Çalışma Yüzeyi 3

Ufuk SAKA – Küresel Sermayenin Tarih Stratejisi ve Sosyal Demokrasi

Ufuk SAKA
İSTÜN İstanbul Sağlık ve Teknoloji Üniversitesi Öğretim Üyesi

Başlığın işaret ettiği alan -hemen anlaşılacağı üzere- yalnızca uzaktan bakınca değil ama içine girildiğinde de bir hayli karmaşık. Sosyal demokrasinin ortaya çıkışı, tarihi, bir siyasi yol olarak ortaya çıkış dinamikleri bir yana, yirminci yüzyılın son çeyreğinde yaşanan -gözlenen deneyimi ve performansı yazımızın başlığı bağlamında önemli değerlendirmelere kaynaklık edebilir. Peki, küresel sermaye, ‘küresel yayılma’yı bir tarih stratejisi olarak belirlemişken ve bu  stratejinin peşinde -ve gereğinde sertleşmekten hiç kaçınmadan- kendi tarihini yazıyorken, sosyal demokrasinin hala söyleyecek sözü var mıdır? Ya da bu soru ve bu ana fikir üzerinden sosyal demokrasi için yeni tanımlar, yeni hedefler, yeni örgütlenme biçimleri arayabilir miyiz?

Küresel sermayenin ilerleyişi

Küresel sermayenin, ‘küresel yayılma’yı bir tarih stratejisi olarak belirlemesi yaşadığımız yüzyılın konusu değil. Hatta başlangıcı ya da ilk konuşulmaya başlandığı zamanlar itibarıyla geçen yüzyılın konusu da değil. 1885 yılına uzanalım ve dönemin önemli toplumsal Darvincilerinden olan John Fiske’in Harper’s dergisinde yazdıklarını anımsayalım: “Yeryüzündeki her toprak, diliyle, diniyle, siyasal alışkanlıkları ve gelenekleriyle ve büyük ölçüde halkının kanıyla da İngiliz (Anglo Sakson anlamında) oluncaya kadar, İngiliz ırkının Kuzey Amerika’yı kolonileştirince başladığı iş sürüp gidecektir. Her iki dünyaya (Eski Dünya ve Yeni Dünya) ve güneşin doğduğu yerden, battığı yere kadar böylesine yayılan bu ırk, İngiltere Atlantik’i aşarak Virginia ve Massachusetts kıyılarına kolunu ilk attığı andan başlayarak denizlerin egemenliğini ve ticari üstünlüğü elden bırakmayacaktır.” Fiske yalnız değildi. Onun zamanından başlayarak onu izleyen, onun yaklaşımına katkılar koyan, onun yaklaşımını derinleştirip neredeyse kuramsallaştıran pek çok isim oldu. Arada örneğin Bertrand Russel’ın ve başka kimi düşünürlerin kimi itirazları olduysa da, bu itirazların, çoktan başlamış savaşlar üzerinden yürüyen tartışma başlıkları arasında çok etkili olabildiği söylenemez.

Küresel sermayenin yayılmacı ilerleyişi yaşadığımız günlerde de olanca etkinliğiyle sürüyor. Öyle bir ‘etkinlik’ ki bu, örneğin sivillerin ve çocukların bile bile ve sistemli bir biçimde öldürüldüğü İsrail’in Gazze işgali boyunca temel ‘savaş hukuku’ ilkelerini askıya alabiliyor. Yahut ta, Ukrayna’yı Rusya ile yaptığı  anlaşmayı yok sayarak Rusya’ya karşı savaşmaya kışkırtıp, Rusya ile savaşması karşılığında ciddi olanaklar sağlayabiliyor. Bir dönem sosyal demokrasinin pusulası olarak bilinen, izlenen, örnek alınan İsveç, ‘sermayenin küresel dayanışması’ çerçevesinde, küresel sermayenin -saldırgan niteliğini artık saklamadığı- askeri gücü NATO’ya, etkin, başka deyişle fiilen savaşabilecek bir unsur olarak dahil ediliyor.

İşçi sınıfı sınıfının farkında mı?

İşçi sınıfı, yirminci yüzyılın başındaki işçi sınıfı değil. İşçi sınıfı, yirminci yüzyılın son çeyreğindeki işçi sınıfı da değil. Yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinin sonunda, sınıf farkındalığını oldukça yitirmiş, giderek ‘bir sınıf olarak’ beklentilerini de geride bırakmış bir toplumsal toplamdan söz ediyoruz. Son elli yılın sosyal demokrasi deneyimi ve performansı itibarıyla, işçi sınıfının ‘bir sınıf olarak beklentilerini geride bırakmış’ olması, sosyal demokrasinin o sınıfa önerebileceği değerler toplamını, örgütlenme modellerini ve gelecek hayalini de boşa çıkarmış olabilir. Dahası, sosyal demokrasinin önerdiği, sosyal demokrat yönetim, sosyal demokrat bütçe, sosyal demokrat çalışma yasaları, sosyal demokrat belediyecilik ve benzeri başlıklar ve içeriklerin hedeflediği algı, temsil edildiği siyasi yapılar itibarıyla da bir bütünlük vaat etmiyor.

Elbette bugünlere gelen yol boyunca, sosyal demokrasi örneğin Tony Blair’in katkı(?)larının da aralarında olduğu pek çok başlığı tartıştı ve tartışmayı sürdürüyor. Sosyal demokrasinin yeni zamanlara dair yeni çözümlerini, yeni stratejilerini, yeni hedeflerini konuşurken, son elli yılın sosyal demokrat deneyimi boyunca örneğin sınıf perspektifinin nasıl bulanıklaştığını ve bunun sonuçlarını tartıştı ve tartışmayı sürdürüyor.  Sosyal Demokrasi örneğin kimi Latin Amerika ülkelerinde dönem dönem ve hala soluk alabiliyor gibi görünse de, o deneyimler sosyal demokrasinin ezberlerimizdeki temel ilkeleri ve temel değerleri bağlamında hala tartışılıyor.

Sosyal demokrasi ne önerecek?

Küresel sermaye ittifakının yayılmacı tarih stratejisi elbette mutlak değil. Doğru karşı stratejilerle elbette geriletilebilir, o vazgeçmek istemeyecektir ama elbette farklı stratejilere zorlanabilir. Hem tarihte hem de zamanımızda bunun örnekleri var. Sermayenin, henüz küreselleşmediği ama bu yönde ilerlediği yıllardaki kimi büyük oyuncularının, Örneğin 1nci Dünya savaşının öncesinde tasarladığı ve savaş boyunca adım adım ilerlettiği tasarımı, 1nci Dünya savaşını izleyen dört yılın ardından örneğin Anadolu coğrafyasında gerçekleştirilemedi. Örneğin Afrika, tanıklığını ettiğimiz şu yıllarda, kendi sözünü konuşmaya hazırlanıyor olabilir. Küresel sermaye ittifakı içinde kah ilerleyen kah duraklayan tabiatıyla Çin, küresel sermaye ittifakının yönetmekte ve davranışlarını öngörmekte hayli zorlandığı bir muazzam alan.

Sosyal demokrasi açısından yanıtlanması gereken kritik soru ve tartışılması gereken önemli bir başlık ise, ortaya çıktığı ve uzun yıllar etkili olduğu Avrupa coğrafyasında, temsil edildiği ülkelerin sermaye sınıfları büyük küresel sermaye ittifakının bir parçası haline gelmişken, sosyal demokrasinin neler söyleyeceğidir. O ülkelere hangi nevi bir yeni tarih stratejisi önereceğidir. Yahut ta o ülkelere yeni bir tarih stratejisi önerip öneremeyeceğidir. Eğer önerebilecekse, bu strateji ya da stratejilerin hangi düzeyde ve ‘hangi nevi  bir emek(?)’ eksenli olacağıdır. Çünkü eğer küresel sermaye ittifakı için bir siyasi gereksinime dönüşmediyse henüz, bu ülkelerde bu nevi öneriler gerçekçi bir karşılık da bulamayacaktır.