
16 Nisan 2017’de yapılan anayasa değişikliği ile Türkiye’nin rejimi değişmiştir. Yasama, yürütme ve yargı güçlerinin neredeyse tek kişi tarafından kullanıldığı bu sistem ile Türkiye yönetilemez. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı verilen bu tek kişi yönetiminin, İktidar partisi içinde bile tartışıldığı medyaya yansımıştır. AKP’den ayrılan eski yöneticilerin açıklamaları da bunu doğrulamaktadır. Parlamenter sistemin terk edilmesi, iktidar partisi AKP’nin meclis grubunu bile işlevsiz kılmıştır.
16 Nisan 2017’de yapılan Anayasa değişikliği TBMM’de ve toplumda yeterince görüşülüp, tartışılmadığı ve benimsenmediği için bu sonuçla karşılaşılmıştır. Yeni sistemde kuvvetler ayrılığı yoktur. Hükümetin Meclisin, güvenoyuna ihtiyacı yoktur; çünkü hükümet üyelerini atayan Cumhurbaşkanıdır. Bu yüzden bakanlar da milletvekillerinin değil, Cumhurbaşkanının taleplerine duyarlıdır. Zaten, tek kişinin toplumun tüm sorunlarına çözüm üretmesi ve bütün kararı vermesi mümkün değildir. Sorunlar üst üste yığıldığı için tek adam rejimini sürdürmek imkansızdır. Ancak bu koşullar demokratik bir ortamda yeni ve çağdaş bir anayasa hazırlanması için tarihsel bir fırsat da yaratmaktadır.
25 Temmuz 2020 tarihinde Cumhuriyet Halk Partisi’nin 37. Olağan Kurultayında Genel Başkan Kılıçdaroğlu, Partisinin “İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi”ni açıklamıştır. 13 maddeden oluşan beyannamenin ilk maddesinde: “Yeni bir Anayasa ile Güçlendirilmiş Demokratik Parlamenter Sisteme geçileceği” belirtilmektedir.
CHP tarihinde benzer bir gelişme, Partinin 12 Ocak 1959’da yapılan 14. Olağan Kurultayında yaşanmıştır. Ancak, “İlk Hedefler Beyannamesi” adıyla bilinen bu çözüm önerilerinin hazırlanma süreci ve kurultaya sunum biçimi, 2020 çağrısından önemli farklılıklar göstermektedir. Bir kere İlk Hedefler Beyannamesi’nin uzunca bir hazırlık aşaması vardır. Kurultaydan iki yıl önce 1957’de, CHP, Demokrat Partiden (DP) ayrılanların kurduğu Hürriyet Partisi ve Cumhuriyetçi Millet Partisi seçim işbirliği için bir araya gelmişler ve DP’nin demokrasi dışı uygulamalarına karşı ortak bir program oluşturmuşlardır. DP seçim kanununda değişiklik yaparak, muhalefet partilerinin seçim işbirliğini engelleyince bu program uygulanamamıştır. Bu öneriler, 1959 Kurultayı öncesi CHP örgütünde konuşulmuş, Kurultay Ana Davalar Komisyonunda görüşülüp olgunlaştırılarak “İlk Hedefler Beyannamesi” adıyla kurultaya sunulmuş ve kabul edilmiştir. Özetle, bu beyanname 1960 sonrası CHP’nin ağırlık taşıdığı Kurucu Mecliste kabul edilen ve Türkiye’nin en demokratik en özgürlükçü anayasası olarak değerlendirilen 1961 Anayasasının omurgasını oluşturmuştur.
Anayasa hukukçuları istenilen yönetim biçimine uygun taslaklar hazırlayabilirler. Zor olan, toplumun sorunlarını çözebilecek mekanizmalar içeren kalıcı bir anayasa oluşturmaktır. Bu yazıda evrensel ilkelere uygun yeni bir anayasanın hazırlanması için gözetilecek hususlar, izlenecek yol ve anayasanın içeriğine ilişkin düşünceler ortaya konacaktır. Önemli olan, meclis çoğunluğuna dayalı olarak bir anayasa yapmak değil, bu süreci katılımcı bir anlayışla ve uzlaşma ile yürütmektir. Sonuçta, TBMM tarafından oluşturulacak anayasa, toplumun sadece bugünkü beklentilerine cevap vermekle kalmayıp, geleceğin ihtiyaçlarını da öngörerek karşılayan, yıllarca değişiklik gerektirmeden uygulanacak dengeli, özgürlükçü ve özlü bir metin olmalıdır. Çağdaş bir anayasanın içeriği kadar, hazırlanış süreci de önemlidir.
Sürece ilişkin öneriler
Halkın ihtiyaç ve beklentilerine cevap veren, kalıcı, işlevsel ve etkili bir anayasa yapabilmesi için, mutlaka bazı önkoşulların sağlanması gerekir.
- Anayasayı yapacak meclis toplumu temsil eder nitelikte olmalıdır.
Anayasa hazırlayacak bir meclisin, bir meşruiyet sorunu yaşanmaması için, toplumun tüm kesimlerini temsil etmesi beklenir. Nitekim Türkiye’nin en demokratik anayasası sayılan 1961 Anayasası bile, hazırlanma sürecinde seçmenin yaklaşık %40’ını oluşturan DP’li yurttaşlar hazırlık sürecine katılmadığı için kalıcı olamamıştır. Bu nedenle, %10’luk seçim barajı kaldırılmalı, yeni anayasayı hazırlayacak mecliste toplumun tüm kesim ve eğilimlerinin temsili sağlanmalıdır.
2. Düşünce ve ifadeyi kısıtlayan engeller kaldırılmalıdır.
Herkes düşüncesini özgürce ifade edebilmelidir. Geçmişteki yanlışlara eleştiriler ve Anayasada yer alması istenen yeniliklere ilişkin görüşler herhangi bir baskı veya denetime tabi olmadan açıkça söylenebilmelidir. CHP Beyannamesinde bu konuya şöyle değinilmektedir: “Düşünceyi ifade, örgütlenme ve basın özgürlüğü koşulsuz güvence altına alınacaktır. Meslek örgütleri ve sivil toplum kuruluşları üzerindeki her türlü baskıya son verilecek, medya özgürlüğü evrensel ölçülerde güvence altına alınacaktır.”
3. Halkın çeşitli iletişim kanallarıyla sürece katkı olanağı ve yolu açılmalıdır.
Halk anayasa tartışmalarına özgürce katılmalıdır. Partiler ve sivil toplum kuruluşları toplumu bilgilendirmeye ve halkın sürece katkısını sağlamaya yönelik toplantılar düzenlemelidirler. Bu süreçte anayasada tanımlanan özgürlüklerin ve demokrasinin nsanların iş ve aşıyla doğrudan ilgili olduğu iyi anlaşılmalıdır. Halkın düşünce ve önerileri ya doğrudan ya da siyasal partiler, yerel yönetimler, meslek örgütleri ve sivil toplum kuruluşları yoluyla TBMM’ne iletilebilmelidir.
4. Anayasa uzlaşma ile hazırlanmalıdır.
Anayasamızda 2010 ve 2017’de yapılan değişiklikler uzlaşmanın değil, tek yanlı bir dayatmanın ürünü olmuştur. Oysa anayasaların birer “toplum sözleşmesi” olduğu dikkate alınarak, her maddesinin “uzlaşma” ile belirlenmesi, ilke olarak kabul edilmelidir. Cemil Çiçek’in Meclis Başkanlığı sırasında bu yöntem gündeme gelmiş, ancak AKP’nin “başkanlık sistemi”ni komisyona getirip dayatmasıyla uzlaşma komisyonu kilitlenmiştir.
İçeriğe yönelik öneriler
Güçlü Demokratik Parlamenter Sistem için öncelikle geniş bir toplumsal mutabakat sağlanmalı, her türlü vesayetten uzak, darbe hukukundan arınmış, gücünü milletten alan yeni bir anayasa yapılmalıdır. Bu Anayasada öncelikle;
- Anayasa, içeriğiyle toplumun hem bugünkü hem de gelecekteki ihtiyaçlarını karşılamalıdır.
Anayasa yapıcılığında hüner, asıl toplumsal dengeyi, daha doğrusu, toplumsal güçlerin gelecekteki gelişmelerini göz önünde bulundurabilmektir.
2. Kuvvetler ayrımı gözetilmelidir.
Dünya siyasal tarihi, denetlenemeyen gücün otoriterliğe kayacağını ve istismara yönelebileceğini göstermiştir. Dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi, Türkiye’de de son yıllarda yürütme yasama karşısında giderek güçlenmiş ve devletin bu üç erki arasında en etkilisi haline gelmiş, 2017 değişiklikleriyle de tüm yetkiler tek kişide toplanmıştır.
Güçler ayrılığı, devletin yasama, yürütme ve yargı diye ayrılan erklerinin, değişik yollardan iş başına gelen organlara verilmesi ve bunlar arasında bir denge mekanizması kurulmasıdır. Yeni Anayasa, halk adına yetki kullanan yasama, yürütme ve yargı organlarının görevleri tanımlarken; bunların, farklı yöntemlerle iş başına gelmelerini ve karşılıklı olarak birbirlerini denetleyebilmelerini sağlayacak mekanizmalar da içermelidir.
CHP Genel Başkanının açıkladığı Beyannamede bu konuya vurgu vardır: “Kuvvetler ayrılığı esas alınacak, gerekli denge ve denetim mekanizmaları kurulacaktır.”
3. Yargı bağımsızlığı sağlanmalıdır.
1982 Anayasası, kuvvetler dengesini yürütme lehine bozmuş ve yürütmenin egemen güç haline gelmesine neden olmuştur. Türkiye’nin son yıllarda yaşadığı siyasal sorunların pek çoğunun kaynağında, kuvvetler arasındaki dengenin bozulmuş, yargının bağımsızlığını yitirmiş olması yatmaktadır.
Türkiye’nin Anayasa Mahkemesi ve Danıştay gibi yasama ve yürütme organlarının kararlarını inceleyen ve denetleyen yargı kurumları mevcuttur. Bu kurumların ve tümüyle yargının bağımsızlığını pekiştirecek yeni anayasal düzenlemelerle, yasama, yürütme ve yargı arasında kalıcı dengeler kurulması gereklidir. Yeni anayasada devletin bu 3 erki arasında gerçek bir güç dengesi kurulması sağlanmalı ve güçlerin kötüye kullanılması önlenmelidir.
Adaleti, devletin temeli olarak gören ve hukukun üstünlüğüne dayanan bir devlette, mahkemelerin ve yargının bağımsızlığı tartışmasız bir husustur. Bağımsız ve adil yargı herkesin ihtiyacıdır.
Ancak, toplumun algısı, ve evrensel ölçütlere göre Türk yargısını inceleyen uzmanlarının kanısı, Türkiye’de tam anlamıyla yargı bağımsızlığının bulunmadığı yönündedir. Hakimler ve Savcılar Kurulunda Adalet Bakanlığının bakan ve müsteşarla birlikte temsil edilmesi, yargı bağımsızlığını temelden zedeleyen bir uygulamadır. Hakimler Yüksek Kurulu, Savcılar Yüksek Kurulundan ayrılarak, yapısı ve oluşumu yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını sağlamaya yönelik bir yaklaşımla ele alınmalıdır. Yargı bağımsızlığını sağlamaya yönelik yaklaşımlar, başta anayasa olmak üzere birçok alanda yeni düzenlemeler gerektirmektedir.
Zaten, CHP Genel Başkanının açıklamasında “Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının kesin olarak sağlanacağı; Hâkimler ve Savcılar Kurulu, Anayasa Mahkemesi, yüksek yargı organları ve mahkemeler üzerinde yasama ve yürütmenin doğrudan ya da dolaylı vesayetine son verileceği” açıkça ifade edilmektedir.
4. Temel hedef; çağdaş, özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye’ye ulaşmak olmalıdır.
Temel hak ve özgürlükler, çağdaş demokratik toplumlarda görüldüğü üzere herhangi bir kısıtlama olmaksızın sağlanmalıdır.
5. Seçimle gelinen kamu görevleri yürütülürken şeffaflık, hesap verilebilirlik esas olmalıdır.
Seçilmişler, atanmışlar üzerindeki yetkilerini kullanırken, güç istismarına yönelirlerse sorumlu olarak hesap verebilmelidirler. Hiçbir kişiye veya zümreye ayrıcalık tanınmamalıdır.
6. Laiklik ilkesi özenle korunmalıdır.
Farklı din, dil ve etnik kökenden gelen yurttaşlarımızı hoşgörü ile kaynaştıracak “laiklik” ilkesi korunmalı; din bireysel inanç olarak saygıyla karşılanmalı, istismarına imkan tanınmamalıdır. Hukuk, eğitim ve bilim, din kurallarından bağımsız olmalıdır.
7. Yönetim katılımcı olmalı, demokratikleşmeli ve etkinleştirilmelidir.
CHP Beyannamesi “Yasa tasarı ve teklifleri TBMM komisyonlarında görüşülürken, uzmanların, ilgili meslek kuruluşları ve sivil toplum örgütlerinin görüşlerinin mutlaka alınmasını” öngörmektedir. Türkiye’nin her yöresinde halkın yönetime daha etkin katılmasını sağlayacak “yerinden demokratik yönetim” uygulanmalıdır.
8. Cumhurbaşkanlığı seçimi ve yetkileri yeniden düzenlenmelidir.
Cumhurbaşkanı, Devleti temsil eden kişi olarak TBMM tarafından partiler arasında uzlaşma ile seçilmeli, sorumsuz olmalı, yürütmeye ilişkin yetkilerden arındırılmalıdır. CHP Beyannamesinde “Cumhurbaşkanının tarafsız olması sağlanacak, Partili ve yanlı Cumhurbaşkanı uygulamasına son verilecektir” denilmektedir. Yeni anayasanın uygulanma döneminde Cumhurbaşkanı, ülkede uzlaşma ve kaynaşmayı sağlayacak örnek bir tutum sergileyerek, toplum vicdanının sesi olmalıdır.
Türkiye’de yeni bir anayasa yapımına gidilirken, yasamanın daha etkili denetim yapabileceği ikinci meclis, senato gibi yapılar da tartışılmalıdır. Bu yol ve yöntemlerle hazırlanacak bir anayasa Türkiye’yi ve toplumu ileriye taşıyacaktır.
*Mehmet KABASAKAL
Siyaset Bilimi, Dr.,
mehmet.kabasakal@okan.edu.tr