Vesikalik-Sezen-copy

Küreselleşme, Küresel Kent ve Kentsel Dönüşüm

Cem Ergun Cem Ergun*

Seksenli yıllarla birlikte ekonomik, siyasal, kültürel ve sosyal anlamda toplumsal yaşamın tüm alanlarında etkisini fazlasıyla hissettirmeye başlayan neoliberal anlayış; yerel, ulusal ve uluslararası aktörler aracılığıyla tüm dünyada hakimiyet alanını genişletmiştir. Özünde küreselleşme; piyasa aktörlerinin ve sermayenin yaşam/etkinlik alanlarını genişlettiği; malların, hizmetlerin, emeğin, teknolojinin ve sermayenin finans kaynaklarının serbestçe dolaşabildiği ve piyasaların giderek bütünleştiği, kapitalist sistemin son tezahürü olarak değerlendirilebilir. Küreselleşme süreci neoliberal görüşler çerçevesinde gelişmiş ve hem ulusal hem de uluslararası süreçlerde devletlerin rolünün azaltılarak, piyasa aktörlerinin etkin kılınması yönünde uygulamalar içermiştir.

Piyasa aktörlerinin dolaşımını kolaylaştırma ve etkinliğini arttırma çabalarını içeren küreselleşme süreci, ulus-devletlere yönelik müdahale ve dayatmaları nedeniyle ekonomik olduğu kadar politik bir süreç olarak da ele alınmalıdır. Tamamen küreselleşmiş bir ekonomi, bağımsız ulusal ekonomilerin ve bunun sonucunda yerel ulusal ekonomik yönetim stratejilerinin artan bir şekilde önemsizleştiği bir sistemdir. Bu bağlamda küreselleşme, ulus-devletin ulusal politikaların yürütülmesindeki rolünü ve etkinlik alanlarını daraltmaktadır.

Küresel kapitalizm, daha hızlı ve sınırlama olmadan kolayca dolaşan mal, emek, sermaye demek ise, bunun bir başka gereği de iletişim hızının ve hacminin, ulaşım altyapısının ve ulaşım ağlarının kapsamının, ulaşım hızının artmasıdır. Bu ağda kentler, ama özellikle küresel kentler, küresel sistemin işleyişini sağlayan önemli bağlantı noktaları olarak öne çıkmıştır. Bu bağlamda küreselleşme; modernleşme sürecini, yani sanayileşmesini tamamlamış, Kuzey Amerika ve Batı Avrupa ekonomilerinin 1970’lerden itibaren içine düştüğü periyodik ekonomik darboğazlardan, küresel tüketim ve dolaşım zincirinin parçası yeni küresel kentler ve kentsel ekonomiler yaratarak çıkma sürecidir. Bu süreç; kapitalizmin yeni boyutlar çerçevesinde yeniden paketlenmesi ve pazarlanmasıdır. Küresel kentler, küresel kapitalizmin yeni lokomotifleridir; örülen piyasa egemen neoliberal ideolojinin bağlantı noktalarıdır.

Kentlerin küreyle imtihanı ya da küreselleşme kent ilişkisi

1980 sonrası dönemde dünya ekonomisinde, fordist üretim biçimi önemini yitirmiş ve esnek uzmanlaşmaya dayalı esnek üretim biçimleri ön plana çıkmıştır. Bu doğrultuda sermaye ve emek yoğun sanayi ekonomilerinin yerini bilgi ve teknoloji yoğun ekonomiler almıştır. Bilgi ve teknoloji yoğun ekonomi dönemi, mekansal anlamda yeni bir düzenlemeyi gerektirmiştir. Bunun sonucu küresel sermaye yerelliğin ve kentin önemini arttıran bir görüntü içinde, kendi hareket, pazar ve birikim alanlarını örgütleme çabasına girişmiştir. Bu süreçte kentsel ekonomi bir ağ ekonomisine dönüşmekte ve ulaşım, taşıma, iletişim, ticaret, hizmet, teknolojik yenilik, bilgi ve enformasyon ağlarından oluşan bir kentsel ekonomik sistem ortaya çıkmaktadır.

Bu yeni küresel dünya düzeni yapılanırken, ulus devletler önemini yitirmekte, kentler ise en önemli birikim ve tüketim alanları olarak ön plana çıkartılmaktadır. 1980 öncesi dönemde etkin olan ulusal kalkınmacılık ve beraberinde gelen devletin ekonomiyi/ekonomik kalkınmayı yönlendirmesi anlayışı bu dönemde önemini kaybetmiştir. Ulus-devletlerin gerek ekonomi gerekse yönetim alanındaki yetki ve sorumluluklarının önemli bir kısmını yerel, bölgesel ve uluslararsı aktörlere ve sermaye kesimine bırakması kentleri küreselleşme sürecinde yaşanan ekonomik yarışta en önemli aktör haline getirmiştir. Yani ekonomiye artık ülke başkentlerinden ve merkezi hükümetlerden çok, kentler üzerinden müdahalede bulunulmakta ve ülkeler küresel ekonomide kendilerini kentler üzerinden var etmeye çalışmaktadır. Dolayısıyla da bu süreçte ülke sınırları içinde başkentlerden önce, küresel ekonomi ile eklemlenme potansiyeli olan kentler öne çıkmaktadır.

Bu doğrultuda Dünya Bankası vb ulusüstü aktörler kalkınma açısından kentlerin motor güç ve yatırım mekanı konumunda olduğuna vurgu yapmaktadır. Küreselleşme sürecinde kent mekanı, “sermayenin sermayesi” haline gelmiştir. Kapitalist kent, doğası gereği değişim değerini ön plana alan çıkar gruplarının etkin olduğu bir ilişkiler ağı sistemine dayanmaktadır. Kentsel girişimciler, müteahhitler, arsa spekülatörleri, büyük şirketler ve bankalar kent mekanını değişim değeri çerçevesinde ele almaktadırlar. Bunun yanında, küresel yeniden yapılanma sürecinde, nüfusun önemli bir kısmına ev sahipliği yapan kentlerin, küreselleşme sürecinin siyasi, toplumsal, kültürel  ve sanatsal boyutlarına da yön veren mekanlar olduğu da dikkate alınmalıdır. Bu bağlamda, yeni toplumsal süreçleri ve küreselleşmeyi anlamak için küresel kentlerin de iyi anlaşılması ve çözümlenmesi gerekmektedir. Dolayısıyla, kent ve kentsel alanlar, neoliberal küreselleşme yönünde yaşanan bu büyük değişim sürecini izlemek, tanımlamak, kurumsallaştırmak açısında da büyük olanaklar sunmaktadır.

Değişen ekonomiler ve dönüştürülen kentler

Sermayenin sınır tanımayan akışkanlaştığı ve devletin etkinliğinin günden güne azalması karşısında, küresel ya da bölgesel ölçekte ekonomik etkinliğin ve karar verme mekanizmalarının merkezi olarak karşımıza kentler çıkmaktadır. Bu süreçte kentler küresel eklemlenme sürecinin etkin aktörleri konumuna yerleşmiş bulunmaktadır. Sermayenin ve serbest piyasa ekonomisinin şekillendirdiği rekabet ortamında kent yönetimleri büyük ölçekli kentsel projeler yoluyla kentlerin sermaye açısından cazip kılabilecek şekilde dönüştürmekte ve sermayeyi çekebilmek için birbirleriyle kıyasıya bir yarışa girmektedirler. Sermayeden daha büyük pay kapma beklentisine giren kentlerin yöneticileri de sermayeden pay almanın çekiciliğine kapılarak kentler arası yarış sürecine dahi olmuşlar ve kentleri küresel piyasada, sermayeye ve girişimcilere pazarlama çabasına girmişlerdir. Sermayeyi çekebilme adına girişilen bu pazarlama yarışı, kentleri değişim değerine sahip, her şeyin parasal değer ya da yatırım değeri üzerinden değerlendirildiği “meta kentler” haline getirmektedir. Bu çabanın kentsel mekandaki karşılığı; özellikle küresel pazarla bağlantılı olan alanlarda iyi bir telekomünikasyon ağı, gelişmiş bir ulaşım sistemi, havaalanı ve limanlar, sanayi bölgeleri, serbest ticaret bölgeleri, çok merkezli ofisler, sigortacılık, danışmanlık ve finansman altyapısı, alışveriş merkezleri, lüks oteller ve konut alanlarının oluşturulmasıdır.

Hizmetler sektörünün ve yeni bilgi ve teknoloji yoğun üretim sektörlerinin fiziki mekandaki yatırım ve yerleşim ölçeği sanayi sektörü ile karşılaştırılamayacak kadar küçük ve akışkandır. Dolayısıyla bu sektörler çok hızlı bir şekilde yer değiştirebilmekte ve kentin daha avantajlı bölgelerine ya da daha avantajlı kentlere kolaylıkla kayabilmektedir. Bu hareketlilik yerel yönetimleri, kenti hızlı biçimde çekici kılma çabalarına yönlendirmektedir. Her kentin kendini daha iyi pazarlayabilmek için, diğer kentlerden farkını ortaya koyabilmesi ve kendini öne çıkarması gerekmektedir. Bu farklılık kentin tarihsel, sosyal, kültürel, doğal vb. özelliklerinden kaynaklanabileceği gibi özelikle son dönemde küresel ekonomiye sağladığı olanaklarla da oluşturulmaktadır. Tarihsel, sosyal, kültürel, doğal vb. özelliklerle kentlerin pazarlanması “değer pazarlaması” olarak adlandırılırken, küresel ekonomiye sağlanan olanaklarla pazarlama ise “altyapı pazarlaması” olarak adlandırılmaktadır. Örneğin, son dönemde iletişim ve bilgi işlem alanında görülen gelişmeler ve küresel sermayenin bu araçlardan yararlanarak yayılması ve akışkanlığını hızlandırabilmesi, bu fiziksel altyapı bileşenini öne çıkarmıştır. Küresel sermayeyi kendine çekmeye çalışan kentler, kendilerini pazarlarken bu altyapı bileşenine yaptıkları yatırım düzeylerini artırmaktadır.

Günümüzde küresel süreçlere eklemlenebilmenin yolunun küresel sermayeye hitap eden kentlerin varlığına bağlı olduğu anlayışı, tüm ülkelerde kentsel politikaları ve projeleri ön plana çıkmaktadır. Genel olarak sermayeyi çekebilme kaygısı olarak adlandırılan bu süreçte yapılan tüm girişimler geniş ölçekli kentsel uygulamaları gerekli kılmaktadır. Bu girişimlerin günümüzdeki karşılığı en kapsayıcı ifadeyle kentsel dönüşüm olmaktadır. Sermaye açısından cazip kılınabilecek ya da kar üretme potansiyeline sahip alanlar olarak görülen tüm kentsel mekanlar, kentsel dönüşüm projeleri aracılığıyla yatırıma açılmaktadır. Kentsel dönüşüm; kentin tümünün ya da bir bölümünün mevcut şekil ve görüntüsünden başka bir şekil veya görüntüye geçmesi/geçirilmesi olarak ele alınmakta, kentsel yenileme, canlandırma, kalkındırma, soylulaştırma vb gibi isimlerle de anılmaktadır. Bu kavramlar kentlerde yaşanan dönüşümün bir boyutuna karşılık gelirken, kentsel dönüşüm ise tüm bu süreçleri kapsamaktadır. Kentlerde yaşanan dönüşümler kimi zaman mekan ve yaşam kalitesini arttırma şeklinde ortaya çıkarken; kimi zaman da mekanın ekonomik, sosyal, çevresel ve fiziksel bozulması olarak yaşanmaktadır.

Türkiye’de kentsel dönüşüm

Kentlerin tarihsel süreçte olduğu gibi günümüzde de kalkınmışlığın ve gelişmişliğin göstergesi olarak görülmesi, merkezi ve yerel yönetimleri kentlerin yeniden yapılandırılması konusunda hummalı çalışmalar yapmaya itmiş ve bu doğrultuda kentler, kentsel dönüşüm projeleri ile adeta baştan yaratılır hale gelmiştir. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de özellikle İstanbul, Ankara, İzmir başta olmak üzere birçok kentler, kentsel dönüşüm ve yatırım projeleri ile yeniden yapılandırılmakta ve cazip hale getirilmeye çalışılmaktadır. 5 Ekim 2012 itibariyle ülke genelinde 35 ilde başlatılan kentsel dönüşüm projeleriyle kamu binaları dahil birçok kentsel yapının yıkım sürecinin de fitili ateşlenmiştir.

Türkiye’de kentleşme sürecinde gecekondu, konut sorununun çözümünde çoğu zaman iktidarlarca görmezden gelinen hatta desteklenen biçimde önemli bir yer tutmuştur. Kentlerin kuruluş aşamalarında çeperlerde yer alan gecekondu alanları hızlı büyüme sonucunda kent merkezlerine yakın ya da ulaşım akslarında yer alan alanlar konumuna gelmişlerdir. Bu bağlamda kentsel arsa stoklarının neredeyse tükendiği günümüzde merkezi konumları nedeniyle gecekondu bölgeleri arsa bazında oldukça değerlenmiştir ve temel kentsel dönüşüm mekanları olmuşlardır.

Kentsel dönüşüm alanı olarak seçilen bir diğer alan kent merkezlerindeki eski tarihi yerleşim bölgeleridir. Üst-orta sınıfların kent dışındaki site tarzı konut alanlarına yönelmesi sonucu yoksul-marjinal kesimlerce doldurulan bu alanlar da günümüz kentsel uygulamalarında özellikle butik oteller, iş ve alışveriş merkezlerinin inşa edilebileceği gözde mekanlar haline gelmiştir.

Temel hedefi sağlıklı ve insan onuruna yakışır, depreme dayanıklı konut ve yaşam alanları oluşturmak olarak açıklanan kentsel dönüşüm projelerini bu hedef bağlamında eleştirmek abesle iştigaldir. Ancak, uygulamalar sonucunda dönüşen kentlerde kentsel mekanlardaki kullanım ve mülkiyet haklarında oluşabilecek hak kayıplarına karşı duyarlı ve bir o kadar da dikkatli olunması gerekmektedir. Özellikle konut alanlarında gerçekleştirilecek olan projelerde yaygın söylem olan mevcut konutun değerinin yeni yapılacak konutların değerinden düşülerek kalan borcun uzun vadede geri ödenmesi ifadesinin yaşamsal karşılığı, amaçlanan hedefle örtüşecek midir? Aylık geri ödemelerin rakamsal olarak oldukça düşük olacağı dile getirilse de dönüşüm alanlarında yaşayanlar tarafından ödenemeyecek boyutta olabilir. Diğer taraftan mevcut az katlı ya da müstakil konutlar yerine inşa edilecek çok katlı yapılar dönüşen alanlarda yaşamakta olan kesimlerin yaşam kültür ve pratiklerine ne ölçüde uygun olacaktır? Bu tarz endişeleri barındıran sorular çoğaltılabilir. Genel olarak dikkat çekilmeye çalışılan nokta kentlerin dönüşümünün kentlileri ne ölçüde etkileyeceği ve çözümlerin kent sakinlerinin ve diğer ilgili yerel yönetimlerin ve aktörlerin katılımıyla üretilmesi gerektiğidir.

Kentsel mekanları salt fiziksel yapılar olarak ele almak ve kullanıcılarını hesaba katmadan uygulamaları hayata geçirmek, orta-uzun vadede yeni kentsel sorunlar ve mağduriyetler yaratabilecektir. Tüm kentlilere sağlıklı yaşam alanları yaratmanın yolu, kentlilerin mevcut yaşam alanlarını terk etmek zorunda kalacağı uygulamalardan kaçınarak, kentlilerin talep ve ihtiyaçları doğrultusunda yerinde dönüşüm/iyileştirme projelerini hayata geçirmektir. Aksi takdirde mevcut kentsel sorunlar kısa vadeli çözüme kavuşturulabilir; ancak uzun vadede küresel kapitalimin yeni krizlerinde kentsel dönüşüm gerçekleştirilen bölgeler, terk edilmiş ölü yatırım alanlarına dönüşebilir.

*Yrd. Doç. Dr. Cem Ergun, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü , tusawi@hotmail.com