Julia Borggräfe,
Saskia Esken[1]
[1] Julia Borggräfe; Federal Çalışma ve Sosyal İşler Bakanlığı’nda “İş Ortamında Dijitalleşme” bölümünü yönetiyor.
Saskia Esken; 2013’ten bu yana Alman Federal Meclis üyesi olup milletvekili olarak hem İçişleri hem de Dijital Gündem komisyonlarında görev yapıyor.* Bu makalenin Almanca aslı Neue Gesellschaft Frankfurter Hefte Dergisi’nde, FES ve SODEV tarafından 2021 yılında SODEV Yayınlarınca basılan Küresel Tartışmalardan Kesitler Perspektifler kitabında ise Türkçe versiyonu yayınlanmıştır.
Günümüzün emek piyasası gözlemlendiğinde, yalnızca biçim ve tarza ilişkin olarak değil talep ve yetkinliklerin farklılaşması açısından da kökten değişimlerin meydana geldiği saptanacaktır.
Dijitalleşme, toplum olarak hepimize meydan okuyor. Bir yandan otomasyon ve internet, belirli etkinliklerde hissedilebilir bir destek sağlıyor ve bu destek robotlar, yapay zekâ sistemleri veya akıllı yönetim platformlarının çağdaş gelişimiyle sürekli yenileniyor. Öte yandan aynı gelişmeler, insan olarak bizim iş yaşamındaki rolümüzü temelinden tartışmaya açıyor: Bize hâlâ ihtiyaç var mı ve varsa niye?
Federal Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın, kalifiye emek piyasası gözlemlerine bakılırsa 2025 yılına değin, yaklaşık 1,3 milyon iş ortadan kalkacak; çünkü bu işleri kısmen veya tamamen makineler yapacak. Buna karşılık bilim insanları, aynı zamanda ortaya 2,1 milyon yeni iş çıkmasını bekliyor. Bunların hem robot yapımı, veri analizi veya 3-D baskı gibi yeni meslek alanlarında hem de bugün kalifiye emek eksikliği çekilen sosyal hizmetler alanında oluşacağı belirtiliyor.
Günümüzde çok sayıda dalda kalifiye eleman eksikliği göze çarpıyor. Bu nedenle en azından şimdilik, yapabileceğimizden çok iş yüklenmiş durumdayız. Her işçi, sözleşme uyarınca kararlaştırılandan ortalama yüzde on üç fazla iş yapıyor; bu da tam gün çalışmanın üstüne haftada beş saat fazla iş demek. Özellikle genç ebeveyn ve bakımla yükümlü aile yakınları, çifte yük ve aile görevleri ile dışarıdaki işleri arasındaki bağdaşmazlık yüzünden zorlanıyor. Yaşamın içinde bir de sivil toplum, siyasi parti veya yerel parlamentolarda iş yüklenmeye yer kalmıyor.
Bu durumda, otomasyon ve dijitalleşme furyasının kendi geçim kaynağını elinden alacağından yakınan kişinin, yukarıda sergilenen yaşam gerçeklerine yabancı kalmakta olduğu öne sürülebilir. Ne var ki iş yaşamındaki gelişmelere yönelik öngörülere göre, pek çok insan, kendinin ve çocuklarının meslek ve geçim durumuna ilişkin güvensizlik duygusu içinde .
Gerçekten bu kadar çok değişim, güven duygusunun sarsılmasına yol açabilir. Gelecek korkusu ve geçim kaygısı aslında anlaşılabilir olup temelsiz de değildir. Geçim sağlayacak iş yaşamının geleceğini düzenlemek ve dönüşüm içinde güvence sağlamak, sosyal demokrasinin görevidir. Önceki endüstri devrimlerinin üstesinden başarıyla gelindi ve yapısal kırılmalar biçime sokuldu. Sosyal demokratlar, teknolojik ilerlemeyi daima sosyal ilerleme yolunda kullandı. Şimdi de önemli olan, doğru soruları sormak ve gerilim ilişkilerini saptayarak doğru biçimlendirme önerileri getirmektir.
Dijital çalışmanın vizyonu
Dijitalleşme, emek dünyasını hangi anlamlı vizyonlara yöneltebilir? Dijital dünyada hangi yetkinliklere gereksinim duyar, bunları başından beri nasıl edinebilir ve daha çok geliştirebiliriz? Toplumsal açıdan bütüncül bir eğitim anlayışını nereye yerleştirmeliyiz? Karmaşık iş süreçlerinde bize eşlik edecek mekanik destek sistemleri nasıl düzenlenmeli? Regülasyon nerede gereklidir?
Çalışma ve iş süreçleri, neredeyse bütün dallarda ve etkinlik alanlarında değişiyor ve daha da değişecek. Üstelik bunun nedeni, yalnızca devreye giren yeni teknolojiler ve öğrenen makinelerin kullanımı değil. Dijital dönüşüm ile çalışma kültürü de temelinden değişiyor. Bu aşamada iletişim ve işbirliğine, yaratıcılığa ve eleştirel düşünceye yönelik isteklilik ve beceri, haklı olarak “21. yüzyılın yetkinlikleri” olarak tanımlanıyor. Bunlar, insanın çalışma süreçlerinde özel roller oynayacak; çünkü bu süreçler içinde biz makinelerden üstünüz ve görüldüğü kadarıyla daha uzun süre de öyle kalacağız.
Öğrenen ve akıllı makinelerle bağımlılık içermeyen bir işbirliği, bunların yapımına temel oluşturan fikri ve işleyiş biçimlerini anlamaktan geçer. Bu türden nitelikli bir anlayışa dayalı işbirliği, bize, veri analizinin kalitesini kabul etme ama yine de kendi deneyimini devreye sokma ve bazı durumlarda insanî içgüdü ve empatiyi makinenin kararından daha geçerli kılma olanağı verir.
Bilgi temelli yardım sistemleri, işe boğulmuş çalışanlara ve ekiplerine karmaşık ve ortak çalışma gerektiren süreçlerde destek sağlar. Bu sistemler bilgi temelli olmalıdır; çünkü bireysel bilgi ve beceriler dikkate alınarak, bireyin nitelik ve deneyimine göre süreç, tam ve anında gereksinim duyulan enformasyonla beslenmelidir.
Dijital dönüşüm, örgütlenme çerçevesinde de radikal bir kültür değişimi gerektirir. Şimdiye kadar çok yaygın olan hiyerarşik yönetim biçimi, buyruk ve kontrole dayalı iken dijital örgütlenmede çabukluk ve işbirliği, gereğinde de yön verici yönetim yetileri zorunludur. İşbirliğine dayalı davranışa kurumsal destek verilmelidir: İşbirliğine alışmak ve onu yerleştirmek için deneyime alan açılmalıdır. Bunu çekici kılmak için de işbirliğini öne çıkaran bir örgüt kültürü gereklidir. Her şeyden önce böyle bir dönüşümün, değişime açıklık ve hazırlığa ve hataları bir tür gelişme fırsatı gibi gören bir hata algısına ihtiyacı vardır.
Çalışma yaşamındaki dijital dönüşüm çerçevesinde işveren için önemli olan, çalışanlarının yeni çalışma koşul ve süreçlerine yeterince erken alışmasıdır. İşveren, bu amaçla, uzun dönemli bir personel stratejisi oluşturmalı ve gelişme, geliştirme için gerekli özgür alanları, bütçeleri ve araç-gereçleri hazır bulundurmalıdır.
Sanayi üretimi: Otomasyon, endüstriyel üretimi çok parçalı hale getirmiş ama insanı bedensel olarak zorlayan işleri üstlenmiştir. Dijitalleşme, kitlesel üretimi geriletme potansiyeline sahiptir; çünkü 3-D baskı gibi dijital biçimlendirme olanağı, tek parça üretimi ekonomik açıdan kabul edilebilir hale getirir. İşgücü yardımcı sistemlerle desteklendiğinde, kitle üretiminin adım adım ilerleyen ve çoğunlukla bıktırıcı olan çalışma süreci, imalatın bütününü bölümlere ayırarak hoşluk içerebilen bir atölye çalışmasına dönüştürülebilir.
Hizmet sektörü: Hizmet sektöründe değer yaratılması, başlarda hizmeti sunan ve müşterinin aynı mekânda bulunması koşuluyla sınırlıydı. Dijital pazar yerleri bu anlayışı kısmen bitirdi ve hizmet sektörü derecelendirilebildi. Bu arada hizmet sektörü çağdaş toplumlarda ekonomilerin büyük kesimini eline geçirdi. Örneğin, Almanya’da üretilen ekonomik değerin % 70 kadarı, söz konusu sektörden kaynaklanıyor. Gelecek yıllarda dijital dönüşümün en büyük farklılaşmalara, öncelikle telekomünikasyon, banka, sigorta ve taahhüt işleri gibi alanlarda yol açması öngörülüyor.
Hizmetler, müşterinin katkısıyla ve veri analizi aracılığıyla talebe tam uygun şekilde verilebilir. Tüketicinin ortak noktaları ile veri değerlendirmenin dizaynı, eğitim ve geliştirme gerektiren yeni bir faaliyet alanıdır. Müşteri ile diyalogda ilk ve ikinci düzey sohbet robotu destek olabilir. Daha karmaşık ilişkiler insanın yetki alanına girer. Burada da nitelik gerektiren ve geliştirilmeye muhtaç bir istihdam potansiyeli vardır.
Bilgilenme çalışması: Dijital dönüşüm, çalışma kültürümüzü en güçlü biçimde internet aracılığıyla bilgiye ve iletişime sınırsız ulaşabilme ve sınırlar ötesiyle ortak çalışabilme yoluyla değiştiriyor. Bu değişimlerin içinde, bilgilenme çalışmasının her gün daha çok artan enformasyonla baş edebilme olgusu da bulunur. Dolayısıyla ulaşılabilen bilgiyi ayıklamak, sıralamak ve ayrıca içerik ve yapı olarak işlemek zorundayız.
Mevcut teknik alet ve yöntemler, bu gerekliliklere en uygun biçimde düzenlenmiş olmalıdır. Sürecin katılımcıları arasında enformasyon ve iletişim ilişkilerinin dijital olarak desteklenmesini organize etmek, -örneğin hızlı süreç ve projeler için amaca uygun araçları hazır bulundurmak- karmaşıklıkla başa çıkma yolunda ivedi bir zorunluluktur.
Eğitim ve sosyal çalışma/hizmet: Okulda başarı, iş yaşamına katılım ve toplumsal dayanışma hep iletişim ve işbirliğinin, yaratıcılık ve eleştirel düşünce için gerekli temellerin çocukluk çağında edinilmiş olmasına bağlıdır. Çocuklar, dengeli ve güç verici bir aile ortamına ve ayrıca eğitim yolları açan ve aile ile mesleğin sorunsuzca bağdaştırılmasını mümkün kılan profesyonel bir eğitim ve danışma düzenlemesine gereksinim duyar.
Bu durumun gerçekten de anlaşılmış olmasına karşın eğitimde ve özellikle ilk çocuklukta verilen eğitimde, kalifiye işgücü eksikliğinin giderek daha da artabileceğini görmeliyiz. Dolayısıyla daha çok sayıda, iyi yetişmiş ve yeterli ücret alan yetkin eğitimci/öğretim elemanına ve mevcut altyapının genişletilmesine toplum olarak daha fazla yatırım yapmaya hazır olmalıyız. Hasta ve yaşlı bakımı alanında da şimdiden on binlerce kalifiye işgücü eksiğimiz var. Aynı şey okullarda ve gençlik için düzenlenmiş mekânlardaki sosyal hizmet çalışanları için de geçerli. Sosyal çalışma alanında da yeterli kalifikasyon, uygun ücret ve elverişli çalışma koşulları önemlidir. Aksi takdirde insanları bu mesleklere çekmek mümkün olmaz.
Dijital iş dünyası için yetkinlikler
Sürekli değişip duran dijital dünyada ne gibi yetkinliklere ihtiyacımız var? Bu noktada, düzenlenmiş programların uygulanmasıyla edinilen bilgiden çok fazlası gerekli. Dijital evrene özgürce katılmak, onun oluşmasına etkin bir katkıda bulunmak ve öğrenen/akıllı makinelerle etkileşim sağlamak için dijital teknolojiler ve onların –veri koruma ve IT (siber güvenlik) gibi- önemli hukuksal ve kültürel koşulları hakkında, zorunlu temel bilgilerin kavranmış olması gerekli. Çalışanlar, teknolojik gelişmeye ve uygulamaya ilişkin temelleri kavradıktan sonra, kendi meslek ve örgüt işlerini dijital teknolojiyle anlamlı bir şekilde birleştirebilirler.
Eğitim, emek piyasasına ve topluma katılımın anahtarı olma niteliğini sürdürüyor. Bilgiye aracılık etmek ise önemini gittikçe daha çok kaybediyor. Uygulamaya ve tekniğe dönük bazı bilgiler o kadar çabuk eskiyor ki öğretici ve öğrencilerin bugün, yarın veya öbür gün hangi yetkinliklere sahip olmaları gerektiğini, şimdiden öngöremiyoruz. Bu nedenle, dijital dönüşüm bağlamında eğitim ve geliştirme sisteminin temel işlevi, sürekli ve bağımsız öğrenme motivasyonu ile yeterliğini kazandırmak ve değişim için cesaret vermek olmalıdır. Okullarda, üniversitelerde yeni birer öğretme ve öğrenme kültürüne ihtiyacımız var. Burada da, yapıcı bir “hata ve inovasyon kültürü”nü teşvik edecek temel yaklaşım, en başta geliyor.
Aynı şekilde, geliştirme veya sürekli eğitim konusuna, hem işi başından aşkın olanlara hem de “öğrenme” kavramına eleştirel veya retçi yaklaşanlara ulaşmak için, yeni bir format vermek gerekli. Bu format modüler, titiz, iş ve yaşam ile iç içe ve mümkünse eğlenceli olmalıdır. Meslekle ilgili olsun veya başka bir yetkinlik alanına ait olsun, hepimizin her türden geliştirme kurslarına ve eğitim önerilerine erişim hakkı bulunmalıdır.
“Doğru” kalifikasyon
ve dağılım
Sorun, muhtemelen herkes için yeterli iş bulunmaması değildir. Bizim, daha çok yapılması istenen işlere uygun kalifikasyona sahip olup olmama ve işleri, sürece herkesi katabilme ve aynı zamanda yaşam ve iş arasında sağlıklı bir denge kuracak şekilde dağıtmayı başarabilme sorunumuz vardır.
Belirli bir eğitim kalıbının ortaya konması, sürecin tümü açısından belirleyici olacaktır: Çocukluğun erken çağından başlayarak sosyal yetkinliklere ve öğrenme hevesine ilişkin temel taşların döşenmesi; okulda amaca uygun eğitim; isabetli meslek seçimine yardım; yenilikçi ve çağdaş bir eğitim ve öğretim içeriği; doğru ve ihtiyaca uygun mesleki geliştirme.
Arada kullanılan “biz”in anlamı, bu bağlamda “hepimiz”dir. Dijital dönüşümü başarıyla örgütlemek ve biçimlendirmek için biz, hepimiz –sivil toplum, işverenler, sosyal partnerler, bilim ve politika- birlikte bir yumağı çözüyoruz. 21. yüzyılda toplumun bütününün kabulünü gören, başarılı bir dönüşüm sürecini mümkün kılmak ve çalışanların mutluluğuna, rekabet kabiliyetine sahip bir ekonomiye ve güçlü bir demokratik topluma katkıda bulunmak, sosyal demokrasinin görevidir.
Almancadan Türkçeye çeviri: Aydın Cıngı