Dünya siyaseti ve ekonomisi son dönemde önemli çalkantılar yaşıyor. Ülkeler ve halklar, adeta bir gel-git olayı yaşarmışçasına dalgalanıyor. Görünen o ki, siyasal ve ekonomik gelişmelerin debisi yükseliyor.
Siyaset ve ekonomi alanlarındaki bu altüst oluşlar, toplumsal yaşamın diğer alanlarını da doğrudan etkiliyor. Sınıfsal ve toplumsal katmanlar yeni arayışlar içinde. Hayatın içinde yeni duruşlar, yeni konumlanmalar oluşuyor.
Böylesi bir süreç, siyasal, ekonomik ve sosyal anlamda yeni arayışları ve doğal olarak yeni savrulmaları da beraberinde getiriyor. 2017’lerin dünyasında, yeni bir çıkış aranıyor…
Küreselleşme ile sağ popülizm arasında sıkışmışlık
Sosyalist sistemin çöküşü ile birlikte, 1990’lı yıllardan itibaren dünya tek kutuplu hale geldi. Küreselleşme adı verilen bu dönemde, dünya kapitalizmi adeta ‘tek kale’ oynadı. Neoliberal anlayış tam anlamıyla egemen oldu. 20. yüzyıldan 21. yüzyıla geçilirken, bütün dünyada küreselleşme rüzgarları esti. Bu rüzgarlar;, insanlık için, ülkeler ve halklar için, yeni umutları ve yeni beklentileri de beraberinde getirdi.
İlk dönemde, dünya ekonomisinde yaşanan olumlu iklimin de etkisiyle, bu beklentilerin bir bölümü görece karşılandı da… Ancak, özellikle 2008 uluslararası krizinden sonra, rüzgarların yönü değişti. Küreselleşme denilen rüzgar, kendi yarattığı sorunları aşamaz hale geldi. Sorunlar büyüdü, işsizlik yaygınlaştı, yoksulluk arttı. Öncelikle yoksullardan ve mavi yakalılardan başlayarak hoşnutsuzluk yükseldi. Ekonomideki alevler büyüyüp yaygınlaşarak, orta sınıfları da içine aldı. Giderek beyaz yakalılar da homurdanmaya ve seslerini yükseltmeye başladı.
Bu durum yeni arayışlara yol açtı. İşte bu yeni arayışa karşılık vererek ortaya çıkan, küreselleşme karşıtı görünen sağ popülist -bir başka tanımla yeni faşist- anlayış, kitleler için yeni bir sığınma noktası oldu. Ama aslında bu, tam bir sıkışma, yağmurdan kaçarken doluya tutulma haliydi.
Yeni bir seçenek üretmek
Küreselleşmenin yarattığı sorunların ağırlığını omuzlarında hisseden toplumsal kesimler, 21. yüzyılın dünyasında, küreselleşme ile otoriter tek adam yönetimleri arasında tercih yapmak zorunda kalıyor.
Bu durumda, ekonomik korumacılığı gündeme getiren, göçmen ve yabancı düşmanlığını körükleyen, aşırı milliyetçiliği ve ırkçılığı öne çıkaran, tek adamları kurtarıcı gibi sunan anlayışlar bunalmış kitleleri kolayca etkileyebiliyorlar. İşte son dönemde dünya siyasetinde yaşanan yeni gelişmelerin temelinde bu dinamikler yatıyor.
Oysa bu sıkışmışlığı aşmak, evrensel planda yeni bir seçenek üretmek gerekiyor. Bu görev de öncelikle sola ve sosyal demokrasiye düşüyor.
Yeni bir hikaye yazmak; yeni umut ışıkları
Dünyada yaşanan son gelişmeler karşısında, görüldüğü kadarıyla sol ve sosyal demokrat anlayış mecalsizdir; birçok ülkede gerilemiş, kan kaybetmiştir. Biz, bu gerilemeyi, kapitalizmin küresel rüzgarlarına karşı doğru bir hat oluşturamamış ve yeterli mücadele verememiş olmakla açıklıyoruz.
Elbette her ülkenin kendine özgü koşulları vardır. Ama bu durum, yalnızca kendi ülkemizin sorunları ile sınırlı kalacağımız anlamına gelmemelidir. Biz, solun-sosyal demokrasinin, günümüzdeki evrensel sorunların da üzerine gitmesi gerektiğini düşünüyoruz. Hem de ivedilikle ve kapsamlı biçimde… Yalnızca mevcut olanı savunmak; onunla yetinmek; solun, sosyal demokrasinin işi olamaz. Çoğunlukla böyle yapıldığı için sol anlayış, devrimci ve yenilikçi özünü yitirmektedir; aynı zamanda kitlelerin güvenini de kaybetmektedir.
Sol, yeni bir yaklaşımla kitlelerin önüne çıkmalıdır. Sorunlardan bunalmış insanlara umut olmalı ve yeni bir seçenek üretmelidir. Yaşananlardan hoşnutsuzluk duyan toplumsal kesimlerle birlikte yeni bir çıkış yolu oluşturulmalıdır. Sözün özü; solun, sosyal demokrasinin evrensel değerleriyle, yeni bir hikaye yazılmalıdır. Biz, böylesi bir tarihsel birikimin, düşünsel ve eylemsel zenginliğin olduğuna yürekten inanıyoruz. Yeter ki hayatın dinamik akışı zamanında yakalanabilsin; günümüzün sorunları ve ihtiyaçları doğru biçimde analiz edilip yeterli çözümler üretilebilsin…
2017’lerin dünyasında, meydan; otoriter, baskıcı, tek adam rejimlerine bırakılmamalıdır.
Evrensel planda yaşanan krizi, yalnızca küresel kapitalizmle de sınırlayamayız. İnsanı ezen, mağdur eden yanlış ekonomik ve sosyal politikalarla yeterince mücadele edemeyen; yeni döneme uygun politikalar geliştiremeyen solun ve sosyal demokrasinin de içine düştüğü açmazı kıskacı görmemiz gerekiyor.
Corbyn ve Kılıçdaroğlu
İşte son günlerde, evrensel planda, bizi umutlandıran, içinde bulunulan darboğazdan çıkış amaçlı iki önemli hamle geldi. Birincisi, Jeremy Corbyn önderliğinde sol bir programla yenilenen ve yeniden örgütlenen İngiltere İşçi Partisi’nin seçim başarısı; ikincisi, ülkemizde Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun önderliğinde gerçekleştirilen ‘Adalet Yürüyüşü’… Biz bu iki önemli hamleyi çok değerli buluyor ve solun, sosyal demokrasinin içinde bulunduğu darboğazdan, etkin bir çıkış arayışı olarak değerlendiriyoruz
Acaba, son günlerde ülkemizde ve İngiltere’de yaşanan bu iki önemli gelişme, yazılması gereken yeni hikayenin ilk tümceleri ve ön adımları olarak değerlendirilebilir mi? Doğrusu, böyle olmasını da yürekten istiyoruz ve diliyoruz.
Günümüzde, küresel kapitalizm ile pratikte otoriter tek adam rejimleri olarak biçimlenen sağ popülizm -bir başka tanımla yeni faşizm- arasında sıkışmış kitlelerin yeni bir umuda, aydınlığa ihtiyacı var. Bunun için, evrensel planda yoğun bir çalışma, yeni bir çıkış arayışı kendini dayatıyor. Dünyaya ve hayata soldan bakanlar, bu gerçeği ve ihtiyacı görmezden gelemezler, gelmemelidirler. Toplumsal siyasetin emektarlığı ve evrensel sorumluluğu bunu gerektiriyor.
İşte Jeremy Corbyn’in sol programının ve ülkemizde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun önderliğinde gerçekleştirilen ‘Adalet Yürüyüşü’nün; önümüzdeki süreçte, evrensel platformda, solun, sosyal demokrasinin ideolojik ve toplumsal gelişimini etkileyecek temel dinamikler olabileceğini düşünüyoruz, öngörüyoruz. Corbyn ve Kılıçdaroğlu örnekleri, yeni çıkış arayışının yol göstericileri ve meşale taşıyıcıları olabilir.
Dünyanın en köklü partilerinden olan CHP’nin, son dönemde ülkemizde gerçekleştirilen anayasa referandumuna yönelik ‘Hayır Kampanyası’ ile ‘Adalet Yürüyüşü’ deneyimlerini, uluslararası platforma taşıması gerekiyor. Bu iki büyük etkinlik ve çalışma, sol ve sosyal demokrat dünya için yeni bir umut ışığı olabilir. Solun ve sosyal demokratların önünde yeni ufuklar açabilir. Ayrıca, bu iki büyük çalışma pratiğine, siyasal ve ideolojik derinlik kazandırılmasının yararlı olacağını düşünüyoruz. Bunu bir gereklilik olarak görüyoruz.
Güncel görev
Günümüzde, ülkemizde ve dünyada, otokrasinin yükselişine, otoriter eğilimlerin güçlenmesine karşı verilecek mücadelenin temel dinamiği; hayatın her alanında demokrasiyi örgütlemek ve umudu güçlendirmektir.
Son dönemde ülkemizde yaşanan ‘Hayır Kampanyası‘ ve Adalet Yürüyüşü’, demokrasi adımlarının güçlendiği ve bu yolda umutların arttığı etkinlikler zinciri olmuştur. Şimdi muhalefete düşen görev; ‘Hayır’ı ve ‘Adalet Yürüyüşü’nü kalıcılaştırıp daha da büyüterek, etkin bir demokrasi hareketine dönüştürmektir. Tabii bu mücadeleyi uluslararası platforma da taşıyarak… Ebette evrensel demokrasi güçleriyle de dayanışarak ve karşılıklı etkileşimde bulunarak…
Hayatı doğrudan, iyiden ve güzelden yana değiştirip dönüştürmenin yolu demokrasiyi örgütlemekten ve umudu körüklemeden geçiyor.
*Mehmet Şakir Örs
Gazeteci-Yazar
mehmetsakirors@hotmail.com