izzettin

İzzettin Önder – Ülkenin Resetlenmesi

Türkiye, Lozan’dan itibaren bazı dönemlerde krizlerle tanışmış, kimi zaman ağır hasarlar da almış olmasına rağmen, ekonomi alanında ve sosyal ve kamusal kurumlarda hiçbir zaman son iktidar dönemindeki kadar ağır travma yaşamamıştır. Bir yandan, 2000 krizinin tedavisi gerekçesiyle uygulanan IMF-Derviş programının ekonomide yarattığı yıkıcı etki, diğer yandan da mevcut siyasi iktidarın bazı saiklerle ülke üzerinde uyguladığı radikal dönüştürme projelerinin sosyal ve kamusal kurumlarda yaptığı derin tahribat ancak uzun dönemli ve planlı çabalarla giderilebilir niteliktedir. Uygun ve kalıcı sağaltımın yapılabilmesi tanının doğru koyulmasına bağlıdır, bu nedenle önce malzeme üzerinde durmak gerekmektedir.

Eldeki malzeme

Türkiye, çevresel konumlu bir ekonomi olarak, Devletçilik dönemi dışında her dönemde emperyalizm baskısına maruz kalmış; ancak son siyasi iktidar döneminde ekonomi açık işgale, sosyal ve politik dokular ise ciddi saldırıya uğramıştır. 2000 IMF-Derviş programının finansal düzenlemesiyle ekonomiye hiçbir üretim katkısı yapmadan girip çıkan finansal kaynağa faiz ödentisi olarak yurt dışına önemli miktarda kaynak aktarılmıştır. Programın bütçe kısıntısı dayatmaları sonucunda kamu kesimi ve kamusal hizmetlerde ciddi nicelik ve nitelik erimesi yaşanmıştır. Projede ekonomiye asıl darbeyi vuran korumasız açık ekonomi dayatmasıyla da, iç üretimi köreltircesine Batı menşeli ürünler ve ikinci sınıf teknoloji ülkemize kaydırılmıştır. Kısacası, 2000 IMF-Derviş programı, Türkiye’nin krizi aşma ve ayağa kaldırma projesi olmayıp, kapitalizmin küresel çöküşüne piyasa ortamı oluşturma aracı olarak görülmelidir. Bu projeye uygun davranan siyasi iktidar ülke ekonomisini üretimden uzaklaştırmış, Batı sermayesine piyasa hizmeti sunumu neticesinde ağır borçla derin krize sürüklenilmiştir.

Eldeki malzemenin oluşumunda yaşanan ikinci travma ise, anlaşılmadık şekilde siyasi yapının toplumu dönüştürme hayali ile giriştiği kurumları dejenere etme ve tahrip operasyonudur.  Var olan siyasi yapı, aşağılandığı ve küçümsendiği söylemi ile ayağa kaldırılan bir grubun lider etrafında kümelenerek siyasete hakim olma ve toplumu baskı altına alma girişimidir. Siyasilerin sıkça kullandıkları “kefen” sözcüğü iktidarı ele geçiren partinin, seçimle gelmiş olmakla beraber seçimle gidebilecek olağan bir siyasi parti niteliğinde olmadığının göstergesidir. Bu kalkış, gerek iç siyaset dinamikleri gerek dış siyaset manevraları açılarından derin analize muhtaçtır.

Yaşanan travmaların sonuçları

Her iki alanda da yaşanan travmalar toplumu ekonomik ve sosyal yönden parçalamış, bölmüş ve özelikle de emperyalist saldırılar karşısında ekonomik alanda maddi, sosyal alanda ise ideolojik açıdan savunmasız bırakmıştır. Ekonominin maddi savunma yetersizliği giderek yükselen emperyalist baskıya dayanma gücünü kısıtlamış, toplumun ideolojik savunma yetersizliği ise süreci algılama ve karşı koyma iradesini köreltmiştir. Ne var ki, her iki alanda da hem farkındalık hem de yararlılık açısından toplumun giderek küçülen kesimi başat ve merkezde olarak sürece destek vermiş; her iki açıdan aksi yönde yer almış emekçi ve genel halk kesimi ise, “yanlış bilinçlenme” koşulunda önceleri siyasete destek verip işler sarpa sarınca da sorunun kaynağı ve oyuncuları hakkında muğlak fikirlerle şikayetçi olmakla yetinmiştir. Sürecin gerek dışsal gerek içsel dinamikleri halen etkili olduğu için -her alacaklının avucunu ovuşturarak borçlunun yardımına koşması gibi- emperyalistlerin de Türkiye’ye yardım ya da kurtarma havarisi görüntüleriyle var olan siyasi yapıya kurtarma simidi atması fevkalade olasıdır. Siyasi organın -ekonomik çöküşün dayanılmazlığı karşısında- iktidardan uzaklaştırılma endişesi, emperyalizmin uzanan elini tutmasına yol açabilir. Böylece, şimdiye dek sürdürülen müzik, Odysseus’un sirenleri misali, bundan böyle de ülkeyi kendine çekebilir. Bu cazibeye karşı çıkabilecek Tanrıça Kirke rolü sadece emekçilerde ve halktadır; zira burjuva demokrasisiyle uyumlu olarak, sermaye ve burjuvazi emperyalizmle el eledir.

“Reset” işleminin kaçınılmazlığı

Emperyalizmin gizemli yüzü, sermaye ve onun siyasi ajanı iktidarla el ele vererek ekonomiyi ve üst-yapı konumundaki sosyal dokuları geriletmiş ve tahrip etmiştir. Piyasanın gizemli perdelemesi altında yabancı yatırımcılarla girişilen “yap-işlet-devret” veya “kamu-özel-işbirliği” modelleri, ulusu borca boğarak itfa döneminde süreci adeta “yap-işlet-sahiplen” durumuna dönüşmüş ve dönüşmektedir. İhalelerin döviz endeksli ödeme garantilerine bağlı ve MIGA koşullarına tabi olması ekonomiyi güç duruma sokarken, sermaye değerleri eriyen güçlü şirketlerin ortaklık veya tam sahiplik yöntemiyle yabancılar tarafından ele geçirilmesine yol açmaktadır. Süreci götüren politik-sosyal doku emperyalizm-burjuvazi birlikteliğinin yansıması niteliğindeki “burjuva demokrasisi”dir. “Reset” işleminde üstten yapılanma modeline geçilirken, tabandan da destekleyici altyapının oluşturulması kaçınılmazdır. Bunun koşulu da, var olan sistemi marjinal ıslah yöntemleriyle “kötü kapitalizm”i “iyi kapitalizm” görüntüsüne çevirmek olmadığı gibi, “temel vatandaşlık geliri” ya da salt sosyal devlet uygulamalarıyla eklektik sağaltım politikaları da olamaz. “Reset” işlemi, sosyal devlet politikaları yanında, burjuva demokrasi narkozunun, emekçinin ve halkın tüm karar süreçlerine hakimiyetini sağlayacak ekonomik demokrasiyle ikamesini gerektirir. Diğer bir deyişle, alınması gerekli önlem, üretimi yapan ve değer yaratan asli unsurların üretim ve paylaşım alanlarında da kararlara iştirakinin sağlandığı sistemin oluşturulmasıdır. Bu gidişat, ancak ulusal çimentonun özünü oluşturan emekçilerin ve halk gücünün desteklediği iktidarla durdurabilir; ülke ve ekonomi sağlıklı dönüş yoluna sokulabilir. Cahilin cehaletin karşısına geçmesi olanaklı olamayacağı gibi, emperyalizmle beslenenin de emperyalizme karşı durması işin tabiatına aykırıdır.  

Siyasetin el değiştirdiği olası koşulda, geçmiş dönemlerde olduğu şekliyle ufak değişikliklerle yetinilemez; zira yeni bir zihniyetle eğitim, medya, sağlık ve hemen tüm kamu kuruluşlarının “reset” edilmesi zorunludur. Bu demektir ki, anayasanın yeniden düzenlenmesi; bu amaçla, tahribata yol açanların karşıtlığını oluşturmamak üzere, işe kesinlikle “kurucu meclis” oluşumu ile baştan başlamak kaçınılmazdır. Devlet denen aygıt görünürde anayasa ile belirlendiği halde, özünde üretim ilişkilerinin üzerinde yükselen sınıf çatışmalarının örtülü örgütsel görüntüsüdür. Günümüzdeki monarşi benzeri yapılanmanın, salt siyasi partinin ya da ayağa kaldırılmış toplumun bir kesiminin iradesi olarak görülmeyip küresel kapitalizmin periferi ülkelerine dayattığı Poulantzas anlatımıyla bir tür blog yönetimi olarak görülmesi, -oluşumun anlaşılması kadar- geleceğin isabetle tasarlanması açısından da yerinde olur. Keza, toplumsal açıdan hemen tüm kurumların çöküşü görüntüsünü de benzer etkileşimin farklı sosyal dokulardaki etkileri veya oluşumları olarak algılamak, çözüme odaklanmak açısından fevkalade önemlidir. Tüm böylesi çarpıklaştırılan ve çökertilen kurumsal yapıların “reset” edilmesi, ifade olarak kulaklara hoş gelebilir. Ancak sosyal alanlarda elektronik sistemlerde olduğu gibi bir butona basarak fabrika ayarlarına dönmek olası değildir. Diğer bir ifadeyle, evet, sistemi “reset” edelim, ama hangi ölçütlerle ve kimlerle işbirliği içinde!

“Reset”leme ilkeleri

Toplumun “reset”lenmesinde işbaşındaki otoritenin toplumsal taban oluşturması kaçınılmazdır. Ne var ki, yaşanan travmaların dağıttığı kurumsal yapılar yanında, yaklaşık yirmi yıllık siyasetin oluşturduğu zıtlaşmış toplumsal yapı ve mevcut siyasi yapının sadık taraftarlarının parazit etkisinin silinmesi, kaçınılmaz olduğu kadar zordur da. Buna rağmen, yıpranan ve giderek orta tabakadan alt gelir guruplarına kayan emekçi ve halk kesimleri yeni yapılanmada etkili rol üstlenebilirler. Yeni yapılanma bir şekilde oluşturulabilecek geniş açılımlı halk ve emekçi siyasi koalisyonu tarafından yürütülmelidir.

Siyasi diyalektik gereği, emperyalizme ve içerideki işbirlikçilerine karşı yaygın halk desteği ve özellikle de emekçiler öne çıkarılmalıdır. Bunun için, ezilenlerin ve emekçilerin siyasete çekilmesine ve sermaye-emperyalizm işbirliği karşısında güçlü bir taban oluşturulmasına özen gösterilmelidir. Bu amaçla, emekçi örgütlerinin de siyasette asgari sermaye kesimleri kadar yer ve söz sahibi olması kaçınılmazdır. Böylece, sermayenin baskıladığı kesim de sermayenin karşısında siyaset gücü kazanarak, olabildiğince gerçek demokrasiye, yani ekonomik demokrasiye geçişte hiç değilse bir adım atılmış olabilir.

Kısaca; Türkiye’nin siyaseten, yönetsel ve ekonomik olarak yeniden yapılandırılması kaçınılmazdır. Bu yapılandırma, toplumun büyük bölümünün uyandırılıp ayağa kaldırılması ve toplumsal çıkar için ekonomik demokrasi oluşturma çabaları etrafında örgütlendirilmesi şeklinde olmalıdır. Bu amaçla, yapılandırmanın yukarıdan aşağıya olduğu kadar, siyaseti destekleyecek şekilde aşağıdan yukarıya oluşması da kaçınılmazdır. Tabandan yapılandırmada siyasilerin sermaye ve emperyalizm kesimleri ile ilişkileri zayıflatılıp, emek kesimi ile güçlü ilişki kurmaları ve bu amaçla siyasette ve kamusal örgütlerde güçlü emek temsilcisi bulundurmaları kaçınılmazdır. Böylece, standart burjuva demokratik yapılanması, ağırlıklı emek ve halk desteğiyle ekonomik demokratik yapılanma olarak şekillendirilerek sermaye-emperyalist baskılamasına karşı denge oluşturulabilir. Ancak böylesi yönelişledir ki, ekonomide halkın yararına üretim ve kalkınma aşamalarına geçilebilir; yıpratılan eğitim, sağlık vb gibi kamusal hizmetler ve etkili temsili parlamento yapısı yanında, yargı ve bürokrasi gibi kamu kurum ve müesseseleri yeniden yapılandırılabilir. Tüm dünya “reset”lenirken, Türkiye’nin bu yarışı kaçırmaması için ”reset”lenme işlemine çok ciddi bakılması kaçınılmazdır. 

*İzzettin ÖNDER
İktisat, Prof. Dr.,
izzettinonder@gmail.com