Mehmet PENPECİOĞLU – Adil ve Huzurlu Bir Yaşamı Birlikte Oluşturmak: 2019 Yerel Seçimlerinin Anlamı Üzerine

Türkiye oldukça zor bir dönemden geçiyor. Ekonominin kısa erimde düze çıkacağına dair sinyaller görebilmek mümkün değil. Bir yandan üretim ve yatırım azalıyor; diğer yandan, hayat pahalılığı çarpıcı bir artış gösteriyor. Derin bir stagflasyona doğru ilerlerken, geleceğe dair bir umut ışığı bulmak güçleşiyor.

Yönetim sistemi, demokratik mutabakat ve geniş bir toplumsal uzlaşı sağlanamadan değiştirildi. Yönetimde keyfilik ve otoriterlik güçleniyor; liyakate ve şeffaflığa dair derin şüpheler var. Kutuplaşma ve kimliklere sıkışma hali gittikçe yerleşiyor. Güven, huzur ve adalet gibi, ülke ile kurulan aidiyetin temellerini oluşturan duygular, tüm yurttaşlarda derin hasarlar alıyor.

Ekonomik ve siyasal alanda tablo parlak görünmüyor. Kentlerimizde ve yaşam alanlarımızda da durum farklı değil. Kısa erimde edinilecek rantlar ve oylar için, gelecek kuşaklara bırakacağımız ortak zenginliklerimiz tahrip ediliyor. Bir yandan dışa doğru sınırsızca büyüyen kentler yüzünden; ormanlar, havzalar ve tarım toprakları gibi doğal kaynaklarımız imar rantı için heba ediliyor. Diğer yandan, kentlerde içe doğru bir imar rantı patlaması yaşanıyor. “Kentsel dönüşüm” adı altında, sınıfsal ve mekansal adaletsizlikler derinleşiyor. Havaalanları, köprüler ve şehir hastaneleri gibi büyük projeler, kentlerde yaşayan insanlara sorulmadan ve toplum üzerinde ciddi bir borç yükü yaratarak gerçekleştiriliyor. Gayrimenkul rantını önceleyen neoliberal politikalar, insanların yaşamlarında türlü mağduriyetler yaratıyor. Şehirlerde, yoksul ve varsıl muhitler arasındaki adaletsizlik çarpıcı bir hal alıyor.

Farklı boyutları itibariyle, oldukça zor koşullar altında bir seçime gittiğimiz açıkça görünüyor. Peki, bu zor koşullarda gerçekleşecek olan 2019 yerel seçimlerinin, Türkiye’de hepimiz için umudu barındıran bir gelecek için anlamı ne olabilir?

Gramsci’nin (1992) meşhur sözünü unutmamak gerek: “Her yenilgi entelektüel ve moral düzensizliği beraberinde getirir. En kötü korkuların karşısında umutsuzluğa kapılmayacak ciddi ve sabırlı insanları yaratmak gereklidir. Aklın kötümserliği, iradenin iyimserliğidir.”

İçinde olduğumuz zor koşullardan bir çıkış yolu bulmaya niyetimiz varsa, yaklaşan yerel seçimlerin tarihi bir fırsat sağlayabileceğini unutmayalım. Kutuplaştırıcı, baskıcı ve otoriter yönetim anlayışı karşısında; çoğulculuğu, demokrasiyi ve katılımcılığı kentlerden başlayarak tüm ülkede hakim kılabiliriz. Hayat pahalılığını arttıran, yoksulluğu derinleştiren politikalara karşı; yerelde umudu filizlendiren müşterekleştirici pratikleri birlikte gerçekleştirebiliriz. Özetle, adaleti ve demokrasiyi yerelde birlikte inşa edebilmek için, yaklaşan yerel seçimler büyük önem taşıyor.

Adil ve huzurlu bir yaşamı; demokratik ve çoğulcu bir siyaseti kurmak için, yaklaşan yerel seçime dair üç temel gündemin belirleyici olduğunu düşünüyorum: (1) Ekonomik krize karşı direnç oluşturmak ve hayat pahalılığı ile mücadele etmek; (2) Çoğulcu siyaseti, demokratik ve şeffaf yönetim anlayışını yerelden başlayarak kurmak; (3) Adil ve sürdürülebilir kentler, müşterekleri geliştiren yerel yönetimler oluşturmak. Yazının ilerleyen kısımları, yerel seçime dair bu üç gündemin öneminin ve siyasal dinamikler açısından taşıdığı anlamın açıklanması ile devam edecek.

Ekonomik krize karşı direnç oluşturmak ve hayat pahalılığı ile mücadele etmek

Kasım ayı verilerine göre, enflasyon %21,62 ile son 15 yılın en yüksek değerine ulaşmış durumda. Kriz en çok gündelik yaşamı vuruyor: Gıdadan giyime, ulaşımdan eğitime ve sağlığa kadar gündelik yaşamımıza ilişkin tüm giderlerin fiyatı yükseliyor. Ekonominin geleceğine yönelik beklentiler de olumlu görünmüyor. “Genel ekonomik durum beklentisi” ve “Hanenin maddi durum beklentisi” gibi TÜİK tarafından yayınlanan veriler, son 6 yılın en düşük değerinde.

Ekonomik kriz koşulları altında, öncelikli olarak hayat pahalılığı ile mücadele etmek; bunun için gerekli tüm tedbirler üzerine kafa yormak gerekiyor. Bununla birlikte, hem istihdam yaratan hem de yenilikçi ve sürdürülebilir kalkınma imkanlarını geliştiren tüm olanaklara odaklanmak elzem görünüyor. Belediyelerin bu alanlarda yapabileceği çok şey var: Kooperatifleşme yoluyla sağlıklı gıdayı ucuza sağlamak; yurtlar, ucuz ve nitelikli konutlar üreterek barınma sorununu çözmek; toplu taşımanın kalitesinin arttırmak, fiyatını ucuzlatmak; ücretsiz toplu taşıma olanaklarını genişletmek; kurslar, kreşler evde bakım hizmetleri gibi çeşitli sosyal hizmetler aracılığıyla halkın eğitim ve sağlık harcamaları üzerindeki yükü hafifletmek vd. Bunlar, belediyelerin hayat pahalılığının azaltılmasını sağlayacak uygulamalardan sadece birkaçı. Hayat pahalılığını azaltacak en doğru uygulamaların, kentlere özgü sorunların yerinde tespiti ile gerçekleşebileceğini de vurgulamamız gerekiyor.

Neoliberal paradigmanın, ekonomi politikalarını belirleyen başat rolü aşınıyor. Yerel yönetimler, artık sermaye için değil; halkın yaşamsal sorunlarının çözümü için “girişimci” olmak zorunda. Başka bir deyişle, yerel yönetimlerin istihdam sağlayan, katma değer yaratan ve kentlerin mukayeseli üstünlüklerini harekete geçiren projeler için, iş çevrelerinden merkezi yönetime, sivil toplum örgütlerinden meslek odalarına kadar her kesim ile uzlaşarak işbirliği geliştirmesi gerekiyor.

Çoğulcu siyaseti, demokratik ve şeffaf yönetim anlayışını yerelden başlayarak kurmak

Kutuplaşmanın ve otoriterleşmenin yukarıdan aşağıya hakim kılındığı koşulların içerisindeyiz. Bu toplumsal ortamda, demokratikleşmeyi ve bir arada huzurlu yaşamı, aşağıdan yukarıya bir anlayışla savunmak gerekiyor. Yani, kentlerden ve yerel yönetimlerden başlayarak, çoğulcu siyaseti ve demokratik yönetimi, ülke çapında yaygınlaştırmak hedeflenmeli.

Bunun için, belediyelerin tüm paydaşlara, her görüşten yurttaşa söz ve karar hakkı sağlaması çok önemli. Katılımcı demokrasiye dair, başarısız girişimlerden dersler çıkarmak ve başarılı “müşterekleştirici” pratiklerden esinlenmek gerekiyor. Katılımcı süreçleri, iktidar sahiplerinin yukarıdan aşağıya kurguladığı bir “araç” olarak tasarlamak yerine; gündelik yaşamımızdaki ortak değerlerimiz üzerinden kolektif bir anlayışla ve aşağıdan yukarıya geliştirmek gerekiyor. “Müşterekler siyaseti”, bu anlamda çok önemli fırsatlara kapı aralıyor (Bayraktar & Penpecioğlu, 2018; Bayraktar, 2016).

Kimliklere sıkışmışlık, kavga ve gerilim; tüm bunların toplumda yaygınlaştırdığı umutsuzluklar ve endişeler, hiç kimse için olumlu bir siyasal gelecek tablosu sunmuyor. Böyle bir ortamda, çoğulcu, demokratik ve uzlaşıya dayalı bir yönetim anlayışı, büyük önem kazanıyor. 21. yüzyılın yerel yönetimleri, meslek odalarını, sivil toplum örgütlerini ve tabandan yurttaş inisiyatiflerini, demokratik kent yönetiminin paydaşları olarak tanımalı. Temsili demokrasinin krizi ve doğrudan demokrasinin olanaklarının geliştirilmesinin gerekliliği, göz ardı edilemez. Örneğin, yurttaşların kendi yaşam alanlarını şekillendirmesine olanak sağlanmalı. Bunun için, Mahalle Konseyleri, Semt Meclisleri gibi tabandan girişimler teşvik edilmeli ve bunların karar alma süreçlerine katılımı sağlanmalı.

Demokrasinin en önemli unsurlarından bir diğerinin de şeffaflık olduğu unutulmamalı. Belediye meclis toplantılarının aleni olması, ihaleler ve bütçe uygulama sonuçlarının yurttaşların erişimine sürekli açık tutulması, şeffaflığa ilişkin önemli uygulamalardan sadece bazıları. Yerelde şeffaf ve hesap verebilir bir yönetim anlayışını kurumsallaştırmak, bunun ülke çapında gerçekleştirilmesinin ilk adımı olarak değerlendirilebilir.

Adil ve sürdürülebilir kentler, müşterekleri geliştiren yerel yönetimler oluşturmak

Adaletsizlik ve eşitsizlik, özellikle kentlerde çarpıcı bir hal almış durumda. Kısa erimli çıkarlar için uzun erimli ekolojik varlıklarımız, kentleşme baskısı altında heba ediliyor. Tüm bunların karşısında yerel yönetim politikalarının iki temel ilke üzerinden şekillenmesi gerekiyor: Adalet ve sürdürülebilirlik.

Adil bir kentleşme düzeni sağlayabilmek için, insanların ihtiyaçlarından kopuk büyük projeler yerine, hayat pahalılığına son veren tüm tedbirleri almak gerekiyor. Bunun için, kaynakları adil bir biçimde dağıtmak; kentsel dönüşüm projelerinde hiç kimseyi mağdur etmemek; barınmadan ulaşıma tüm kentsel hizmetlerin ucuz ve kaliteli sunulmasına özen göstermek büyük önem taşıyor.

Adil ve sürdürülebilir kentler oluşturmak için, müşterekleri koruyan ve geliştiren yerel yönetimlere ihtiyacımız var. Kentlerde ortak zenginliğimizi oluşturan tüm değerler; meydanlarımız ve parklarımız, mahallerimiz ve sokaklarımız, buralarda ürettiğimiz yardımlaşma, dayanışma ve paylaşım kültürü vd. Yerel yönetimler tüm bu müşterek değerleri, yurttaşlığın ve bir arada huzurlu yaşamın asli unsuru olarak sahiplenmeli. Sınıfsal ve kültürel olarak bölünmüş kentsel adacıklar içerisinde yaşamak yerine; farklılıklarımıza saygı göstererek bir arada huzur içerisinde yaşamanın yollarını yeniden bulmalıyız. Bunun için yerel yönetimlere önemli bir rol düşüyor.

Teknolojinin sağladığı tüm olanaklar, demokrasi ve yaşam kalitesi için kullanılmalı. Örneğin, kentlerde gerçekleştirilecek kilit projeler, internet tabanlı çalışan uygulamalar aracılığıyla, o kentte yaşayan insanlara sorulabilir. Kent içi ulaşım, altyapı gibi hizmet alanlarında, “akıllı kent” uygulamalarına geçiş yapmak mümkün. Böylece, bir yandan bu hizmetlerde etkinlik ve verimlilik arttırılırken; diğer yandan sunulan yaşam kalitesini uluslararası standartlarda yükseltmenin olanakları bulunabiliyor.

Ormanlar, havzalar, tarım toprakları ve meralar gelecek kuşaklara devredeceğimiz kırsal müştereklerimizdir. Tüm bunları; hem kentleşme baskısından kurtarmak, hem de üretim ve istihdam alanları olarak değerlendirebilmek gerekiyor. Düşük karbonlu sektörler, yeşil teknolojiler, ekolojik turizm ve sürdürülebilir tarımsal üretim modelleri, bu anlamda önemli ve yenilikçi fırsatlar sunuyor.

Umudu diri tutmamızı, iradenin iyimserliğiyle hareket etmemizi sağlayacak çok sayıda başarılı örnek de var. Güvenilir ve ucuz gıdaya erişimi, kooperatifleşmeyi teşvik ederek sağlayan Ovacık Belediyesi; Eskişehir’de uluslararası alanda takdir toplayan şehircilik ve kentsel tasarım projeleri; Seferihisar Belediyesi’nin başarılı yerel kalkınma girişimleri vd. Benzer örnekleri arttırmak mümkün. 2019 yerel seçimleri, geleceğe yönelik umudu filizlendirecek yerel yönetim politikaları açısından anlamlı bir başlangıç sağlayabilir. Umutsuzluğa terk edilecek, yılgınlık ve endişe içerisinde yitirilecek zamanımız yok. Adil ve huzurlu bir yaşamı, hep birlikte oluşturabiliriz.

*Mehmet PENPECİOĞLU
Dr., Kentsel Planlama ve Kentsel Siyaset
pembeci@gmail.com

Kaynakça:

Gramsci, A. (1992) Prison Notebooks, Vol. 1, Columbia University Press. 

Bayraktar, U. (2016) Sürdürülebilir Kentler: Yerel Müşterekler Siyaseti İçin e-Katılım, TESEV Sürdürülebilir Kalkınma Raporları, TESEV Yayınları.

Bayraktar, U. & Penpecioğlu, M. (2018) İzmir’de Yerel Demokrasiyi Filizlendirmek:  Müşterekler Üzerinden Katılımcı Bir Tartışmaya Davet, Uluslararası Yerel Yönetimler, İzmir ve Demokrasi Sempozyumunda sunulan bildiri, 15-17 Kasım 2018, İzmir.