Kenan Kolat – Almanya’da Mülteciler Sorunsalı

portrait-kenan-kolat 2015 yılının ve şimdilerin Almanya açısından en önemli tartışması, herkesin de üzerinde uzlaşacağı üzere, mülteci sorunsalıdır. Bu konunun gerek Alman kökenliler gerekse de Türkiye kökenliler açısından doğru irdelenmesi, popülist ve ırkçı eğilimlere karşı konulacak ilk tavırdır.

Şu ana dek Almanya’ya 1 milyon civarında mülteci geldi. Bu insanların buraya gelme nedenleri üzerinde tartışmak, Türkiye ve diğer ülkelerle ilgili bağlantılarını irdelemek bu yazının konusu değildir. İlk aşamada, bu sonuçtan yola çıkarak mültecilerin Almanya toplumunu -dolayısıyla Türk toplumunu- nasıl değiştirdiğini ve ileride daha da değiştireceğini gözlemlemek gereklidir. Anımsanması gereken bir şey daha var; o da, bu sayıda ya da bu sayıya yakın mülteci 1990’lı yıllarda da Almanya’ya gelmişti.

Küçük bir karşılaştırma yaparsak, o zamanki Şansölye Helmut Kohl ile bugünkü Şansölye Angela Merkel arasındaki fark hemen ortaya çıkacaktır. O tarihlerde CDU popülist ve ırkçı söylemlerle kamuoyu karşısındaydı. Her ne kadar bugün de benzer söylemler dile getirilse bile, Başbakan Merkel’in açık ve net tavrı karşısında bu politikalar cılız kalmaktadır. Bugün bu söylemler, uç sağdaki AfD gibi partiler ve PEGIDA adlı ırkçı ve İslam karşıtı hareketler tarafından dile getirilmektedir. Merkel’in konuyla ilgili politikalarının tamamının doğru olmadığı savunulsa dahi, bu politikanın en azından şu ana kadar toplumda olumlu karşılığının olduğunu görebiliyoruz. Bir yandan ırkçı ve populist söylemler ve mülteci yurtlarına ırkçı şiddet eylemleri gündemdeyken, diğer yandan toplumda mültecilere karşı belki de beklenmedik bir yardımseverlik ve ırkçılık karşıtı bir tavır vardır. Türk kökenlilerin canlarından edildikleri Hoyerswerda, Mölln ve Solingen felaketleri tabii ki belleklerimizdedir. Zamanın Başbakanı Kohl’ün, gerilimi artırmamak için Mölln ve Solingen’e gitmediği unutulmamıştır. Bugün bu tür yaklaşımın bir karşılığı kesinlikle olamaz. Gelinen nokta farklıdır. 1990’lı yıllardaki ekonomi dünyasındaki sessizlik bugün yoktur. Sanayi ve ticaret odaları, bakanlıklar ve diğer kurum ve kuruluşlar mültecilerin bir an önce Almanca öğrenip iş yaşamına kazandırılmalarını talep etmektedirler. Gerçekten de, gelen insanların iş yaşamına katılımları kanımca büyük önem taşımaktadır. Gerçi bu alanda, gelen insanların başlarından geçenleri daha içselleştirmeden ve yeni yaşama uyum sağlamadan, çok çabuk sonuç alınacağı kanaatini taşımıyorum, ama gelişmeleri yine de olumlu olarak görmek gerekli.

Geçmişten ders alarak bugüne bakmak

Print Bu istatistikten görüleceği üzere, Almanya’ya net göç 2000’li yıllarda neredeyse sıfır noktasına gelmiştir. Bu sayı, bu yıl ve önümüzdeki yıllarda artacaktır. Yaşlı nüfusa sahip Almanya’nın, uzmanlara göre, yıllık net 500.000 insana gereksinimi olduğu ortaya konulmaktadır. Yani yukardaki kırmızı eğri yukarı çıkmalıdır. Bunun da şu aşamada mültecilerle karşılanacağı görülmektedir. Ancak gelen mültecilerin eğitim durumlarıyla ilgili elimizde net bilgi bulunmamaktadır. Kalifiye olanların yanı sıra hiçbir eğitimi olmayan ve ağırlıklı olarak erkek olan bir insan kitlesinin entegrasyonlarının nasıl sağlanacağı büyük tartışmaları gündeme getirmektedir.

Eski zamanları, 1990’lı anımsarsak toplumsal tepkilerin nelere yol açtığını gözümüzün önüne getirebiliriz.

Der Spiegel gibi Almanya’nın en önde gelen haftalık dergisinin bu konuda karnesi kırıktır. 1992 yılındaki bu kapakta görüldüğü üzere “İltica – Politikacılar Beceremiyor” diye başlıklarla ortalığı kızıştırıyordu.

Bugün Almanya’da yine evler yanıyor; mülteci kamplarına saldırılar bizleri düşündürüyor. Çünkü 1938’de de evler yanmış, o zamanlar sinagoglar yakılmıştı. Ardından olanları hepimiz biliyoruz. 1992 yılında ise Rostock, Hoyerswerda’nın ardından Mölln ve Solingen gelmişti. Türk toplumunun bu konuda oldukça yaralı olduğu kesin; ama duyarlı mı, ona çok olumlu yanıt vermek zor sanki.

Türklerin Almanya ile bağlarını sarsan olaylardan ilki 1980’deki vize olayıdır, ardından 1992/93 dönemindeki sonu ölümlerle sonuçlanan Mölln ve Solingen cinayetleri, 2000 yılındaki Alman vatandaşlığının kaybına yol açan düzenleme ve en son da NSU cinayetleridir. Bu olaylar Türklerin, içinde yaşadığı toplumdan uzaklaşmasına ve onları yabancılaştırarak kendi kabuğuna çekilmelerine yol açmıştır.

1990’lı yılların politikacılarının önemli bir bölümü -aynen şimdi olduğu gibi- ırkçı hareketleri küçümsemiş, hatta onlarla diyalog kurarak ikna edebilecek kadar gaflete düşmüşlerdir. Oysa ırkçı söylemlerin temel yaklaşımı hep aynıdır: Kendini üstün görme; ötekini aşağılama; kendi özelliklerinin ötekilerin özelliklerinden farklı, üstün ve değişmez olduğuna inanma ve bunlardan yola çıkarak ötekini yok saymadır. Bu temel düşünce tüm olaylarda yinelenmekte olduğu halde toplumsal kesimlerde bu olgu hala yeterince anlaşılmamıştır.

kolat Irkçılıkla mücadelenin, karşındakini anlama ve onu ikna ile olmayacağı aşikardır. Bu gerçeklik bilinmektedir; ancak sanki bilinçli olarak unutulmakta, hatta unutturulmaktadır. Irkçılarla konuşacak birşey yoktur, olamaz. Bu konuda kesin ve net olunmalı, kararlı tavır alınmalıdır. Almanya toplumu mültecilerin Almanya’ya gelmesiyle daha önce rastlanmayan bir dayanışma gösterdi. Ancak toplumdaki ırkçı ögeler yine kendi kanallarını açtılar, açmaya devam ediyorlar. Şimdi “dur“ denilmezse yine aynı olayları yaşamak zorunda kalırız.

1990’lı yıllarda “göçmen akını“ kavramı kullanılarak anayasa değiştirildi. Bir anlamda iltica hakkı kullanılamaz hale geldi. Yabancılar Yasası“nda sertleştirmeler yapıldı. Bu kez de yine İltica Paketleri adı altında aslında genelde göçmenlere karşı yasal düzenlemeler yapılıyor. Sınırdışı etmeler kolaylaştırıldı. Bu, Almanya‘daki göçmenleri de etkileyecek. Toplum yine “biz ve onlar“ diye ayrıştırılıyor. Bu çok tehlikeli gidişe “dur“ demek zorunludur. Eğer yine göçmenlere ilişkin ölüm haberleri duymak istemiyorsak, onların da bu toplumun ve demokratik sistemin parçası olarak karşı harekette yer almamız gerekli hatta zorunludur.

Almanya’daki Türkiye kökenliler açısından konuya bakınca kimi konuların iyi tartışılması gerekiyor. Türk toplumunda da mültecilere karşı beklenenin üzerinde bir destek ve empati görülüyor. Mülteci konusunun öne çıkması, yerleşik göçmenlerin konularını bir süre geriye atacak. Yerel seçim, çifte vatandaşlık hakkı ve katılım konuları gündemden şu ara çıkmış durumda. İslam, Müslümanlar, terörizm konularının daha çok gündeme geleceği anlaşılıyor. Özellikle laik/seküler kesimin bu konularla ilgili olarak daha etkin olmalarının gereği ortadadır. İslamla ile ilgili teolojik değil, ama toplumsal tartışmaların içinde mutlaka bulunulmalıdır.

*Kenan KOLAT
Almanya Sosyal Demokrat Partisi
Eski Parti Yönetim Kurulu Üyesi
info@kolat-beratung.de