paket222

Korel Göymen – Türkiye’de Sosyal Demokrasi Yerelleştirilmelidir

Yerel düzeyde yetki ve yönetimin güçlü ve etkin kılınması bugün sosyal demokrasinin en temel özellikleri ve ilkeleri arasındadır. Bu özellik 1960 ve 1970’lerde Batı Avrupa’daki sosyal demokrat partilerin güçlenmesinde önemli bir yer tutmuş ve Avrupa Birliği’nin (AB) gelişmesinde sosyal demokratların etkisini yansıtmış ve artırmıştır. Yerel yönetimlerin güçlü olması yalnızca etkin bir yönetim sağlamak açısından değil, demokrasi ve katılım anlayışı bakımından da gereklidir. Diğer taraftan çağdaş sosyal demokrasi anlayışına uygun bir yerel yönetimin aynı zamanda günümüzün ekonomik ve sosyal gelişme gereklerine bu çerçevede yanıt vermesi ve bu doğrultuda etkin çözümler üretmesi beklenir ve hedeflenir. Başarılı olması için sosyal demokrat bir yerel yönetim yaklaşımının ihtiyaçlardan yola çıkması gerekir. Bu ihtiyaçlar bir taraftan en ücra kırsal alandan en kalabalık kente kadar her ölçekte küreselleşmenin bugünkü biçiminin yarattığı eşitsizlikler altında ezilmeme; Bilgi Ekonomisinde dönüşümü başarma; küresel gelişmeyi yakalama; işe, sağlığa, eğitime, bilgiye, konuta, ulaşım olanaklarına, kültürel ürünlere, mimari ve estetik açıdan düzgün bir çevreye, yeşile, temiz havaya, temiz bir çevreye, küresel ısınmadan korunmuş bir iklime ulaşmayı ve insanların kendilerini ve kapasitelerini geliştirmeleri için elverişli olanakları elde etmelerini kapsamaktadır. Diğer taraftan, bu ihtiyaçların karşılanması ile bağlantılı olarak, yerleşim ve yaşam yapılarının ekonomik ve sosyal gelişmenin gereklerine uygun donanımlara, üretim tesislerine, altyapılara, kurumlara, bağlantılara ve finansmana sahip olmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Bunların her ikisi de aynı zamanda merkezi yönetimin düzenleme, faaliyet ve sorumluluk alanının geniş kapsamı içinde yer almaktadır. Dolayısıyla bir ülkede yerel ve merkezi yönetim arasındaki işbölümü ve kaynak dağılımı mekanizmaları ile bunlar arasındaki uyum da özenle üzerinde durulması gereken bir konudur.

Kavramsal çerçeve ve dünyada durum

Yerleşim ve yaşama alanları ve yerel yönetim bakımından bütün dünyada tarihsel olarak gelişmeyi şekillendiren temel faktörlerden biri olan kentleşme bugün yeni bir boyut ve niteliğe kavuşmuştur. Dünya nüfusunun hızla artan bir bölümünün kentlerde yaşamasının yanı sıra, metropol niteliğindeki büyük kentler, salt sayısal olarak büyük yaşama alanları olmanın ötesinde, çok geniş ölçekte alanlar olarak işgücü, yatırım, eğitim, bilgi, beceri, finans ve ortam açısından genelde daha verimli üretim yerleri oluşturmaktadır. OECD ülkelerinde nüfusları bir buçuk milyonun üzerinde 78 “metroalan” bulunmaktadır. Bu büyük kent ya da metroalanların ülkelerinin gelişmesindeki işlevi öne çıkmaktadır. En gelişmiş ülkelerde olanlar dahil, bunların ciddi sosyal sorunları da bulunmakta ve büyüme süreçleri değişen ölçülerde de olsa ciddi eşitsizlikler, dengesizlikler, aksamalar içermektedir. Bugün dünya ekonomisinin en kritik sürükleyici güçleri arasında bilimsel ve teknolojik gelişmeyle bağlantılı Bilgi Ekonomisi ve ekonomik faaliyetlerin küresel ölçeğe yayılması yer almaktadır. “Metroalan” anlamında büyük kentler bu süreçteki kilit faktörlere dayalı rekabet açısından giderek daha büyük bir önem kazanmaya devam etmektedir. Dünyadaki rekabet sürecinde yüksek bir performans yakalamalarında yatırım, eğitim ve bilgiyi çekme ve geliştirme kapasiteleri büyük bir rol oynamaktadır. Bu çerçevede çağdaş sosyal demokrasinin büyük kentlere yönelik yaklaşımının özelliği bu alanların hem ülkenin Bilgi Ekonomisine dönüşüm açısından işlevleri yerine getirmelerini hem de bunu fırsatlara erişmede eşitliğe dayalı modern sosyal devlet ilkeleri temelinde yapmalarını hedeflemesidir. Bu nedenle bu büyük kentlerde yine önemini koruyan fiziksel altyapıların ötesinde insanların ve kurumların niteliklerinin güçlendirilmesi ve buna yönelik hizmet ve altyapılar olağanüstü bir önem kazanmıştır. Bu süreçte çevrenin korunması, küresel ısınmanın sınırlanması başlı başına ve diğer tüm hedeflerle bütünleştirilmesi gereken bir konu haline gelmiştir. Sosyal demokrasi açısından bu kentler aynı zamanda farklı etnik, kültürel kökenlerden insanların insan hakları ve demokrasinin evrensel ana ilkeleri temelinde özgürce birlikte yaşaması ve gelişmesi açısından da önem taşır. Özündeki “insanın gelişmesine odaklı olma” özelliği dolayısıyla sosyal demokrasinin yaklaşımı bu bakımdan büyük kentlerin potansiyelini en iyi geliştirecek özelliklere sahiptir ve sosyal demokrat partilerin bu alandaki politikaları ve uygulamalarının bu özellikleri yansıtması gerekir. Sosyal demokrasinin genelde ve yerel yönetim açısından en temel ilkelerinden biri de katılımcılıktır. Büyük kentlerde ekonomik ve sosyal gelişme dahil kente ilişkin kritik kararların işçilerden, özel sektöre, sivil toplum kuruluşlarına, eğitim dünyasına kadar olabildiğince geniş bir katılımla alınması hedeflenmelidir. Katılım mekanizmalarının konusuna göre büyük kentteki mahalleler düzeyine kadar çeşitli kademeleri kapsaması gerekir. Çağdaş sosyal demokrasinin yerel yönetimde özenle gözetmesi gereken bu ilkeler kuşkusuz daha küçük yerleşim birimleri, küçük kentler, kırsal alanlar için de geçerlidir ve bunlara dayalı politika ve uygulamalar her yerin özelliğine uygun biçimde düzenlenmelidir. Bu süreçte Bilgi Ekonomisine dönüşümü ve küreselleşmenin olumsuz yönlerini sınırlayarak olanaklarından yararlanmayı eşitlikçi biçimde başarmak için büyük kentlerden en küçük yerleşim birimine, kırsal alana kadar her ölçekteki yerel yönetimde dünyadaki gelişmeleri yeterince hesaba katan adımlar atmak ve bunları sürekli olarak yenileme kapasitesini sağlamak gerekmektedir. Nüfusun tüm dünyada değişik ölçülerde de olsa genelde daha mobil olması ve bilişim ve iletişim teknolojilerindeki dev adımların katkısıyla ekonomik ve sosyal yaşamın önemli bir parçasını oluşturan ağbağlantıları da yerel yönetim açısından dikkate alınması gereken bir gelişme oluşturmaktadır. Küresel düzeyde Bilgi Ekonomisi yerleşirken bu sürecin en büyük kentlerdeki insanlar ve mahalleler dahil herkes ve her yer için daha sürdürülebilir, eşitlikçi, demokratik, katılımcı kılınmasına ihtiyaç vardır. Sürekli patlak veren küresel krizler sosyal demokrasinin ilkelerinin hayata geçirilmesine ne kadar ihtiyaç bulunduğunu göstermiştir. Çağdaş sosyal demokrasi kriz sürecini irdeleyip ekonomik ve sosyal gelişmeye yönelik olarak temel ilkeleri uyarınca yeni yaklaşımlar üretirken bu yaklaşımların yerel yönetim boyutunun da güçlü çözümler getirmesi hedeflenecektir. Bu güçlü çözümlerin sağlanması, çözüm arama sürecinin, yerel siyaset düzeyi dahil, en geniş katılımla gerçekleşmesine yakından bağlı olacaktır.

Avrupa’nın çoğu ülkesinde sosyal demokrasi (SD) kriz halindedir. Yalnız seçim sonuçları değil, ileriye yönelik tahminler de ümit verici değildir. Bu durumun nedenini, klasik ‘refah devleti’ yaklaşımının ve temsili demokrasi uygulamalarının yetersizliklerine bağlayanlar çoğunluktadır. Küreselleşmenin ve kontrolsüz ekonomik liberalizmin özellikle sosyal ve ekonomik güçsüz kesimler arasındaki tahribatı önemli bir faktördür. Giderek, eski homojen sosyal yapı ve dokunun yeni oluşan çoğulcu kültür ve etnik yapıya sahip toplumları yeni sorunlar ve çatışmalarla baş başa bıraktığı görülmektedir. Ülkeler ve bölgeler arasındaki acımasız rekabet, ticaret savaşları, yer, ülke değiştiren sermaye ve ‘kaçan fabrikalar’ zaten göreceli yoksul kesimleri daha güvensiz kılmıştır. Daha da önemli ‘kırılma noktası’, sınırsız küreselleşme ve liberalleşmeden yararlanan kesimler ile bu dinamiklerin kendi lehlerine sonuçlar doğurmadığını gören toplumsal kesimlerin çatışmaya başlaması olmuştur. Bu iki kesime değişik etiketler yapıştırmak mümkün olmakla birlikte FES’in siyasal analizcisi Dr. Ernst Hillebrand bunları ‘tek bir yerde olabilenler’/ ulusalcılar (somewheres) ve ‘herhangi bir yerde olabilenler’/ uluslararasıcılar (anywheres) olarak betimlemektedir. Aynı zamanda, birinci kesim, küreselleşmeden olumsuz etkilenenler, ikinci kesim ise küreselleşmeden yararlananlar olarak tanımlanmaktadır. Dr. Hillebrand, Avrupa’daki çoğu sosyal demokrat partileri kararsızlıkla suçlamakta ve onları birbirinden hızla ayrılmakta olan iki buz parçasının üzerinde, her bir bacakları birer parçanın üstünde, düşmeyi ve boğulmayı beklerken resimlemektedir. Onun önerisi, SD partilerin bir an evvel karar vermeleri ve tercihlerini ‘tek bir yerde olabilenler’ yönünde kullanmalarıdır. Böylece, SD kendi öz değerlerine dönmüş olacaktır. Bu tercih, aynı zamanda stratejik olarak da zorunludur. Zira, kendilerini ‘sahipsiz’ ve korunmasız hisseden SD sempatizanlarının, kolaylıkla sağ veyahut sol aşırı kesimlerin ağına düşmeleri mümkündür. Avrupa’da şu anda olan da budur! Fakat, bu temel tercih yapıldıktan sonra da iş kolay değildir. Çünkü, bir anlamda, her şeye yeniden ve ‘yerelden’ başlamak gerekmektedir. Eski köklere, çok değişmiş bir küresel ortamda, yeni boyutlar kazandırmak, yeni ‘ağlar’ kurmak, yeni kamusal alanlar açmak ve sosyal demokrat ilkelerle ‘küresel değerleri’ buluşturmak gereklidir.

Yukarıda belirtilenlerin büyük bir bölümü Türkiye için de geçerlidir. Diğer taraftan Türkiye’nin önemli kalkınma sorunları ve aşırı merkeziyetçi yapının sürmesi gibi ek güçlükleri de bulunmaktadır. Ayrıca, sosyal demokrasinin evrensel ilkelerinin geçerliliği, yerel yönetim dahil her alanda ülke, yöre düzeyinde hayata geçirilecek sosyal demokrat politikaların, uygulamaların o yerlerin koşullarına göre belirli farklılıklar göstermesi gereğiyle kuşkusuz çelişmez. Bu tür farklılıkların varlığı tarihsel faktörler, politik sistemin kademeleri gibi pek çok unsura bağlıdır. Diğer Avrupa ülkelerinde yerel yönetim alanında ilkeler düzeyinde önemli ölçüde yakınsama gerçekleşirken kurum türleri arasındaki farklılıklar sürmektedir. Türkiye’de geçerli olacak sosyal demokrat yerel yönetim politikaları evrensel ilkeler içinde ülkenin, bölgelerin, yörelerin, köylerin, kentlerin özgün koşullarında ortaya çıkan ihtiyaçlardan hareketle ve dünya koşullarını da yeterince dikkate alarak gelişme sağlamayı hedeflemek zorundadır. Bu süreçte yerel yönetim-yerel siyaset alanlarında sağlanacak performanslar iç içe gelişecektir.

Şimdi, bu çerçevede, Türkiye için, bazı politika önermelerinde bulunabiliriz.

Seçilmiş alanlarda politika önermeleri

  1. Demokrasinin geliştirilmesi ve derinleştirilmesi

Politika yapmayı yalnızca “politikacılara” bırakan temsili demokratik yapı yerine; halkı, bireyi, örgütlü ve örgütsüz sivil girişimi kapsayan bir demokratik hareket için sosyal demokrat bir yerel yönetim düzeni büyük olanaklar sağlayacaktır. Ayrıca, Türkiye’deki son anayasa ve rejim değişikliğiyle oluşturulan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi (CHS), kuvvetler ayırımını fiilen ortadan kaldırarak ciddi bir denge-denetleme boşluğu yaratmıştır. Bu durumda, yerel düzeyde, aktif yurttaşlık aracılığı ile, bu boşluğun kısmen giderilmesi gerekmektedir. Bu yönde gösterilecek gayretler, aynı zamanda, yerel demokrasiyi güçlendirecektir.

Mahallenin örgütlenmesi: Belediye Kanunu, mahalleyi bir alt birim olarak tanımlamaktadır. Bu tanım içinde, mahallede oturanların kendi çevrelerine ilişkin sorunlarda, eğitimden imar planına, yoksullara yardımdan sağlık hizmetlerine kadar değişik toplumsal hizmetlerde örgütlenmesi ve karar alma mekanizmasına müdahale etmesi sağlanabilir. Bunun için, mahalle kurulları oluşturulabilir. Nitekim, bazı belediyeler (Bursa Nilüfer, Eskişehir Odunpazarı) uygulamaya geçmiştir. Mahalle dayanışması içinde son zamanlarda -özellikle büyükşehirlerde- hızla artan hırsızlık ve kapkaççılık gibi sorunlar çözümlenebilir. Nitekim, geçmişte Türkiye’de başarıyla uygulanan mahalle bekçiliği kurumu yeniden canlandırılmıştır.

Sivil toplumun katılımı ve işbirliği: Yerel yönetimlere ilişkin yeni yasalar (2003-2008 döneminde çıkan 5393, 5216, 5302 ve 5018 sayılı ve diğer ilgili yasalar) belirli eksikliklerinin yanında yönetişim anlayışı ile bağlantılı olarak kamuda açıklık, saydamlık, hesap verilebilirlik ve katılımı sağlamak açısından yararlı olabilecek özelliklere sahiptir. Sayılan bu özellikler, klasik kamu yönetiminden yönetişim yaklaşımına geçileceği anlamına gelmektedir. Bu çerçevede demokratik yönetişim anlayışını yerleştiren iki mekanizma vardır. Bunlardan birincisi, yerel yönetim meclislerinin kurdukları ihtisas komisyonlarına sivil toplum ve üniversite temsilcilerinin katılımına olanak sağlayan düzenlemedir. İkincisi ise, kent konseyinin kurulmasıdır. Yasa, göreli olarak ileri bir adım atarak yerel sorunların öncelikle kent konseyinde görüşülmesine olanak veren zorunlu bir katılım mekanizması yaratmıştır. Bu hükümler, yasada yer almalarına rağmen, hem çeşitli düzeylerde kamu görevlilerinin isteksizliği hem de sivil toplum tarafından yeterince bilinmedikleri için yürürlüğe konamamıştır. Yerel yönetim yöneticileri de katılım konusunda istekli davranmamaktadırlar. Bu konuda eğitim yoluyla duyarlılık sağlanmalı ve kent konseyleri yaygınlaştırılmalıdır.

Bu katılım mekanizmalarını gerçekten çalıştırarak demokrasinin nimetlerinden daha geniş kitlelerin ve toplumda sesi daha az duyulan grupların yararlanması sağlanabilir. Böylece, yolsuzluklardan uzak ve halk için verimli biçimde çalışan bir yerel yönetim anlayışını Türkiye’de yerleştirme doğrultusunda önemli adımlar atılmış olur.

Yasalar, sivil toplumun karar mekanizmasına katılımını sağlayan kanallar yanında, yerel yönetimlerin sivil toplumla işbirliğini olanaklı kılan hükümler de getirmiştir (Örneğin; Belediye Kanunu, Madde 75. c). Yasaların bu hükümleri de henüz uygulamaya yeterince konulamamıştır. Oysa ki, özellikle özürlüler, yaşlılar, kadınlar ve çocuklar için pek çok proje sivil toplum öncülüğünde gerçekleştirilebilir. Sivil toplumu bu alanlarda çalışmaya özendirecek ve destekleyecek politikalar geliştirilmelidir. Şimdilik, Kent Konseyleri’nin ilgili meclislerinde sınırlı bazı çalışmalar yapılmaktadır.

Meclislerin etkin çalıştırılması: İl özel idareleri ile belediyelerde meclisler çeşitli denetim araçlarıyla donatılmıştır. Meclisler, bu yetkileri kullanarak yerel yönetim etkinliklerini izleme, gözetleme, bilgi alma ve hesap sorma görevlerini etkin biçimde yerine getirebilirler. Siyasi partiler, yerel meclislerdeki temsilcilerini bu alanda en kısa zamanda eğitimden geçirmelidir. Bu çerçevede uzmanlık komisyonlarının gerçekten uzman, bilimsel temele dayalı ve tarafsızca çalışan kişilerden yararlanması ve bu amaçla bu nitelikte bağımsız teknik kurullar oluşturulması gerekir. Su, atıklar, enerji, çevre gibi alanlarda bu teknik kurulların görüş ve katkılarına özellikle ihtiyaç bulunmaktadır.

2. Yerel yönetimlerin ekonomik ve sosyal gelişme ve kalkınmadaki rolü

Yerel yönetim yasaları, yerel yönetimleri yalnızca yerel halkın günlük sorunlarını çözen ve su, kanalizasyon, yol gibi temel altyapı gereksinmelerini karşılayan bir anlayıştan daha ileri bir anlayışı kabul etmiştir. Böylece, en azından yasa metinleri çerçevesinde, yerel yönetimler gelişme ve kalkınma yetkileriyle donatılmış ve özellikle kentler gelişme ve kalkınmanın motoru haline getirilmiştir. Bu değişim, hem dünyadaki gelişmelere uygundur, hem de merkezi yönetimin azalan rolünün bıraktığı boşluğu doldurmaya yarayacaktır. Bu potansiyel özellikle küresel düzeyde gelişen Bilgi Ekonomisine dönüşümü başarma perspektifinde yeni bir önem kazanmıştır ve bu doğrultuda değerlendirilmelidir. Bu, yerel düzeyden tüm ülkeye kadar geleceğin hazırlanması bakımından gerekli hale gelmiştir.

Yasaların yerel yönetimlere verdiği “ekonomi ve ticaretin geliştirilmesi” görevi, önümüzdeki dönemde yerel yönetimlerin yeni politikalar oluşturma ve izlemelerini gerekli kılacaktır. İl özel idareleri ile belediyeler, stratejik plan ve çevre düzeni planı hazırlama zorunluluğu karşısında kalkınma konularıyla ilgilenmeye başlamıştır. Nitekim, bazı Cumhuriyet Halk Partili belediyeler (İzmir Büyükşehir, Aydın Büyükşehir, Seferihisar), kent-kır bütüncül planlama mantığıyla, tarım kesimini örgütlemeye ve ürün satın alma garantileriyle, üreticiyi desteklemeye ve kentlinin sağlıklı gıda ihtiyacını karşılamaya başlamışlardır

Yerel kalkınma konusunda özellikle belediyelerimiz, tıpkı merkezi idare gibi, kalkınmayı özendirecek önlemlerle donatılmış bulunmaktadır. Nüfusu 10 000’i geçen belediyeler turizm, sağlık, sanayi ve ticaret, ve eğitim alanlarında girişimcilere özel teşvikler sağlayabilecektir.

Kalkınma konusunda ulusal hedeflerle yerel öncelikler arasındaki çelişkiyi ortadan kaldırma hedefi ile de bağlantılı bir mekanizma olarak 26 bölgede kurulmuş Kalkınma Ajansları yerel kalkınmanın hızlandırılmasına katkıda bulunabilecek bir adımdır.

Yerel kalkınma alanında önemli bir fırsat da yerel üniversitelerin kapasitelerinden yararlanmaktır. Yerel yönetimler, yerel özel sektör ve üniversiteler arasında işbirliği olanakları araştırılmalı ve yerel araştırma projelerine kaynak sağlanmalıdır. Yerel yönetimlerin yöneticileri bu alanda eğitilmeli ve özendirilmelidir.

3. Eğitime katkı

İç göç dolayısıyla, belli bölgelerdeki büyük kentlerde ortaya çıkan nüfus yığılması, eğitim alanında büyük ek sorunlar yaratmaktadır. Özellikle okul ve derslik yetersizliği bazı kentlerde ikili eğitimi ve kalabalık sınıfları adeta normal eğitim haline dönüştürmüştür. İlköğretimde eğitim kalitesinde AB standartlarına yaklaşabilmek için öncelikle okul altyapısı, eğitimin kalitesi, spor salonu, kütüphane, bilişim teknolojisinden yararlanma gibi konularda çok hızlı adımlar atmak durumundayız. Bu konularda okul aile birlikleri, veliler ve eğitim odaklı sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği yapılmalıdır.

Eskiden, yerel yönetimler okul binası yapımı gibi alanlarda görevli değillerdi. Bu nedenle, belediyeler okul yapımına elverişli alanları daha fazla rant getirecek tesislerin kullanımına sundular. Yeni yasayla belediyelerin okul binası yapma ve donanım sağlama konusunda görev üstlenmeleri özellikle büyük kentlerde ilköğretimde karşılaşılan zorlukların kısa dönemde çözümünü kolaylaştırabilir. Ne yazık ki, kamuoyu, belediyelerin bu yeni yetkilerinden yeterince haberdar değildir. Belediye sınırları içinde yol, su, kanalizasyon ve çöp toplama hizmetlerinin en kıyı semtlere kadar yaygınlaştırılmasını sağlayan demokratik taleplerin, okul yapımı konusuna yönlendirilmesi gerekmektedir. Belediye meclisi ve başkanlarının bu konulara eğilmesini sağlayacak bir programa ivedilikle ihtiyaç vardır.

Ayrıca, yerel yönetimler mesleki eğitimde etkili bir katkı sağlayabilir. Bazı sosyal demokrat belediyeler ‘halk eğitimi’ alanında başarılı çalışmalar yapmaktadır. Bu uygulamalar yaygınlaştırılmalıdır. Çünkü, Türk toplumunun yaklaşık % 28’i ne formel eğitim sistemi, ne de istihdam sistemi içindedir.

4. Sosyal gelişme

Yasalar, yerel yönetimlerin kadın, çocuk, özürlü, yaşlı ve düşkünlere özel hizmetler sunmasını sağlayacak yetkileri vermiş bulunmaktadır. Ayrıca bu alanda diğer kamu kurumları, sivil toplum ve gönüllü katılımı sağlayan özel hükümler de yer almaktadır. Yoksullukla mücadeleyi etkin hale getirecek bir yerel sosyal hizmet politikasının belirlenmesi ve uygulanması öncelikli alanlardan birisidir. Sosyal hizmet konusunda kamu, yerel yönetim, özel sektör ve sivil toplum arasında işbirliği yok denecek kadar azdır. Yerel sosyal hizmet politikası, bu işbirliğini sağlamayı ve bu alandaki hizmet sunumunu hızla arttırmayı gerçekleştirmeye destek olacaktır. Sosyal demokrat belediyeler, sosyal politikaları ‘kentli haklar’ çerçevesinde, yaygın şekilde uygulamalıdır.

5. Kadın hakları

Kadın haklarının ve kadın erkek eşitliğinin savunulması yerel yönetim düzeyinde de hayata geçirilmesi gereken temel bir ilkedir. Bu doğrultuda benimsenecek politika ve önlemlerden bir bölümü şunlar olabilir: Kadınların ve kadın sorunlarının yerel meclislerde temsili ve kadın örgütlerinin yerel kararlara katılımının sağlanması; toplumsal cinsiyet eşitliği yaklaşımını benimseyen hizmet sunucu personel yetiştirilmesi; Stratejik Planları eşitliği sağlamaya yönelik olarak gözden geçirilmesi ve bütçe ayırımının bu çerçevede yapılması, ulaşım ve kentsel çevre alanında gerekli düzenlemelerin yapılması; kreşler aracılığıyla kadının çalışma hayatına katılımının desteklenmesi ve kadınlara yönelik şiddetin önlenmesi için sığınma evleri, danışma merkezleri açmak.

Tüm bunların başarılması için öncelikle kadınların yerel yönetimlerde yeterli sayıda temsil edilmesi gerekir. Şu anda belediye meclisi üyelerinin yalnızca yüzde 2.5’u kadındır; 1400 belediye başkanlarından yalnızca 39’u kadındır. Bu sosyal demokrasi açısından kabul edilemez bir durumdur. Yerel yönetim seçimlerinde, kadınlar için bu aşamada 1/3 oranında ve fermuar uygulamalı bir kota sistemi benimsenmelidir.

6. Kültür ve sanatın desteklenmesi

Yerel yönetimler, İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyükşehirler dışında kültür ve sanatın geliştirilmesi alanında “geleneksel şenlik veya festival” düzenleme ötesinde bir faaliyet göstermemektedirler. Son yıllarda kurulan Tarihi Kentler Birliği, kentsel mimari mirasın korunması alanında bilinç oluşturulmasında önemli katkılarda bulunmuştur, ancak bu yeterli değildir. Yine de, şimdilerde, üç büyük kentin dışında da belediyeler kültür merkezleri açmaya başlamışlar ve kültür etkinliklerini çeşitlendirmektedirler.

Sanatın yaygınlaştırılması ve çeşitlendirilmesi alanlarında özellikle belediyelerin eğitilmesini sağlayacak bir programa ihtiyaç bulunmaktadır. Bu alanda aydınların ve sanatçıların öneri ve çabalarını destekleyecek bir kamuoyu yaratılmasına ihtiyaç vardır. Yerel yönetimlerimiz özel yetenekli çocukların yetişmesini sağlayan -İdil Biret ve Suna Kan bunun en iyi örnekleridir- ve halen yürürlükte olan yasayı canlandırıp uygulayabilir.

Kültür ve sanatın desteklenmesi alanında 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti Ajansı iyi bir örnektir. Buradaki çalışmalar öncelikle Büyükşehirlerden başlayarak tüm Türkiye’ye yayılabilir.

Sonuçta, yerel yönetimlerin güçlendirilip etkinleştirilmesi Türkiye’nin ve çağdaş sosyal demokrasinin temel gelişme hedeflerinden biridir. Bu doğrultuda yoğun bir çaba ortaya koymak ve sonuç almak çağdaş sosyal demokrat yaklaşımın ayırdedici özelliklerinden biri olmalıdır. Bu çerçevede yerel yönetimlerin şeffaflığını yakından gözetmek ve birlikte karar alma olanaklarını yaratmak ve zorlamak büyük önem taşımaktadır. Bu talebi yaygınlaştırmaya ve kitleleri bu doğrultuda harekete geçirmeye ihtiyaç vardır. Yerel düzeyde siyasete hareket kazandırmak ve yönetim deneyimi açısından da yarar sağlayabilecek bu olanaklar mümkün olan en yaygın şekilde kullanılıp geliştirilmelidir. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi sürecinde mahalle düzeyinekadar tüm kademelerde karar sürecini de kapsayacak adımlar atılması ve böylece halka yakın mekanda demokratik mekanizmaları geliştirecek bir ilerleme süreci öngörülmelidir. Bu çerçevede kent yönetimlerine katılıma ilişkin yeni düzenlemeler de azami ölçüde değerlendirilmeli ve geliştirilmelidir. Bu süreç bölgesel gelişmenin güçlenmesine ve bu alandaki eşitsizliğin azalmasına da katkıda bulunacaktır. Diğer taraftan genelde yerel gelişmede yerel karar mekanizmalarının etkisinin kapsamlı şekilde artması, ama bunun modernleşmeyi ve özgürlükleri kısıtlayacak sonuçlara yol açmasını önlemek gerekmektedir. Tüm bunların başarılması sosyal demokrat yaklaşımın yerel düzeyde yaygın, güçlü ve etkili olmasına yakından bağlı olacaktır.

*Korel GÖYMEN
Kadir Has Üniversitesi, Sabancı Üniversitesi, İstanbul Politikalar Merkezi
Siyaset Bilimi, Prof. Dr.,
goymen@sabanciuniv.edu