyonuyla, dayanışma ağlarıyla örülmelidir.
Salgının olumsuz etkilerini göğüslemek üzere açıklanan ekonomik önlemler, daha çok işverenlerin, sermaye kesiminin işine yarayabilecek hususları içermektedir. Açıklanan paketlerden, emekçilere, çalışanlara, kriz ortamında kepenk indiren çok sayıda küçük işletmeye ve buralarda işsiz kalan milyonlara önemli bir çözüm çıkmamıştır. Bu durum, toplumsal dayanışmanın önemini daha da artırmaktadır.
Koronalı düzenin panzehiri
Aslında yaşanan tarihsel süreç, uluslararası alanda ve tek tek ülkelerde, egemen olan ekonomik siyasal anlayışların sorgulanacağı bir süreç olacaktır, olmalıdır. Bütün bu yaşananlar, kapitalist, bireyci, neoliberal politikaların, artık tümüyle sarsıldığını ve giderek tükendiğini göstermektedir.
Böylesi zor dönemlerde, insanı odak alan kamucu ekonomi, sağlık ve çevre politikalarının önemi daha iyi anlaşılmaktadır. Yurttaşların ayrımsız biçimde sağlıklı olma ve sağlık hizmetine erişebilme hakları öne çıkmaktadır. İnsanlar, hem kendi günlük yaşamlarında ve hem de ülke düzlemlerinde, bu konuları sorgulayacaklardır; sorgulamalıdırlar.
Koranavirüslü düzenin panzehiri; toplumcu, kamucu bir ekonomi, sağlık ve siyaset anlayışının etkin olacağı yeni bir toplumsal düzendir. İçinde bulunduğumuz dönemin, evrensel düzlemde bu arayışları artıracağını ve güçlendireceğini düşünüyoruz. Böyle olmasını da içtenlikle diliyoruz. Yaşadığımız tarihi süreç, toplumsal muhalefete, sol ve sosyal demokrat güçlere önemli görevler yüklemektedir. Bu görevleri hakkıyla yerine getirebilmek, aynı zamanda tarihi bir sorumluluktur.
Bugüne nasıl gelindi?
Aslında bugünlere gelişin temelinde yatan çok derin nedenler var. Doğayı, çevreyi, yerküreyi tahrip eden; iklimsel değişimleri dikkate almayan ve özünde kapitalist değerleri öne çıkaran küresel sistemin ve dünya düzeninin öncelikle sorgulanması gerekiyor. Yaşanan son gelişmelerle, neoliberal politikaların savunucusu ve uygulayıcısı küresel kapitalist sistemin, var olan sorunları çözemediği açıkça görülüyor.
Hayatın içinde adaletsizliği, eşitsizliği, yoksulluğu artıran bu politikalar, aynı zamanda insanların sağlık hizmetlerine erişimini de zorlaştırıyor. Bu alanda da çok büyük yetersizlikler, farklılıklar ortaya çıkıyor. Gelir dağılımında adaletsizlik, işsizlik, açlık ve yoksulluk tırmanıyor. Yaşadıkları yerlerde sorunlarına çözüm bulamayan insanlar, göç yollarına diziliyorlar.
Doğayı ve insan hayatını tahrip eden bütün bu olumsuzluklar, hayatın içinde derin izler bırakıyor. Ekolojik sorunlar, her geçen gün doğayı ve doğal hayatı tüketiyor. Kısacası, geçmişten günümüze uzanan süreçte, hem doğada ve hem de toplumsal yaşamda önemli bir altüst olma hali yaşanıyor.
Korona günleri ve tarihsel kırılma; geleceği tartışmak ve belirlemek
İçinde bulunduğumuz korona döneminin, toplumsal tarih açısından önemli bir kırılma noktası oluşturacağını düşünüyoruz. Öyle ki, tarihsel süreçte toplumsal gelişmeler irdelenirken, korona öncesi ve korona sonrası olarak bile adlandırılabilir. Korona sonrası dünya, çok zorlu bir ekonomik krizle de karşılaşabilir. Uzmanlar, geçmişte büyük önem taşıyan 1929 bunalımından ve ikinci dünya savaşı yıllarından daha beter bir ekonomik krizle karşılaşılabileceğini şimdiden gündeme getiriyorlar. Bu durum, önümüzdeki sürecin ne denli ağır ve zorlu olacağını da gösteriyor. Ama aynı zamanda bu süreç, birçok toplumsal ve siyasal dinamiği de barındırıyor.
İçinde bulunduğumuz günler, insanlık için büyük bir distopyayı ifade ediyor. Aslında birçok düşünür, böylesi bir distopyayı uzun süredir işaret ediyordu. Şimdi önemli olan, bu zor ve zorlu distopya döneminden bir ütopya yaratılıp yaratılamayacağıdır.
Önümüzdeki dönemde böylesi bir gelişmenin temel ateşleyicisi, toplumsal üretim süreci ile bu süreçte oluşacak yeni sınıfsal ilişkiler ağı olacaktır. İnsanlığı çok tartışmalı ve zorlu bir dönemin beklediğini düşünüyoruz. Bu zorlu dönemin öne çıkan toplumsal ve siyasal güçleri, geleceğin de belirleyicisi olacaklardır. Elbette beklentimiz ve içten dileğimiz, bu distopik dönemin yakın bir gelecekte yepyeni bir ütopyaya dönüştürülmesidir.
Şimdilik üzerinde birleşilen konu, artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağıdır. Ama yeninin nasıl bir yeni olacağı da belirsizdir ve tartışmalıdır. Önümüzdeki dönemde, bu konuda önemli bir düşünsel ve eylemsel mücadele yaşanacağını öngörüyoruz.
Tarihin içinde bulunduğumuz döneminde, hem ulusal ve hem de uluslararası düzlemde, bu mücadelenin ilk işaret fişekleri de atılmaya başlamıştır. Bütün bu yaşananlar ve yapılan tartışmalar, kapitalist, bireyci, neoliberal politikaların, artık tümüyle sarsıldığını ve giderek tükendiğini göstermektedir.
Yeni bir ütopya ve uygarlık inşası
Bu yaklaşımın ve değerlendirmenin, düşünsel alanda giderek güç ve ağırlık kazandığı görülüyor. Ülkemizin ana muhalefet partisi liderinin bu bağlamdaki değerlendirmeleri de büyük önem taşıyor. Yaşanan olumsuzlukların temeli olan neoliberal politikaların mahkum edildiği değerlendirmede; Covid-19 sonrasında, meydanın baskıcı ve otoriter iktidarlara, neoliberal politikaların uygulayıcılarına bırakılamayacağı vurgulanıyor.
23 Nisan ve TBMM’nin 100. yılı kapsamında, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, 22 Nisan tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan “Alçakgönüllü Bir Uygarlığın İnşasına Çağrı” başlıklı makalesini son derece önemli buluyoruz. Makaledeki görüş ve öneriler, tartışılıp geliştirilerek; gecikmeli olarak yapılacak CHP’nin 37. Olağan Kurultayı’nda, tarihi bir çıkışa, bir manifestoya dönüştürülmelidir.
Bu kapsamlı makalede yer alan analizlerin, başta CHP’liler olmak üzere, toplumsal ve siyasal sorunlara duyarlı kesimler tarafından döne döne okunması ve tartışılması gerekiyor. Aslında bu görüşler; daha önce önerdiğimiz gibi (CHP’nin Tarihi Sorumluluğu / M.Ş.Örs / SD Dergi Ocak-Şubat 2020 / Sayı 109-110); keşke kongreler sürecinde konuşulup tartışılarak, tabandan kurultaya ortaklaşarak taşınabilseydi ve kurultayda güçlü bir manifestoya dönüştürülebilseydi.
Yaşanılan bu zor dönem, bize ve tüm halklara karalar bağlatmamalıdır. İnsanlık ve toplumsal mücadeleler tarihi, şimdiye dek böylesi nice zorlu dönemler görmüştür, yaşamıştır. Önemli olan bunların üstesinden gelebilmektir.
Böylesi tarihsel dönemeçler, aynı zamanda önemli siyasal ve toplumsal kırılmaların da yaşandığı dönemlerdir. Şimdi içinde bulunulan bu zorlu ve karanlık dönemin, daha da karanlık ve otoriter bir döneme mi, yoksa aydınlık ve sosyal devlet odaklı bir toplumsal düzene mi evrilip dönüşeceğini, yine toplumsal mücadelenin dinamikleri belirleyecektir. Önemli olan bizim nerede, nasıl saf tutacağımızdır. İşte önümüzdeki günler, bu mücadelede saf tutulacak yerin ve safların tartışılıp belirleneceği günler olacaktır.
Biz, her şeye karşın, geleceğe umutla bakıyoruz. İçinde yaşadığımız bu karanlık ve kasvetli dönemin mutlaka aşılacağına; geleceğin gün gelip mutlaka aydınlık olacağına yürekten inanıyoruz.
Hiçbir zaman unutulmamalıdır ki, umudumuz ve ütopyalarımız tükenmez!..
*Mehmet Şakir ÖRS
Gazeteci-Yazar,
mehmetsakirors@hotmail.com