17-eylul-1976-tarihli-demokrat-izmir

Mehmet Şakir Örs – “DGM’yi Ezdik…” 40. Yıldönümünde, 16 Eylül 1976 DGM Direnişi Siyasal Direnişin Siyaset Dersleri: Öncesi ve Sonrasıyla Direnişin İzmir Boyutu

sakir ors Eylül ayı önemli yıldönümlerini ve günlemeleri içinde taşır. Bunlardan birisi de ‘16 Eylül’dür. Bundan tam 40 yıl önce, Türkiye İşçi Sınıfı ve onun devrimci sendikal örgütü DİSK, Devlet Güvenlik Mahkemeleri’ne (DGM) karşı ayağa kalkmıştı. Yalnızca kendisi ayağa kalkmakla yetinmemiş, tüm toplumu da hareketlendirmişti.

1976 yılının 16 Eylül’ünde başlayıp 20 Eylül’üne kadar süren DGM direnişinin, Türkiye işçi sınıfının mücadele tarihinde olduğu gibi, İzmir’in toplumsal mücadele tarihinde de önemli izleri vardır. DGM direnişi, İzmir ve Ege’de de önemli etkileşimler yaratmıştır.

İsterseniz bu direnişin yaşandığı dönemi daha iyi kavramak için, öncelikle o dönemin Türkiye’sinin ve İzmir’inin, sendikal, siyasal koşullarını irdeleyelim.

12 Mart sönümleniyor,  işçi hareketi yükseliyor

12 Mart karanlık döneminde yaşanan acılar, sınıfsal ve siyasal harekette görülen duraksamalar, gerilemeler; aslında bir yandan kendi karşıtını da yaratıyordu. Toplumsal muhalefet giderek güçleniyor ve kendisine yeni alanlar, kanallar arıyordu. Kısacası hayat kendi diyalektiğini örüyordu…

12 Mart’ın mağdurlarından işçi sınıfı, sendikal alanda kendi tercihini yapmış tüm gücüyle DİSK’e sahip çıkıyor ve onu güçlendirmeye, büyütmeye çalışıyordu.

12 Mart muhtırasına karşı çıkan Bülent Ecevit, önce CHP Genel Sekreterliği’nden ayrılıyor ve sonra da CHP içinde İsmet İnönü’ye karşı verdiği mücadeleden başarıyla çıkıyordu. Bütün bu gelişmeler İzmir’i ve Ege’yi de derinden etkiliyordu. Ecevit’i CHP Genel Başkanlığı’na taşıyan güçlerin içersinde işçiler, sendikacılar ve özellikle de İzmir ve Ege’deki muhalifler önemli bir yer tutuyordu.

Örneğin, 1973 genel seçimleri öncesinde Ecevit’in ilk kez genel başkan olarak İzmir’e gelişini anımsıyorum. Seçim öncesinde, 1973 9 Eylül’ünde, İzmir Alsancak stadında düzenlenen miting ve gece, siyasal değişimin bir bakıma ilk işaret fişeğiydi. Alsancak stadındaki o akşamın ilginç bir yönü de, bir siyasal toplantıda ilk kez rodeo gösterileri yapılmasıydı. Daha televizyonun bile yaygınlaşmadığı o dönemde, belki ancak filmlerde görebileceğimiz rodeo gösterilerini izlemiştik. Tabii bunları gerçekleştirenler yurt dışından getirilmişti. Bu anımızın, siyasal iletişim ve iletişimciler bakımından da ilginç bir örnek olacağını düşünüyorum.

CHP’deki hareketlenmelere koşut gelişmeler CHP dışı solda da görülüyor, TSİP ve TİP gibi partiler ardı ardına kuruluyordu.

70’li yıllarda İzmir’in sanayisi  ve işçi hareketi

1970’li yıllar, İzmir sanayisinin ve dolayısıyla işçi hareketinin en canlı, dinamik ve hareketli dönemiydi.

Özellikle Alsancak bölgesi başta olmak üzere kentin merkezi ve yakın çevresi, çok sayıda işçinin çalıştığı fabrikalarla doluydu. Alsancak günümüzde varsıl insanların yaşadığı bir semt olarak bilinir. Halbuki o yıllarda, özellikle de semtin arka tarafları tam bir işçi, emekçi yatağıydı…

İsterseniz başlıca fabrikaları hemen anımsamaya çalışalım. Konak ve Basmane çevresinde Tekel’in ve özel işletmelerin tütün depoları vardı. Atatürk Spor Salonu’nun çevresinde yaprak tütün bakım atölyeleri ve tarihi sigara fabrikası, sanki her daim nöbette gibiydi. Kahramanlar tarafında da Tariş pamukyağı ve zeytinyağı kombinaları ile Yemta bulunurdu. Alsancak tren istasyonunun çevresinde demiryolu işçileri mevzilenmişti. Stadın önünden Halkapınar’a doğru yönelince, yolun sol yanında Tariş incir, zeytinyağı işletme ve depoları, Tariş üzüm ve sirke işletmesi vardı. Yolun sağ yanında da yine asırlık Şark Sanayi kumpanyası ve Sümerbank fabrikaları bulunurdu. Daha ileride Tekel şarap fabrikası ve palamut işletmeleri, Alsancak’ı Halkapınar’a bağlardı. Bayraklı’ya doğru yönelince de sırasıyla

Piyale, Kula Mensucat ve Turyağ fabrikaları İzmir’in simgesi gibiydiler. Bu fabrikaların büyük bölümü üç vardiya çalışır ve çok sayıda emekçiyi barındırırdı.
Şimdilerde bunların hemen hiçbiri yok. Buraları anımsayınca ve kentin bugün ulaştığı nüfusu göz önüne alınca, işsizlik sorunun ulaştığı boyutu ve sorunun yakıcılığını insan daha iyi kavrıyor.

DGM direnişine doğru İzmir’de hareketlenmeler

İşte bu anımsatmaya çalıştığımız fabrikalar, o dönem sendikal ve siyasal mücadelenin mayalandığı alanlardı… Örneğin Şark Sanayi işçilerinin uzun süre direniş yaptıklarını ve onlarla dayanışma amacıyla Atatürk Spor Salonu’nda kitlesel ve görkemli bir gece yapıldığını anımsıyorum. Tariş Üzüm ve Kula Mensucat işçilerinin o yıllardaki eylemleri de önemliydi.

Yine o dönem İzmir’de yaşanan, BMC işçilerinin fabrika kapılarını kaynaklayarak yaptıkları direniş ile Metaş’taki sendika değiştirme mücadelesi, İzmir’in sendikal gündeminde önemli bir yer tutmuştu…
DİSK hızla büyüyor, güçleniyor ve örgütlenme alanını genişletiyordu. Bu gelişme işyerlerinde sendikal çekişmeleri de gündeme getirmişti. DİSK örgütlenmesini çok yönlü güçlendirirken, tabanını da hızla politikleştiriyor ve iktidarla hesaplaşmaya hazırlanıyordu.

Bu bağlamda Eylül 1975’te ‘Demokratik Hak ve Özgürlükler Mitingleri’ düzenlendi. Bunlardan birisi de İzmir’de cumhuriyet alanında yapıldı. O gün biz İzmirli işçiler, ilericiler Kemal Türkler’le birlikte DİSK Genel Sekreteri İbrahim Güzelce’yi de dinleme fırsatı bulduk. Doğrusu ben Güzelce’yi ilk kez görüyordum. Meğer bu aynı zamanda son görüşümüzmüş. Güzelce 1976 başında, o büyük 1 Mayıs’ı göremeden aramızdan ayrıldı.

O dönem İzmir’de çok etkili bir başka kesim TÖB-DER’de örgütlü eğitim emekçileriydi. TÖB-DER İzmir Şubesi’nin 1976 yılının 21 Şubat’ında İzmir’de yaptığı yürüyüş ve miting de çok etkili olmuştu. O yıllarda miting ve yürüyüşler için önce Basmane’de tarihi çınarın altında toplanılır, oradan Fevzi Paşa Bulvarı yoluyla Çankaya üzerinden cumhuriyet alanına inilirdi.

DGM’ye karşı direniş ve İzmir

12 Mart döneminin ürünü olan DGM’ler Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmişti. Ancak yeni kurulan Milliyetçi Cephe hükümeti DGM’leri yeniden çıkarmak ve yasalaştırmak istiyordu. 12 Mart’ın ardından yeniden gücünü toparlayan ülkemiz solu ve ilerici sendikal hareketi, bunu kendisi için bir tehdit unsuru olarak görüyor ve her daim tepesinde sallanan ‘Demoklesin kılıcı’ olduğunu düşünüyordu.
Ülkemizde işçi sınıfının öncülüğünde ilk kez kitlesel olarak kutlanan 1976 1 Mayıs’ından aldığı güç ve moralle, DİSK’in yalnızca sendikal alanda değil, toplumsal yaşamın her alanında ağırlığı artıyordu. Öyle ki işçiler yakalarında DİSK’in çarklı, mavi renkli rozetlerini taşımak için yarışıyorlardı,

İşte böylesi koşullarda 16 Eylül 1976’da DİSK ‘genel yas’ ilan etti ve bir dizi eylemler başlattı. DİSK’e bağlı işyerlerinde ve diğer bazı üretim alanlarında üretim durduruldu. Eylemler 20 Eylül tarihine kadar sürdü.

O dönemde İzmir’de DİSK’in en etkin ve örgütlü sendikaları Maden-İş, Lastik-İş ve Pektim-İş’ti. Direnişin en etkili olduğu bölge de Aliağa’daki rafineriler oldu.

Direnişin İzmir’deki merkez üssü, DİSK ve Maden İş temsilciliklerinin bulunduğu Konak’taki Yeni Karamürsel olarak bilinen binanın en üst katıydı.

Vapurlarda, trenlerde; Konak ve Kemeraltı başta olmak üzere kentin birçok alanında DİSK’in Sesi’ gazetesinin direniş özel sayısını binlerce insana dağıttığımızı ve tüm İzmirlileri direnişe destek vermeye çağırdığımızı anımsıyorum.

DGM direnişi günlerinden anımsadığım bir başka ayrıntı da, Konak’tan belediye binasına kadar yürüyüş yapıp, Başkan İhsan Alyanak’ın makamına siyah çelenk bırakışımızdı. O yıllarda belediye binası, şimdilerde sergi salonu olan, Hisar camii yakınındaki tarihi binaydı. Aslında hep emek ve emekçi dostu olarak bildiğimiz rahmetli İhsan Alyanak’la DİSK arasında, o sıralar bir sürtüşme olmuştu. Bir grup sendikacı ve işçiyle birlikte başkanın makamına kadar çıktığımızı ve onun da bizi anlayışla ve hoşgörüyle karşıladığını anımsıyorum.

‘DGM’yi ezdik sıra MESS’de’

DGM direnişi, yaşanan gözaltılara ve işten atmalara karşın başarıyla sonuçlandı. DGM yasası engellendi. Direnişin bence en önemli boyutu, o güne kadar hep kendi ekonomik talepleri için harekete geçen işçi sınıfının, DGM gibi siyasal bir konuda açıktan tavır koymasıydı.

Aslında bu gelişme, sonraki günlerin ve dönemlerin habercisiydi. İşçi sınıfı başta olmak üzere toplumun tüm dinamik kesimleri hızla politikleşiyordu… Ve politik mücadele de giderek sertleşiyordu…
DGM direnişinin ardından işçilerin bir önemli eylemliliği de Madeni Eşya Sanayicileri ve İşverenleri Sendikası (MESS) ile DİSK’e bağlı Maden-İş arasında yaşanan toplu iş grup sözleşmesi mücadelesi oldu.
Direnişi ve eylemliliği ile DGM’leri engelleyen Türkiye işçi sınıfı ve onun sendikal örgütü DİSK, maden işçilerine bu zorlu mücadelede tam destek verdi. Gerçekten de iki temel sınıfın, sermaye kesiminin en örgütlü ve katı kesiminin temsilcisi MESS ile işçi sınıfının en militan kesimi maden işçileri ve onların sendikaları karşı karşıya geliyor ve ringe çıkıyorlardı. Bu tam bir bilek güreşiydi.

‘DGM’yi ezdik sıra MESS’de’ sloganıyla hareket eden maden işçilerine, İzmir’in emekçileri, aydınları, ilericileri de sahip çıktılar. 1976 sonları ile 1977 yılı başlarında İzmir’in çeşitli semtlerinde dayanışma geceleri düzenlendi. Bu gecelerin, Bornova’da o zamanki CHP ilçe Başkanı Hikmet Sökmen’in sinemasında, Karşıyaka’da Alaybey Şan sinemasında, Gültepe, Narlıdere gibi semtlerin açık hava sinemalarında yapıldığını anımsıyorum.

O dönemde gerçekleştirilen direnişler, eylemler, etkinlikler; işçi sınıfının sendikal ve siyasal mücadelesini hayatın içinde bir koza gibi örmüştü…

Bütün bu mücadeleler, İzmir’in ve ülkemizin toplumsal mücadele tarihinde yerini aldı ve derin izler bıraktı…

DGM direnişine bugünden bakmak

40 yıl sonra DGM direnişine bugünden bakınca neler görüyoruz? Öncelikle Türkiye işçi hareketinin o yıllardaki bilinç ve örgütlülük düzeyi adeta gözümüzü kamaştırıyor. Elbette toplumsal muhalefetin ve siyasal hareketlerin hakkını da teslim etmek gerekiyor. Dönemin anamuhalefet partisi CHP’nin, başta DİSK olmak üzere sendikal örgütlenmelerle, emek hareketiyle bağlaşıklığı ve dayanışması da büyük önem taşıyor.

Bizce DGM direnişinin altı çizilmesi gereken iki önemli yönü var. Birincisi, diğer birçok grev ve direnişlerde daha çok iş ve aş talepli davranan yani ekonomik istemlerle harekete geçen işçi sınıfının, Devlet Güvenlik Mahkemeleri gibi daha çok siyasal yanı ağır basan bir konuda bu denli ön alması ve kararlılık göstermesi…

İkincisi ise bu direnişin başarıya ulaşması, sonuç alması ve ‘DGM’yi ezdik…’ sloganında ifade edildiği üzere, o dönemde DGM’lerin engellenmesidir…

DGM direnişi başta emek hareketi ve sendikal, siyasal örgütlenmeler olmak üzere, herkes için önemli derslerle doludur. Bizce en önemli ders ise ekonomik ve siyasal mücadelenin ve onların örgütlerinin ortaklaştırılması, dayanışması ve bağlaşıklığıdır…

Utkuya ulaşan DGM direnişinde başarıya giden yolun temelleri işte böyle atılmıştır…

Günümüzde yeni utkulara ihtiyacımız var

Ülkemizde ve dünyada yaşanan toplumsal gelişmeler, sendikal mücadeleden, emek hareketinden ve toplumsal mücadeleden çok şeyler alıp götürdü. Belki sendikal örgütlenme ve bilinç düzeyi 40 yıl öncesine göre daha geri düzeylerde. Elbette aynı olumsuzluklar siyasal örgütlülük ve toplumsal mücadele için de geçerli…

Ancak biz her şeye karşın değerlerimizi ve umudumuzu koruyoruz. Haziran hareketliliği – Gezi eylemleri süreci, bu konuda umutlarımızı tazeledi, yeniledi… Tıpkı, üzerinden 40 yıl geçmiş olan DGM direnişi örneğinde olduğu gibi, yeni utkulara, yeni başarı öykülerine ihtiyacımız var… Günümüzde bu ihtiyaç o kadar yaşamsal ki, aynen ekmek gibi, su gibi…

Ve yeni başarı öykülerini de yine işçisiyle, emekçisiyle, aydınıyla; sendikacısıyla, siyasetçisiyle bu ülkenin ilerici yurtsever yurttaşları olarak hep birlikte yazacağız…