balbay kapak 2

MEHMET KABASAKAL’DAN ‘Türkiye’nin Demokrasi Sınavı’ Dönemin En “Güncel” Kitabı

Aşağıdaki yazı CHP Eski Genel Başkanı Sayın Altan ÖYMEN tarafından kaleme alınmış, 17 Temmuz Cuma günü Cumhuriyet gazetesi web sitesinde yayınlanmıştır.

“İktidar sözcülerinin her fırsatta tekrar ettikleri ‘beka sorunu’ lafı besbelli ki Türkiye’nin geleceği ile ilgili bir siyasi korkutmacadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan beri bir beka sorunu olmadı. Bundan sonra da olmaz. Bu dönemlerde ülkemiz değil ama, demokrasimiz bir ‘beka sorunu’ karşısındadır. Kabasakal’ın bu kitabında demokrasi konusunu bu şekilde ele alması o açıdan çok isabetli olmuştur.”

Mehmet Kabasakal’ın yeni kitabı, bence, bugünkü (2020’li yılların başındaki) siyasal hayatımızın durumuyla ilgili en “güncel” kitap.

Bu güncellik, kitabın adından belli:  “Türkiye’nin Demokrasi Sınavı”

Gerçi Türkiye, 1940’lardan başlayarak, uzun zamandan beri demokrasi alanında çok aşamalı bir sınavın içinde… Ve o aşamaların önemli bir kısmını –büyük güçlüklerin üstesinden gelerek- başarıyla aşmış…Ama o sınav hala devam ediyor. Ve bu aşamada, karşısına çıkarılan engeller, şimdiye kadarkilerin hiçbirine benzemiyor. Şu sırada da Türkiye’de yaşayan pek çok insanın her sabah uyandığında aklına gelen ilk sorular o konuyla ilgili.

Basına yönelik tutuklamalar, açılıp devam eden soruşturmalar daha nerelere kadar gidecek? Cumhuriyet’e, Sözcü’ye yönelik baskıların sonucu ne olacak? Hapisteki gazetecilere uygulanan “tutuklama cezaları”, yeni icad edilen “resmi olan yayın kesme cezaları”?

Halk TV, TV1 gibi televizyonlara “ekranlarını beşer günlüğüne karartma” uygulamaları ile “Tamamen de kapatırız?” tehditleri?

Ve adalet mekanizmasının savunma kanadına yönelik “Baroların yapısını değiştirme girişimleri… Buna karşı Anayasal haklarını kullanarak, toplantı ve gösteri yürüyüşü yapmak isteyen avukatlar gruplarının  Ankara’ya girmelerinin bile önlenmesi…

Geceyi geçirdikleri kaldırımlarda üzerlerine battaniye örtmelerine bile tahammül edemeyen İç İşleri Bakanlığı’nın emirleri? Böyle manzaralar daha ne kadar sürecek?

Anayasa’nın “Bağımsızlıklarına ve alacakları kararlara kimse müdahale edemez, onlara telkinde bile bulunamaz”  dediği mahkemelere “ Onu niçin tutuklamadın, ötekini niçin tutukladın? diye açıkça yapılan telkinler?

Böyle sorular daha pek çok. Akla gelenleri biraz daha yazmaya kalksam, bu yazıyı bitirmek mümkün olmaz.

Özetle: Ülkemizde demokrasiye müdahale, demokrasiyi çiğneme, demokrasinin “olmazsa olmaz”larını yok etme yönünde gelişen malum olaylar, demokrasimizin geçirdiği sınavların bu son döneminin her zamankinden daha ciddi ve daha yaşamsal olduğunu gösteriyor.

İktidar sözcülerinin her fırsatta tekrar ettikleri bir “beka sorunu” lafı var ya… O laf, malum, Türkiye’nin geleceği ile ilgili bir siyasi korkutmacadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan beri bir beka sorunu olmadı. Bundan sonra da olmaz. Ama, maalesef, Türkiye’nin demokrasisi için, artık kullanabilecek hale geldi.  Bu dönemlerde ülkemiz değil ama, demokrasimiz, gerçekten bir “beka sorunu” karşısındadır.

Kabasakal’ın bu kitabında demokrasi konusunu bu şekilde ele alması o açıdan çok isabetli olmuştur.

Sınavın Aşamaları

Dört bölümlük kitap, demokrasinin dünyadaki gelişmesinden başlıyor… Türkiye’deki gelişmesini anlatıyor. Ve “demokrasinin kurumsal adımları” ile “sosyal doku”ları adı altında, “olmazsa olmaz”larını hatırlatıyor.

Bütün bu bölümler içinde Türkiye ile ilgili bölümler, ülkemizdeki demokrasi tarihinin bir özetini oluşturuyor

1876 “Kanun-i Esasi’sinden başlayarak padişahlıktan meşrutiyete “gidiş-geliş”leri,

hürriyet mücadelelerini, 93 harbinden Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Savaşına kadar savaşlar içinde sürdürülen demokratikleşme girişimlerini, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunu, kalkınmasını, çağdaşlaşmasını…

Hukuk devrimi, kadın hakları devrimi, eğitim devrimi gibi atılımların ardından İkinci Dünya Savaşı badiresini de savaşsız geçirmeyi başarmamızı…

Ve çok partili demokratik hayata geçişimizi…

Bunlar Kabasakal’ın kitabının başlığındaki sözcükte “sınavın” aşamalarıdır. Türkiye, zaman zaman büyük güçlükler içinden geçerek de olsa, hedefine ulaşmıştır. 1950 yılında, dünyanın tüm demokratlarının takdirle karşıladığı bir iktidar değişikliğini, barış içinde gerçekleştirmiştir.

Artan demokrasi tecrübesi… Dikkat dikkat!

1950’den sonra ilk karşılaştığımız güçlükler, dünyanın büyük bir kısmında olduğu gibi, Türkiye’de de demokrasiyi sürdürme tecrübesinin yeterli hale gelememiş olmasının sonucudur.

Kitapta, o güçlüklere yol açan olaylar da hatırlatılıyor…

Ve şu sonuç ortaya çıkıyor:

“Türkiye’nin 1945’ten itibaren çok partili demokratik döneme geçişinde hayli sınırlı kalan demokrasi tecrübesi birikimi, daha sonraki dönemlerde büyük ölçüde artmıştır. Gerçi Türkiye 1960’da, 1971’de, 1980’de askeri darbe dönemlerini yaşamış, 1962’de, 1963’de ve 2016’da da bastırılabilen darbe teşebbüsleri karşısında da kalmıştır. Ama şunu da göz önünde tutmak gerekir. O müdahale dönemleri,  büyük acılara ve olumsuzluklara yol açsa da, bazı başka ülkelerin başına geldiği gibi, uzun yıllar sürüp, kalıcı hale gelememiştir.

Çünkü yönetime el koyanların daha ilk günden itibaren bildikleri, gördükleri bir gerçek vardı:  Türkiye’nin vatandaşlarının büyük çoğunluğu demokrasiye artık alışmışlardı, onu benimsemişlerdi ve yaşamlarını demokrasi dışı bir rejim altında sürdürmeye razı olamazlardı… Bu yüzdendir ki, müdahalecilerin, daha ilk gün radyodan “dikkat dikkat “diye açıkladıkları müdahale bildirilerindeki ilk mesajları “demokrasiye bağlı oldukları” beyanıydı.  Müdahaleye gerekçe olarak gösterdikleri, “kardeş kavgasına son vermek” gibi, “içteki ve dıştaki tehlikeleri önlemek” gibi “işlerini hemen bitireceklerini ve yönetimi demokratik bir seçimle yeniden sivillere devredip gideceklerini ilan etmişlerdi.

Öyle de yaptılar. Aralarında “hemen gitmeyelim, bir beş yıl daha kalalım” diyenler çıktığında, onları hızla tasfiye edip vaatlerinin gereğini yerine getirmeye yöneldiler.

Ve Türkiye, ne güneyindeki yakın komşuları arasındaki bazı ülkeler gibi, krallıktan çıkıp cumhuriyete geçtikten sonra yeniden zincirleme diktatörlükler altında yaşamak zorunda kaldı, ne de  komşumuz Yunanistan gibi, iktidara el koyduktan sonra, iktidardan ayrılmayı hiç düşünmeyen bir askeri diktatörlükten  kurtulmak için ciddi bir savaş tehlikesinin ortaya çıkmasını beklemek zorunda kaldı.

Hatta, yakın komşularında ve dünyanın başka ülkelerinde, Yunanistan gibi, olup bitenler, Türkiye’nin, demokrasinin değerini daha somut olarak görmesine katkıda bulundu, demokrasiye olan bağlılığını daha da artırdı.

Mehmet Kabasakal, 1970’li yılların ikinci yarısında CHP’nin Ankara’daki Araştırma ve Planlama Bürosunda Genel Başkan danışmanıydı. O çalışmalar arasında “Özgür İnsan” adlı aylık bir dergi ile, partinin “Köylü Derneği”nin yayını olan Umut gazetesini de yönetti. Yüksek öğrenimini Boğaziçi Üniversitesinden sonra doktorasını Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde tamamlayan Kabasakal, Devlet Planlama Teşkilatında Müşavirlik, Boğaziçi Üniversitesinde Atatürk Enstitüsü kuruculuğu görevlerinde de bulundu. Akademik kariyerini Bilgi Üniversitesinde ve Okan Üniversitesinde ders vererek sürdüren Kabasakal, sosyal ve siyasal hayatla ilgili vakıfların ve sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarına da katkıda bulunuyor.

O yüzdendir ki, biz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, 1980 darbesinden sonra yakın bir zaman öncesine kadar artık, yeni bir darbe ihtimalini aklımıza bile getirmez olmuştuk. 2000’li yılların ilk 6-7 yılı içinde, kamuoyunun durumu öyleydi. Bu yüzdendir ki, Ergenekon Davası, Balyoz Davası, ODATV davası gibi davalardaki “Bunlar darbe yapacaklardı” iddiasının düzmece olduğunun kamuoyunca saptanması, yapılan onca baskıya rağmen, sağlanabildi.

O arada bir şey daha anlaşıldı:  Bu ülkede darbe yapmaya meraklı olanlar vardı. Ama onlar, o düzmece iddiaların sahipleriydi.  O iddiaları ortaya atarak ordunun ve devletin diğer önemli kuruluşlarını ele geçirmeye çalışmışlardı.  İstemedikleri kimseleri görevlerinden aldırıp yerlerine kendi yandaşlarını geçirmek istemişlerdi. Devlet yönetiminin etkili mevkilerine egemen olmaya çalışmışlar ve bunu büyük ölçüde başarmışlardı. Fakat bu defa ülkede iktidarda bulunanlarla aralarında anlaşmazlık çıkmıştı.  Hazırladıkları darbeyi onlara karşı uygulamak istedikleri zaman da, darbelere karşı tüm siyasi partilerle halk kesimlerinin katkısıyla, girişimleri boşa çıkarılmıştı.  Ama,gerek Ergenekon davası ve benzeri davalardaki sahteciliklerin, gerek başlattıkları darbe girişimini nasıl ve kimlerin yardımıyla düzenlediklerinin ayrıntılarıyla ortaya çıkarılması, mümkün olmamıştı. Türkiye’nin 2020 yılındaki siyasi sorunlarından biri oydu.

Mehmet Kabasakal’ı ben 1970’li yılların ikinci yarısında tanıdım. CHP’nin Ankara’daki Araştırma ve Planlama Bürosunda Genel Başkan danışmanıydı.

Ben Anka Ajansının kurucusu ve yöneticisiydim. CHP, Meclisteki birinci Partiydi. 1973 seçiminden sonra lideri Bülent Ecevit ile Milli Selamet Partisi (MSP) Genel Başkanı Necmettin Erbakan’ın kurduğu koalisyon hükümetinin görevi, Kıbrıs çıkarmasındaki başarısından sonra sona ermişti. Yerine sağdaki üç parti, Süleyman Demirel’in Adalet Partisi, Alparslan Türkeş’in Milliyetçi Hareket Partisi ve Necmettin Erbakan’ın Milli Selamet Partisi bir hükümet kurmuştu. Hükümetlerine “Milliyetçi Cephe” adını koymuşlardı.

Bu, adı üstünde, üç sağ partinin – ortanın solundaki CHP ile, yelpazenin solundaki diğer oluşumlara karşı- bir siyasi savaş cephesi oluşturması demekti.

Kısacası, Türkiye’de demokratik kuralların işlemesi sürüyordu. Ama siyaset yeni bir gerginlik süreci içine girmişti. Kabasakal ve arkadaşları, Cumhuriyet Halk Partisi’nin bir yandan muhalefetteki politikalarına, bir yandan da, 1977 seçimlerinden sonra kurulacağı öngörülen hükümetin hazırlıklarına katkıda bulunuyorlardı.

O çalışmalar arasında “Özgür İnsan” adı altındaki aylık bir dergi ile, partinin “Köylü Derneği”nin yayını olan Umut gazetesinin çıkarılması da vardı. Kabasakal o yayınları da yönetiyordu. O sırada birlikte çalışma fırsatı oldu. Dostluğumuz sonra da hep devam etti.

Yüksek öğrenimini Boğaziçi Üniversitesinden sonra doktorasını Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde tamamlayan Kabasakal daha sonraki, görevleri arasında Devlet Planlama Teşkilatında Müşavirlik, Boğaziçi Üniversitesinde Atatürk Enstitüsü kuruculuğu da var.  Akademik kariyerini Bilgi Üniversitesinde ve Okan Üniversitesinde ders vererek sürdürmüş, sosyal ve siyasal hayatla ilgili vakıflar ve sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarına da katkıda bulunmuştur.

Tarihsel görevimiz

Bu son kitabının da  ülkemizin şu sıradaki en önemli sorunu olan, “Türkiye’nin Demokrasi Sınavı” nın -önündeki büyük güçlüklere rağmen- başarıyla sonuçlanmasına katkıda bulunacağına inanıyorum.

Bu yazıyı da onun kitabının sonundaki hatırlatmasını alıntılayarak bitireyim. Şöyle diyor Kabasakal;

“Türkiye’de çağdaş anayasa ile güçler arasında dengenin yeniden kurularak demokrasinin pekiştirilmesi; hoşgörü ve uzlaşmaya dayalı bir siyasal kültürün geliştirilmesi için sorumluluk, başta demokrasiyi bir yaşam biçimi olarak seçmiş tüm yurttaşlar olmak üzere, partilerin, milletvekillerinin, sivil toplum ve meslek kuruluşlarının, üniversitelerin ve medyanın tarihsel görevidir.”