climate_change_home

Kadriye SEZGİN – Birlikte Yaşam Örgütlenmelerinin İklim Krizine Etkileri

Kadriye SEZGİN
Mimar
kadriyesezgin27@gmail.com

1. Değişen ben ve biz kavramı

Bugün tüm küresel ilişkilerde ulusal sınırları aşan etkileşimlerin belirleyiciliği giderek artmakta, dünyayı kat eden kültürel koridorlar ve göç akımlarının etkisiyle ulus ötesi topluluklar oluşturulabilmekte, kişiler arası katı bağların yerini akışkan bağların aldığı görülmektedir. Günümüz toplumu hızlı ve kapsamlı bir çözülüş sürecini deneyimlemektedir. Sosyal gerçeklik hızla yıkılıp, yeniden kurulmakta, genel toplumsal evren dramatik biçimde akışkanlaşmaktadır.

Bireyler artık salt ulus, aile, cemaat gibi istikrarlı kurumların birer üyesi değildir. Bireyin böylesi yapıların bağlayıcılığından azade kalması, kısa vadeli ilişkilere dayalı yaşam tarzlarına yönelmesine sebep olacaktır. Esas olan, geçmişle irtibatını koparıp yeni durumlara adaptasyondur.

 Kimlik, toplumsal bir evrende oluşup şekillendiğinden, sosyo-kültürel yapılarla doğrudan ilintilidir. Bu nedenle içinde yer aldığı kurumsal evren, kimliğin ana referans bağlamını oluşturur. Bu evrende yaşanan değişimler ve dönüşümler kimliğe yansır.

Bütünlüklü ve tutarlı kişilik yapılarını besleyen, insanlar için anlam kaynağı olan yerleşik toplumsal yapıların çöküşte olduğu günümüz toplumu, “biz”i yok sayıp, “ben”i kurumsallaştırmaktadır. “Ben“ odaklılığın yükselen değere dönüşmesi ise, beraberinde büyük riskler/patolojiler getiriyor. (EK-1)  (https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/715487)

Küresel ısınma ve iklim değişikliği ile mücadelenin kazanılması; önce bireylerin, sonra da toplumların farkındalık düzeyinin artmasıyla doğru orantılıdır. Çünkü tüm doğal varlıklar kendi başlarına evrensel bir değere sahip oldukları için saygıyı hak etmektedirler.

Yaşanan pandemiyi ve iklim krizini tıbbi ve teknik yönü dışında bir de yukarıda alıntılanan akademik çalışmadan derlediğim sosyolojik bilgilerle değerlendirmek gerekir. Bahse konu kişiler arasındaki akışkan bağları, toplumdaki çözülüşü, toplumsal evrenin akışkanlığını bir fırsata dönüştürmeli; geçmişle irtibatını koparıp yeni durumlara adaptasyonu fırsat kabul ederek, bu evrendeki değişimleri ve dönüşümleri sürdürülebilir yaşam örgütlemelerine dönüştürüp bunun etkilerinin kimliklere yansımasını sağlamalıyız. Yani kısaca “biz” olmayı örgütlemeliyiz.

2. Barınmanın tek başına kuruluğu ve yetersizliği

Barınmanın anlamına baktığımızda, “Yerleşmek, yaşamak için uygun şartlar bularak oturmak” öncelikli sırada geliyor. Ancak “Çevresiyle uyumlu, dirlik içinde yaşamak” da anlamları arasında… Çünkü tarih boyunca toplumlarda yerleşme ve çevresiyle uyumlululuk konusunda çok büyük gelişmeler görüyoruz. Tarih boyunca insanlar, yaşama uygun şartları sağlayan bir yer bulup yerleşmiş ve sonra da üretimi örgütleyerek yaşamı sürdürmenin yollarını örmüşler. Avcı-toplayıcılıktan yerleşikliğe geçişi sağlayan da üretim, depolama ve ticaretti. Yani tarihte en mutlu topluluklar bana göre kendi istihdamını gerçekleştiren, üreten ve değerlerini dönüştüren (takas, ticaret, paylaşım) yerleşik topluluklar olmuştur.

Mülk anlayışı da, „Barınak+ Üretim+ Ticaret“ üçlüsünün birleşmesiyle dünyada sistematik bir değer haline gelmiş ve çağımıza kadar bu geçerli olmuştur. Ancak sanayi devriminin etkisi ile yaşanan sosyolojik ve toplumsal değişiklikler, hak dağılımındaki değişen dengeler mülk edinme haklarının yaygınlaşması ve istihdam alanlarının genişlemesi ile bu üçlü bağımsız birer değer haline gelmiştir. Geçmişte mülk sahibi olanların yaşadığı, diğerlerinin köle, işçi ve insanca olmayan bir ortamda yaşamaya çalıştığı bir düzenden çıkan insanoğlu kendini, sanayi toplumunda mülk değerlerinin ayrışmasıyla biraz daha mülk edinen insan topluluklarının arttığı ancak üçlü anlayışın bağımsız değer olduğu durumda da sahip olmadığınız değerler için ciddi bir sömürü sarmalında dönüp durulan bir sistemin içinde buldu.

Barınmayı mülk edinerek çözebildiyseniz yaşamınızı devam ettirebilmek için işe ihtiyacınız var. Bunun için eğer iş sahibi değilseniz bir iş kolunda çalışmanız gerekiyor. Ancak haklar anlamında günümüzde uluslararası kanunlar, kurumlar her ne kadar koruma sağlamaya çalışsa da sosyal adalet kavramı evrensel olarak ciddi anlamda ihlal edilmekte. Günümüz devletleri standartları sağlamaktan çok uzak.

Barınma ve iş sorununu çözebilenler tüketim açısında da ticaretin sahibi olamadığı durumlarda hiçbir söz haklarının olmadığı her türlü manipülatif fiyat anlayışını kabullenerek hayatını devam ettirmek zorunda kalıyor. Adaletsizliğin en büyüğü, yapı ve üretim alanından çok ticaret ağlarında yaşanıyor. Aracılar, borsacılar, dağıtımcılar, kriptocular   dünyayı yönetiyor.

Tüm bundan kurtulmanın yolu organik dayanışmacı toplumlar geliştirmektir. Durkheim’e göre iş bölümünün ve farklılaşmanın gelişmiş olduğu modern toplumlarda organik dayanışma ortaya çıkar. Bu bizi ilk bölümde anlattığım “biz” olmayı örgütlemeye ve birlikte „sürdürülebilir yerleşimleri“ oluşturmaya götürür. Sürdürülebilir erleşim derken ne kastettiğimi şöyle anlatayım: Ana fikir ortaklaşma… Yönetimsel ortaklaşma.

*Mülkiyet hakkının ortaklıklar ile  birleştiği,

*Stabil, güvenli ve sağlıklı yapıların üretildiği

*Sadelik, konfor ve doğallığın gözetildiği

*Üretilebilir tüm ürünlerin üretimini yapan,

*Üretimi ürüne dönüştüren, türeten

*Çıktı ürünlerin artı değere dönüşümünü sağlayan,

*Kendi istihdamını gerçekleştiren,

*Kendi iş gücü kaynaklarını önceleyen

*Yaşam sürerken her yönüyle üretimin içinde olmayı kolaylaştıran

*Zayıf unsurların desteklenmesini sağlayan

*Sosyal inovasyonu hayatın her alanına katan

*Kendi su kaynaklarını sağlayan,

*Kendi enerjisini üreten,

*Atık dönüşümünü maksimum yapan,

*Yerelliğin malzeme seçiminde her zaman öncellendiği,

*İnternet, telefon hizmetlerini ortak sağlayıcılar ile yüksek kaliteli tedarik eden,

*Topluluğun ihtiyaçlarını maksimum düzeyde toptan teminini sağlayan

“ortaklaşma” ana fikrini savunuyorum. Barındığın yerde üretebildiğin, türetip paylaşabildiğin, doğaya saygılı, kaynaklarını kendi imkanlarıyla sağlayan, gelişmeye açık, koruma kültürünü politika olarak benimseyen toplulukların mutlu olacağına inanıyorum.

3. Yaşam kalitesini artıran sosyal inovasyonların paylaşım ve ortaklaşmaya etkileri

Sanayi devrimi ile başlayan kalkınma fikri geleneksel toplumdan kitlesel tüketim toplumuna geçiş sonucu ortaya çıkmıştır. Bu yapı içinde, temel ihtiyaçların eşit şekilde karşılanması ile ekonomik büyüme arasında bir gerilim olmuştur. Son yarım asırdır devam eden kalkınma, adaletsiz olmaya ve olumsuz çevresel etkileri arttırmaya devam etmiştir. Sürdürülebilir kalkınma kavramı, ekonomik olarak temel anlamını korurken, sosyal eşitsizliklere ve çevresel bozulmalara çözüm getirmelidir.

Bugünün ihtiyaçlarını gelecek kuşakların da kendi ihtiyaçlarını karşılayabilme olanağından ödün vermeksizin karşılamaya “Sürdürülebilir Kalkınma” diyoruz. Sürdürülebilir kalkınma, doğal kaynakların korunması, sürdürülebilir ekonomik istikrar ve nesiller arası eşitlik için gereklidir. Sosyal eşitlik, sağlık ve eğitim ihtiyaçlarının yerine getirilmesi ve katılımcı demokrasi, gelişmenin çok önemli öğeleridir ve sürdürülebilirlikle yakından ilişkilidir.

Sosyal hizmetin, bireyleri kendi kararlarını kendileri verebilecek ve yaşamlarını yönetebilecek düzeyde güçlendirerek, bireydeki değişimi yaratma sorumluluğu vardır. Bir toplumda sosyal inovasyon sosyal hizmetin “uygulama alanı” aracılığı ile gerçekleşir. Bu alandaki kullanılabilecek inovatif yöntemler hizmetin kalitesini ve kapsamını doğrudan etkileyecektir.

Sürdürülebilir kalkınma hedefini başarmak için önemli bir araç olan sosyal hizmet ve sosyal inovasyon arasında önemli bir ilişki vardır. Sosyal inovasyon yeni fikirler, yeni stratejiler ve uygulamaları içeren bir süreçtir. Sosyal hizmet ise sosyal refaha ve sürdürülebilir kalkınmaya giden yolda eylemlerde bulunarak sosyal kalkınmayı desteklemektedir.

Nihai amacı toplumda yaşayan her bireyin yaşam kalitesini iyileştirmek olan sosyal hizmet bilimi ve mesleği bireylerin sosyal işlevselliğini artırmayı hedefler. Küreselleşen dünyada sosyal sorunların çeşitliliği arttıkça sosyal hizmet mesleğinin de bu sorunlara çözüm üretmek ve müdahale etmek için yenilikçi/inovatif yöntemler uygulama ihtiyacı artmaktadır. 

İnovasyon düşüncesi, “iyi” bir toplum yaratmayı hedeflemektedir. (EK-2) (https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/153098 )

Sürdürülebilir yerleşimler oluşturabilmenin ana unsuru sürdürülebilir ilişkiler kurmaktan geçer. Bunun için gerekli olan eşitlik, adalet, hak dengesini ortaklaşma ve paylaşımın her alanına sürdürülebilir olarak yaymak için teknolojik çözümler geliştirilmesi gerekliliği ortadadır.

4. Birlikte yaşam örgütlenmelerinin iklim krizine etkileri

Birinci bölümde anlatılan “biz” olmayı örgütlemeliyiz fikri, birlikte yaşamın çerçevesine dair 2. ve 3. bölümü tamamlayıcı olarak birlikte yaşamın kuralları yani örgütlenme biçimi de büyük önem taşımaktadır. Burada „yönetim“ demek istemiyorum, çünkü gelecek toplumlarını yönetemezsiniz. Doğru örgütlenme biçimi „yönetişim“dir. Yönetişimin farkını şöyle ortaya koyabiliriz:

“Yönetim işin doğru yapılması ise, yönetişim doğru işin belirlenmesidir. Yönetim nasıl yapılacağı ise, yönetişim ne yapılacağı, hangi kurallar içerisinde yapılacağıdır.“ (EK-3) (https://genclik.argudenacademy.org/yonetisim-nedir)

Günümüzde yaşanan tüm çevre sorunları, hak-adalet eşitsizlikleri karar mekanizmalarının tekilliğinden, yönetim anlayışından kaynaklanmakta… Ancak pandemi ve iklim krizi de gösteriyor ki bu sürdürülebilir değil. İnsanoğlu bireysel ve en küçüğünden en büyüğüne -topluluk olarak veya toplumsal olarak- ileriye doğru yapacağı tüm yatırım, plan ve projelerinde, hatta günlük yaşamını sürdürürken evrensel sürdürülebilirlik ilkelerinin tümüne uygun hareket etmelidir. Bireysel olarak alacağımız uyumluluk kararları her ne kadar kendi yaşam dairemiz içerisinde geçerli olsa da bunu “biz” örgütlenmelerine dönüştürmemiz etkiyi daha da büyüteceğinden, sürdürülebilir yerleşimler örgütlemeliyiz. Bu tür birlikte bilinçli birliktelikler çoğaldıkça olumlu etkileri de giderek çoğalacaktır. Ülkelerin ve yöneticilerinin yönetim anlayışları ile bu durumun üstten bir etki ile düzelmesini ve dünyanın iklim krizine etkilerini azaltmayı bekleyemeyiz. Durum ortadadır. Alttan etki alanını genişleterek, yönetişim örneklerini çoğaltarak üst yönetim anlayışının değişimini ve yönetişime dönüşümünü zorlamalıyız.

5. Türkiye‘nin sürdürülebilir yaşam dinamiklerini harekete geçirecek kamusal politikalar

Avrupa Birliği (AB)’nin çevre politikası, “kirliliği ortadan kaldırmayı, azaltmayı ve önlemeyi, doğal kaynakların, ekolojik dengeye zarar vermeyecek biçimde kullanılmasını temin ederek sürdürülebilir kalkınmayı sağlamayı, çevresel zararın kaynağında önlenmesini ve çevreyi korumanın diğer sektörel politikalarla entegrasyonunu güvence altına almayı amaçlamaktadır.”

Paris anlaşmasını ülke olarak henüz TBMM onayladı. Bu demektir ki, bugüne kadar iklim krizi açısından toplumsal kamu destekleri bizim ülkemizde maalesef yok. Oysa ki ülkemiz, çevre kirliliği ve karbon salınımı açısından önemli etkilere sahip. Enerji için kömür ve petrol kullanımı gibi en görünür etkilerin dışında atık yönetimimizin çevreci mantıktan çok uzaklığı ve tabii ki en dinamik sektörlerden olan inşaat sektörünün maksimum bilinçsizlikle yatırım ve uygulama biçimleri, ülke bazında dönüşümden uzaklığımızı göstermektedir.

Türkiye’de her yıl yeni konut talebinin yaklaşık 600 bin mertebesinde olduğu söylenmektedir. Genel enerji tüketiminin yaklaşık % 26’sı konut ve hizmetlerde kullanılmakta olup, konutlardaki enerji tüketimi iyileştirmeleri bütün üzerinde büyük etki yapacaktır. Mikro boyutta konut kullanıcıları tasarruflu, konforlu ve çevreye duyarlı enerji etkin bina ve sürdürülebilir yerleşme birimlerini tercih edeceklerdir. Makro boyutta enerji etkin binaların ve sürdürülebilir yerleşme birimlerinin artışı ile ülke bazında ithal kaynaklı enerji tüketimi dolayısı ile cari açık azalacaktır. (EK-4) ( http://www.ggaistanbul.com/1-gayrimenkul-gelistirme-ve-surdurulebilirlik-yayinlar )

4. bölümde anlattığım alttan etki alanını genişletmek adına “biz” örgütlenmelerine yani sürdürülebilir yerleşimlere teşvik bu durumda en önemli kamusal politika olarak görülebilir. 3. bölümde ayrıntılarını verdiğim, doğaya uyumlu yapılar ile barınma imkanı sağlayan, temiz enerji kaynaklarını kendi içinde çözebilen, atık çıkarmayan, su yönetimi yapan, üretim, istihdam ve hatta ticaretini kendi içinde yapabilen, sürdürülebilir yönetişim fikirleri desteklenmeli, fon ve kaynak oluşturulmalı, hayata geçirilerek etki alanı büyütülmelidir.

Ek-1: Akışkan Toplumda Kimlik İnşası: Geçişken, Eklektik, Ben Odaklı Kimlikler

Süleyman İlhan

(https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/715487)

Ek-2: Sürdürülebilir Kalkınma İçin Sosyal İnovasyon ve Sosyal Hizmet İlişkisinin Değerlendirilmesi

Emine Özmete

**Prof. Dr., Ankara Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Sosyal Hizmet Bölümü

Fulya Akgül Gök

**Arş. Gör.

(https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/153098)

Ek-3: Argüden Yönetişim Akademisi Gençlik Ağı

(https://genclik.argudenacademy.org/yonetisim-nedir)

Ek-4: Gayrımenkul Geliştirme ve Sürdürülebilirlik

(Hülya Uğuz Yedievli)

(http://www.ggaistanbul.com/1-gayrimenkul-gelistirme-ve-surdurulebilirlik-yayinlar)