pietro-naj-oleari_schulz_20120111_01sml

Martin Schulz – Günümüzün Politikası Krizi Derinleştiriyor

Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz, Avrupa’da daha yüksek büyüme için politika değişikliği öneriyor

(Karin Nink ve Lars Haferkamp ile Haziran 2013’ye yaptığı söyleşiden bölümler)

Sayın Başkan; Avrupa, bankaların kurtarılması için yüz milyarlarca Avro seferber ediyor, ama bazı üye ülkelerde %50’yi aşan genç işsizlikle mücadele için hiç para harcamıyor. Bu politika daha ne kadar süre izlenebilir?

Bu yanlış bir politikadır; sürdürülmesine alet olmamak gerekir. Avrupa Parlamentosu’nda epey bir süredir, işsizlikle mücadele edilmesini sağlayacak bir büyüme politikası yanlısı bir çoğunluk var. Genç insanlar sistem için en az bankalar kadar önemlidir. Bu yüzdendir ki, 2013’te hükümetlerin, genç işsizlikle mücadele için bankaların kurtarılmasına tahsis ettiklerinden daha az para seferber etmiş olmaları ayıptır. Bunda Sayın Merkel de sorumluluk taşımaktadır. Bu genç işsizliği, yıkıcı sosyal etkilere yol açması bir yana, demokrasimiz için de gittikçe artan bir tehlike oluşturmaktadır.

Bu politika her şeyden önce Federal Almanya Şansölyesi Merkel tarafından empoze edilmektedir. Bu nedenledir ki, Avrupa’da kendisine karşı yoğun eleştiri yöneltilmektedir. Siz, bu eleştirilere karşı Sayın Merkel’i, kısa süre önce, çok angaje biçimde savundunuz. Neden?

Sayın Merkel’in politikasında pek çok unsuru yanlış buluyorum. Çünkü o, Almanya’nın krize karşı başarı kazanmış mücadelesinin Avrupa çapında sürdürülmesini engelliyor. 2008’de finans krizi patladığında sosyal demokrat bakanlar bazı girişimlerde bulunmuşlardı. Federal Hükümet’in bugünkü politikası, kemer sıkma önlemleriyle de bir arada uygulanınca, yoksulluğu arttırıyor ve böylece bunalımı ağırlaştırıyor. Sayın Merkel’i yine de savunmamın nedeni, bu yanlış politikanın tüm AB hükümet başkanlarının oy birliğiyle kararlaştırılmış bulunması ve sorumluluğun sadece Berlin üzerine yıkılmasının haksızlık olmasıdır. Ayrıca bu süreçte Alman politikacılarının Nazi sembolleriyle bir arada anılması da rezilce bir davranıştır.

Şansölye “piyasa demokrasisi” talebini ortaya atan lider değil miydi?

“Piyasa demokrasisi” talebi, gerçekten de durumun ciddiyetini gösteriyor. Güçlü finans aktörlerinin ve spekülatörlerin bütün bir ekonomiyi sarsabilmeleri yeterince kötüdür. Ama bir de siyaset piyasaya endekslendiği takdirde, bu, biz sosyal demokratların 150 yıldır mücadelesini verdiğimiz her şeyden vazgeçmemiz anlamına gelir. Ulusal kapitalizmlerin 20.yüzyılda ehlileştirilebildiği gibi, 21. yüzyılda da global kapitalizm uygarca sınırlara çekilmelidir.

Sosyal demokratlar Avrupa’yı bunalımdan, daha fazla büyüme yoluyla çıkartmak istiyorlar. Böyle bir büyüme, yeni borçlar oluşturulmadan nasıl gerçekleşebilir?

Bu, girdileri çoğaltarak olabilir. Şimdiye değin örneğin mali işlemler üzerinden vergi tesis edilmediğinden spekülatörler krizin savuşturulmasına katkı yapmadılar. Bu adil değildir; üstelik yatırımlar için paramız yoktur. İkinci bir nokta da, ciddi tahminlere göre, AB’den her yıl bir trilyon avronun vergi kaçakları yüzünden kaybedildiği hususudur. Her bir emekçi ve orta sınıf mensubu vergisini tastamam öderken, en büyük ve en başarılı şirketlerin neredeyse hiç vergi ödememeleri adalet duygumuzu örseliyor. Dünyada 16 ila 25 trilyon avro arasında bir tutar “vergi cenneti” denen yerlerdeki banka hesaplarında duruyor. Bu tutar, AB’nin brüt sosyal hasılasından fazladır. AB’deki ve dünyadaki vergi cennetlerinin kökünü kurutmak çok zordur, ama getirisi buna değer.

Güney Avrupa’daki güçlükler uzun dönemde Almanya için de bir tehdit oluşturur mu?

Biz Avrupa’nın ihracatçı ülkesiyiz ve ihracatımızı en çok Avro Bölgesi’ne ve AB’ye yapıyoruz. Refahımızın temeli budur. Krizin üstesinden ya hep birlikte geleceğiz ya da Avrupa’da herkesin durumu kötüleşecek. Biz Almanlar, kriz sürecinde dayanışmaya çok önem veriyoruz; ama komşularımıza yardım ederken aynı zamanda kendi çıkarımız doğrultusunda da davranmış oluyoruz.

Avrupa bir yandan zayıflarken, küreselleşmeyle birlikte Avrupa dışı rekabet de gittikçe güçleniyor. Bu koşullarda değerlerimizi ve toplumsal düzenimizi nasıl koruyabiliriz? “AB gemisi” karaya oturabilir mi? Öyle olursa bu ne anlama gelir?
Avrupa; ölüm cezasının olmadığı, çocukların çalıştırılmadığı buna karşılık düşünce özgürlüğünün bulunduğu, ayrımcılığın yasaklandığı, emekçi haklarının geçerli olduğu yerdir. Dünyanın başka yerlerinde bu değerler yoktur. Bu gerçeği sıklıkla unutuyoruz. Şuna inanıyorum ki, bu değerleri küreselleşme bağlamında hep birlikte savunacağız; yoksa sosyal demokrasinin, bildiğimiz biçimiyle Avrupa modeli bütünüyle yıkılacaktır.
AB bünyesinde, Brüksel ile üye devletler arasında yeni bir görev dağılımına ihtiyaç var mıdır?

Yerindenlik ilkesini daha ciddiyetle ele almalıyız. Öyle ki, AB ancak üye ülkelerin koruma sağlayamadığı noktalarda devreye girmeli. AB; uluslararası ticaret, para kuru, çevre/iklim, vergi kaçağının önlenmesi, örgütlü suç ve tüketiciyi koruma gibi temel konulara odaklanmalıdır. Ancak örneğin Alman tasarruf sandıkları yönetmeliğinin veya Volkswagen Şirketi’ni özelleştirme kurallarının AB tarafından düzenlenmesinin bir anlamı yoktur.

Geçmişte kaldığı sanılan bazı klişeler Avrupa’da yeniden gündeme geliyor: Avrupa’da egemenlik kuran kibirli Almanlar, başkalarının sırtından geçinen tembel Güney Avrupalılar. Bu şablonlar ne ölçüde tehlike içeriyor?

Bunlar çok tehlikelidir. AB 20. yüzyılın en büyük uygarlık adımıdır ve bu nedenle de Nobel ödülüne layık görülmüştür. AB, bizim savaşlarla dolu yüzyıllardan çıkardığımız derslerin kanıtıdır. Bu sayede bugün en müreffeh ve en güvenli anakara üzerinde yaşıyoruz. Eğer birbirimizden kopup bölünürsek hepimiz kaybederiz. Dünya üzerinde bölgelerin birbiriyle yarışa girdiği ve ABD, Çin, Hindistan, Rusya ve diğerlerinin birbiriyle rekabet ettiği bir 21.yüzyıl dünyasında hiçbir Avrupa ülkesinin tek başına şansı olamaz.

Sosyal demokrat partiler, 2014 Avrupa Parlamentosu seçimlerine gösterecekleri bir başkan adayıyla girmek istiyorlar. Bu, ne gibi olumluluklar vadediyor?

Yıllardan beri bir kriz ortamında yaşıyoruz, ama Avrupa’da insanlara bu derde hangi ilacın deva olacağı hiçbir zaman sorulmadı. 2014 yılındaki seçimlerde, nihayet tüm AB’de ve aynı anda, nasıl bir Avrupa’da yaşamak istediğimiz konusunda görüş beyan etme şansımız beliriyor. Bu çerçevede Avrupa partileri, Komisyon Başkanlığı için yarışacak ve seçim kampanyası sırasında partilerinin görüşlerini sunacak adaylarını çıkarıyorlar. Bu, Avrupa demokrasisi için bir dönüm noktası olabilir.

Son olarak kişisel bir soru sormamıza izin verin: Hiç kimse Avrupa için sizin kadar coşkuyla mücadele etmiyor. Tüm zorluklara ve düş kırıklıklarına karşın bu heyecanı nereden buluyorsunuz?

Benim ailemde, birbirlerinden ancak birkaç kilometre uzaklıkta ama sınırın iki farklı tarafında büyümüş insanlar vardır. Bunlar daha sonra asker olup birbirleriyle savaşmışlardır. Kör milliyetçiliğin artık bir daha geri gelmesini istemiyorum. Bu beni her gün yeniden motive ediyor.
Çeviren: Aydın CINGI
*Martin Schulz,
Avrupa Parlamentosu Başkanı