Ülkemizin toplumsal mücadele tarihinde, 1 Mayıs’ların çok önemli bir yeri vardır. 1 Mayıs kutlamaları, hem kişisel yaşantımızda hem de ülkemizin tarihinde her dönem derin izler bırakmıştır.
Yeni bir 1 Mayıs’ı yaşadığımız şu günlerde, kendi yaşadığımız 1 Mayıs’lardan hareketle, ülkemizde ve kentimiz İzmir’de yaşanan eski kutlamalara mercek tutacağız.
1 Mayıs’ın tarihçesi
1 Mayıs’ın işçi bayramı olarak belirlenmesi ve tüm dünyada kutlanmasının özünde, işçilerin hakları için eylemlilikleri vardır. 1 Mayıs 1886’da işçiler, Amerikan İşçi Sendikaları Konfederasyonu öncülüğünde 8 saatlik işgünü talebiyle iş bıraktılar. Chicago’da yapılan gösterilere yarım milyon işçi katıldı. Eylemler sonraki günler de sürdü.
Bu eylemlerin ilginç bir özelliği, siyah ve beyaz işçilerin, aralarındaki yapay ırk ayrımcılığını aşarak birlikte davranmalarıydı. Bu durum, bir bakıma emeğin ve emekçinin, ırk, din, dil ve milliyet ayrımcılıklarının ötesinde enternasyonal dayanışmasının da somut bir örneğiydi.
1889 yılında İkinci Enternasyonal’de, bir Fransız işçi temsilcisinin önerisiyle, 1 Mayıs gününün, tüm dünyada birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak kutlanmasına karar verildi. Böylece ikinci gösteri 1890 yılında yapılabildi.
Türkiye’de ilk 1 Mayıs, 1905’te İzmir’de kutlandı
1 Mayıs’ın ülkemizde ilk kutlanması, 1900’lü yılların başlarına uzanır. İlk kutlama ile ilgili olarak, değişik kaynaklarda farklı yaklaşımlar olsa da, 1 Mayıs’ın ilk olarak 1905 yılında İzmir’de kutlandığı genel kabul görmektedir. Osmanlı döneminde yapılan bu ilk kutlamanın, İzmir’in eski semtlerinden olan bugünkü Basmane – Altınpark’ta, günümüzde artık yerinde olmayan tarihi çınar ağacının altında yapıldığı bilgisi vardır. Görüldüğü gibi, pek çok ilklerin kenti olarak bilinen İzmir’imizin, toplumsal mücadele açısından çok önemli bulduğumuz, böylesine anlamlı bir ilki daha vardır.
O yıllarda Osmanlı kentleri içinde işçi örgütlenmesinin en gelişmiş yer olduğu bilinen Selanik’te 1 Mayıs, 1911 yılında kitlesel olarak kutlanır. İstanbul’daki ilk kutlama için de 1912 tarihi verilmektedir. Bu ilk kutlamaların ortak özelliği, bu kentlerin birer liman kenti oluşu ve kutlamalara genellikle tütün ve liman işçilerinin önderlik yapmış ve katılmış olmalarıdır.
Ülkemizde 1923 yılında, yasal olarak 1 Mayıs günü işçi bayramı olarak ilan edilir. Ancak hemen ardından 1924’te kitlesel olarak kutlanması engellenir. 1925 yılında çıkarılan Takrir-i Sükun yasasıyla da, işçi bayramının kutlanması yasaklanır. Ve bu yasak uzun yıllar sürer.
Benim 1 Mayıs’larım…
Ülkemizdeki pek çok genç insan gibi, sol düşünceyle ve toplumsal mücadeleyle ilk tanıştığımız 1960’lı yılların sonları ve 70’li yılların başlarında; 1 Mayıs’ın, bütün dünyada, o yıllarda ülkemizde olduğu gibi ‘bahar bayramı’ değil, ‘işçi bayramı’ olarak kutlandığını öğrenmiştik.
1 Mayıs’la ilk fiili ve aktif buluşmamız ise, 12 Mart dönemi sonrasındaki yıllara denk düşer. Ege’nin küçük bir ilçesinde doğup büyüdüğümüz ve daha neredeyse çocukluk denebilecek ilk gençlik dönemimizden itibaren, toplumsal mücadelenin içinde yer aldığımız o yıllarda, 12 Mart’ın öncesini ve sonrasını tüm sıcaklığı ile yaşamıştık. Liseyi bitirip, üniversite sınavlarına hazırlanmak üzere 1974’te İstanbul’a gitmiştik.
Bundan tam kırk iki yıl önce, 1975 yılının 1 Mayıs’ını İstanbul’da yaşadık. İstanbul’un Tepebaşı semtinde bulunan Tepebaşı salonunda, Türkiye Sosyalist İşçi Partisi (TSİP) tarafından 1 Mayıs işçi bayramı kutlama etkinliği düzenlenmişti. O gün, 1 Mayıs marşını ilk kez duymuş ve orada hazır bulunan kitleyle birlikte hep beraber söylemiştik. Toplantıda, rahmetli Veli Gürcan’ın ve İstanbul’daki bazı büyük fabrikalardan temsilci işçilerin, 1 Mayıs üzerine konuştuklarını anımsıyorum.
Aynı günün akşamı, aynı salonda, Ankara Sanat Tiyatrosu (AST) oyuncularının sahneye koydukları “Ana” oyununu izlemiştik. O akşam, gündüz hep birlikte söylediğimiz marşın, Ana rolünü Meral Niron’un başarıyla oynadığı oyunun müziği ve şarkısı olduğunu öğrenmiştim. Oyunda 1 Mayıs marşının her söylenişinde, gündüz yaptığımız kutlamanın da etkisiyle, bütün salon hep birlikte söylemiştik.
“Gün gelir gün gelir, zorbalar kalmaz gider…”
Bugün bile her 1 Mayıs kutlamasında ve 1 Mayıs marşını söyleyişimizde, 1975 yılının İstanbul’unu, Tepebaşı’sını ve ilk 1 Mayıs kutlamasını anımsarım. Değerli besteci Sarper Özsan’ın sözleri ve müziği ile 1 Mayıs marşı, o yıllardan günümüze süzülür gelir ve yürek tellerimi titretir:
“Günlerin bugün getirdiği baskı zulüm ve kandır
Ancak bu böyle gitmez sömürü devam etmez
Yepyeni bir hayat gelir bizde ve her yerde…”
1 Mayıs kitleselleşiyor; 1979 İzmir kutlaması
Ülkemizdeki ilk kitlesel kutlama, 1976 yılında Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) tarafından İstanbul Taksim meydanında düzenlenen kutlamadır. Ne yazık ki ben bu kutlamada bulunamadım.
1977 ve 1978 1 Mayıs’larını İstanbul Taksim meydanında yaşadık. 37 insanımızı yitirdiğimiz kanlı 1 Mayıs’ta yaşadıklarımızı elbette hiçbir zaman unutamayız. Onca kırıma, baskıya ve tehdide karşın, 1978 1 Mayıs’ında yüz binlerle birlikte yine Taksim’deydik… Taksim meydanının, 1 Mayıs alanı olarak hepimizin belleklerinde unutulmaz izleri vardır…
Bildiğim kadarıyla, bugüne kadar İzmir’de yapılan 1 Mayıs kutlamalarının en büyüğü ve kitlesel olanı 1979 yılında gerçekleşenidir. O yılın 1 Mayıs’ında İstanbul’da sokağa çıkma yasağı ilan edilmişti. DİSK’e bağlı sendikalar 1 Mayıs’ı İzmir’de kutladılar. Türkiye’nin pek çok yöresinden işçiler, emekçiler İzmir’e akın ettiler. Aynı gün, sendikalar dışında farklı gruplar tarafından Karşıyaka’da da kutlama yapıldığını anımsıyorum.
1970’li yılların ikinci yarısı, 12 Eylül öncesi dönem, siyaset rüzgarlarının güçlü estiği yıllardı… O dönemde ben de Alsancak’ta bulunan Tariş Üzüm İşletmeleri’nde çalışıyordum. İşyerimizde DİSK’e bağlı Gıda-İş sendikası örgütlüydü. Ben de genç bir DİSK üyesi olarak, diğer işçilerle birlikte 1 Mayıs kutlamalarına büyük coşkuyla katıldım.
Bizim çalıştığımız işletmenin de bulunduğu yöre, pek çok sanayi tesisinin ve fabrikanın yan yana yer aldığı bir bölgeydi. O dönemde Alsancak’ın arka tarafları, Tariş ve Tekel işletmelerinin, Sümerbank’ın, Şark Sanayi’nin başını çektiği irili ufaklı pek çok üretim birimiyle doluydu. Buralarda çalışanların çoğu sendikalıydı. Önemli bir bölümü de DİSK üyesiydi…
Bizler gıda işkolunda çalışan DİSK üyeleri olarak, diğer çevre fabrikalarda çalışan işçi arkadaşlarla birlikte, 1979 1 Mayıs kutlamalarına günler öncesinden hazırlanmaya başladık. 1 Mayıs sabahı fabrikalarımızın önünde toplandık. Yüreklerimiz kıpır kıpır, coşku doluydu…
“1 Mayıs 1 Mayıs ilk dileğimiz, yaşatacak seni tunç bileğimiz”
O gün, yani 1979’un 1 Mayıs’ında, tıpkı şenlik alanına giden çocukların duyduğu heyecana benzer coşku ve heyecanı yüreklerimizde duyumsayarak; ellerimizde pankartlar taşıyarak ve 1 Mayıs’la ilgili sloganlar haykırarak, marşlar ve türküler söyleyerek; fabrikalarımızın önünden Konak alanına kadar yürüdüğümüzü anımsıyorum. Belleğimde yer eden bugün bile unutamadığım slogan, “1 Mayıs 1 Mayıs ilk dileğimiz, yaşatacak seni tunç bileğimiz”di. 1 Mayıs kutlamaları için merkezi toplanma alanı, o günlerde ‘Tarla’ olarak adlandırılan Konak’taki dolmuş ve otobüs duraklarının bulunduğu geniş alandı.
Bu alanda iki yıl önce, 1977 seçimlerinde Bülent Ecevit’in katıldığı CHP’nin seçim mitingini yaşamıştık. Sanırım bu iki etkinlik, İzmir tarihinin en kalabalık siyasal gösterileri arasında yer alır.
Daha sonra Konak’tan Cumhuriyet alanına doğru 1 Mayıs yürüyüşü başladı. Bizler de DİSK üyesi gıda işçileri olarak pankartlarımızla yürüdük. Cumhuriyet alanı kalabalığı almadı. Katılanlar, ara sokaklara kadar uzandı… DİSK’in efsanevi genel başkanlarından Kemal Türkler’in konuşmasını ve 1 Mayıs mesajlarını can kulağıyla dinledik…
Bir kısmını bu sayfalarda gördüğünüz o günle ilgili fotoğrafları, bugün bile arşivimde titizlikle korumaya çalışıyorum.
1 Mayıs’lar, bilincimize ve yüreğimize kazılıdır
1 Mayıs’lar ülkemizin ve kentlerimizin toplumsal mücadele tarihinde olduğu kadar, kişisel tarihlerimizde de derin izler bırakmıştır. Özellikle ‘1 Mayıs kuşağı’ denilebilecek bizim kuşağımız için…
Biz 1 Mayıs’larla birlikte büyüdük, birlikte yetiştik…
Tıpkı, kendisini tanıdığımda, o zamanlar var olan Karşıyaka Kız Lisesi’nde henüz lise öğrencisi olan; şimdilerde ise iletişim bilimleri profesörü olarak üniversitede topluma yararlı gençler yetiştirmeye çalışan sevgili eşimle birlikte büyüyüp olgunlaştığımız gibi…
Toplumsal mücadeleler içinde tanışıp, birlikte sevgimizi ve mücadelemizi büyüttüğümüz eşimle, bir 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde sözlenmiş, bir 1 Mayıs gününde de 1 Mayıs alanlarında nişanlanmıştık. O günlerin anısına, 1 Mayıs tarihi, parmaklarımıza taktığımız nişan alyanslarına kazılıdır. Tıpkı bilinçlerimize ve yüreklerimize kazılı olduğu gibi…
Evliliğimizi de bir başka 1 Mayıs’ın ertesine denk düşürmüştük. Mütevazı bir törenle elimize aldığımız nikâh cüzdanımızda 2 Mayıs tarihi yazılıdır. ‘Emek en yüce değerdir’ anlayışı ile yetişen, 8 Mart’ta sözlenip, emeğin emekçinin bayramı 1 Mayıs’larda nişanlanıp evlenen bizler, o günlerin bize armağanı olan kızımıza da Emek ön adını vermiştik…
Toplumsal mücadele tarihinde olduğu gibi, kişisel tarihlerimizde de bunca derin izler bırakan 1 Mayıs’ları, bizler nasıl unuturuz?
Bilincimize ve yüreğimize kazıdığımız 1 Mayıs’ları silmeye, hiç kimsenin gücü yetmez…
*Gazeteci-Yazar
mehmetsakirors@hotmail.com