Kamu kaynaklari, planlama ve kamusal görev
Kamuya ait yer altı ve yer üstü kaynaklarının koruma ve kullanma dengesi içinde ve kamu yararına kullanılmasını sağlayacak planların hazırlanması, devletin ve ilgili kamu kurumlarının devredilemez yetki ve asli görevlerinden biridir. Bu cümleden olarak, Yüksek Planlama Kurulu, Devlet Planlama Teşkilatı gibi planlama üst kurum ve kuruluşların yanında, doğal ve kültürel kamu kaynakları ile ilgili Turizm ve Kültür Bakanlığı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Tarım ve Orman Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı, ile Maliye Bakanlığı ve bunların alt birimleri de kendi yetki ve sorumluluk alanlarındaki varlık ve kaynaklar ile ilgili planlama çalışmalarını yapmak durumundadırlar. Toplum adına bu kaynakları yönetmek durumunda olan kurum ve kuruluşlar, üstün kamu yararı temel ilkesini dikkate alarak kısa, orta ve uzun dönemli kaynak belirleme/araştırma, geliştirme, koruma ve kullanma plan ve stratejilerini mümkün olabilecek en kısa zamanda hazırlamak zorundadırlar. Aksi halde, sürdürülebilir bir plan ve politikaya dayanmadan kamu ve özel sektör eliyle yapılacak kaynak kullanımı, yatırım ve uygulamalar, uzun dönemde hem kamuya hem de yatırımcı özel sektöre yarar değil zarar verecektir.
Su kaynaklarının enerji amaçlı planlama ve yatırımında kamusal ve özel sektörün durumu
Dönemin iktidarları tarafından 1980’li yıllarda uygulamaya konulan Yap-İşlet (Yİ), Yap-İşlet-Devret (YİD), Otoprodüktör ve İşletme Devirleri gibi yeni finans ve yatırım modelleri ile başlatılan enerji/elektrik piyasasındaki özelleştirme ve özel sektör yatırımlarında en çok ilgi ve bir o kadar da toplumsal tepki çeken, “Hidroelektrik Santral (HES) Planlama, Yatırım ve İşletme” işinin özelleştirmesi olmuştur.
Bu uygulamadaki en büyük yanlış ise, başta su kaynakları olmak üzere, toprak ve orman gibi doğal kamu varlıklarına dayalı olarak geliştirilen HES proje ve yatırımlarında, sadece yatırım ve işletme hakkı ve yetkisinin değil, asıl önemlisi, planlama yetkisinin de özel sektöre devredilmiş/bırakılmış olmasıdır. Buna bir de özel sektörün çok yoğun talep ve planlama/proje teklifleri karşısında ilgili kamu kurumlarının yetersiz kalmaları ve değişik nedenlerle kendi kurumsal ilkeleri içinde çalışma iradelerini kaybetmeleri de eklenince, HES’ler konusunda bugünkü hazin tablonun ortaya çıkması kaçınılmaz olmuştur. Günümüzde, bu tür projelerin “planlanması, fizibilite raporlarının hazırlanması, kesin ve uygulama projelerinin yapılması ve bunların kamu adına kontrol ve onaylanması, inşaatlarının kontrolü ve kabul işlemlerinin yapılması” da dahil, tüm aşamaları kamu tarafından özel sektöre ihale ediliyor ve bu hizmetlerin bedelinin de yatırımcı özel sektörden alınıyor olması, kamu kurumlarının içine düştüğü aczin ve çaresizliğin son halkasını oluşturmuştur.
HES’lerde 1984 öncesi
Konunun geçmişine bakıldığında, 1930’lı yılların sonunda Elektrik İşleri Etüt İdaresi Genel Müdürlüğü (EİE) ve 1950’li yıllarda da Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü’nün kurulduğu ve kuruluş amaç ve yasaları doğrultusunda, 1990’lı yılların sonuna kadar özellikle su kaynaklarının su temini, sulama, enerji ve taşkın koruma amacıyla planlama çalışmalarının yapıldığını; özellikle geniş bir merkez ve bölge teşkilatlanmasıyla DSİ Genel Müdürlüğü’nün ülke genelinde su kaynaklarının planlaması ile ilgili ciddi çalışmalar yaptığını ve hem enerji hem de sulama amaçlı önemli yatırımları gerçekleştirdiğini görüyoruz. Ancak, bu kurumların kuruluş tarihlerinden itibaren 50 yılı aşkın bir zaman geçmiş olmasına karşın, 2000’li yıllara gelindiğinde hala tüm ülke akarsu kaynaklarının sürdürülebilir bir “bütüncül havza planlaması” ilkesine uygun olarak planlanmış olmadığını görüyoruz.
Kuruluş yıllarından itibaren ilk 20~30 yıl içinde büyük emeklerle hazırlanmış master plan, fizibilite raporları ve projelerden yatırıma dönüşmeyenleri de ne yazık ki gelişen ve değişen toplum ve çevre önceliklerine ve teknolojiye uygun olarak güncelleştirilememiş ve oldukları gibi kurum raflarında bekler olmuştur. 1984 yılında uygulamaya konulan fakat 2000’li yıllara kadar sınırlı bir talep yaratan yeni finans ve yatırım modelleri ile özel sektöre yönlendirilen enerji amaçlı su kaynakları yatırımlarıyla, raflarda projelendirme ve yatırım bekleyen HES dosyalarının sayısı daha da artmaya başlamıştır.
HES’lerde 1984-2001 dönemi
1984 yılında başlatılan özel sektör HES yatırım uygulamaları, çeşitli nedenlerle 2001 yılına kadar önemli bir gelişme sağlayamamış; özellikle “yasal engel ve yetersizlikler ile enerji üretiminde kullanılacak su kaynak ve miktarının güvenceye alınması ve üretilecek elektriğe kamu tarafından verilmesi beklenen fiyat ve alım garantisi” gibi konular, özel sektörü yatırım konusunda beklemede bırakmıştır.
Bu dönemde özel sektörün yatırım için talip olduğu HES Projelerinin tamamı daha önce DSİ ve EİE tarafından geliştirilmiş değişik aşamalardaki projelerdi. Yani, bu dönemde özel sektör tarafından su kaynakları üzerinde yeni bir proje geliştirilmesi ve yatırım için ve DSİ veya EİE’ye önerilmesi mümkün değildi.
HES’lerde 2001-2005 dönemi ve sonrası
Özel sektörün önünü açan yasal düzenlemelere rağmen, yatırım ve üretimde temel kaynak olan “su”yun tahsisi ve kullanım güvencesi ve yatırım-üretim-pazarlama/satış konularında özel sektör sürekli bir -güvence arayışı içinde olmuştur. Bu bağlamda, bu alanda yatırım -veya ticaret- yapmak isteyen özel sektörün de girişim ve yönlendirmeleriyle 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu 3 Mart 2001 tarihinde yürürlüğe girmiş ve yeni piyasa modeli 3 Eylül 2002 tarihinden itibaren uygulamaya konulmuştur.
Özel sektörün beklentileri ve ısrarları sonucunda 2003 yılında yürürlüğe giren “Su Kullanım Hakkı Yönetmeliği” ve 2005 yılında çıkarılan 5346 sayılı “Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun (YEK)” ile birlikte bu dönemde piyasa daha da serbestleştirilmiş; su kullanım hakkı antlaşmasıyla beraber, özel sektörün yapacağı HES’lerden elektrik üretip satabilme serbestliği de getirilmiştir. Ayrıca, bu döneme kadar özel sektör sadece kamunun portföyündeki yatırım bekleyen HES projelerine talepte bulunabilirken, 2003 yılından sonra bu projelerin dışında ülke genelinde dilediği yerde ve dilediği su kaynağı üzerinde HES projesi geliştirerek yatırım -veya pazarlama- için kamuya teklif edebilme hakkına kavuşmuştur. Diğer bir ifadeyle, 50 yılda kamunun yapamadığı/tamamlayamadığı veya üzerinde çalışıp da o günkü koşullarda yapılabilir bulmadığı HES projelerine ilişkin su kaynakları ve arazi kullanım planlamasına ilişkin kamu görevi de özel sektöre devredilmiştir.
HES’lerde 2003 sonrası ve Bugünkü Durum
Daha önce de belirtildiği gibi, özel sektörün yasal düzenlemelerdeki eksiklikler, elektrik fiyatı ve alım garantisi ile su kaynağı ve kamu arazilerinin tahsisi gibi konularda ortaya çıkan belirsizlik ve beklentiler nedeniyle, 1984-2003 döneminde bu özelleştirme ve yatırım/finans modelinden beklenen sonuç alınamamıştır. Ancak, 2001’de çıkarılan 4628 sayılı “Elektrik Piyasası Kanunu”, 2003 yılında yürürlüğe konulan “Su Kullanım Hakkı Yönetmeliği” ve nihayet 2005’de çıkarılan ve Yenilenebilir Enerji Kanunu (YEK) olarak bilinen son düzenlemeyle birlikte, yatırıma dönüşen ve kamunun bu modelden beklediği “elektrik arz güvenliğinin sağlanması” konusunda önemli bir gelişme olmamasına karşın, DSİ ve EİE gibi kamu kurumlarının elinde bulunan ve yatırım bekleyen ve toplam sayıları 350’yi bulan HES projelerinin tamamı özel sektörün yatırım portföyüne geçmiştir.
Ayrıca 2003-2009 yılları arasındaki 6 yıllık kısa bir dönem içinde Türkiye’deki bütün havza ve su kaynakları üzerindeki hidroelektrik potansiyeli de yine özel sektör tarafından 2000’i aşkın sayıdaki HES projesiyle planlanarak kamunun önüne konulmuş ve bunların çok büyük bölümünün de bürokratik işlemleri tamamlanarak yatırım -veya pazarlanma- için üzerlerine özel sektör etiketleri konulmuştur. Bu projelerin yaklaşık %90’lık bölümü, “Nehir Tipi -depolamasız/barajsız- santrallar olup kamuoyunda kısaca “HES” olarak tanımlanmaktadır.
HES’lerde özelleştirme uygulamalarının yarattığı sorunlar ve nedenleri
Bundan 30 yıl önce uygulamaya konulmuş olan ve kamunun elindeki HES projelerinin özel sektör tarafından yatırıma dönüştürülmesini amaçlayan uygulamalar, ilk 15 yıl içinde hem çok sınırlı, hem de toplumun ilgi ve bilgisi dışında kalmıştır. Bu uygulamaların önemli sayılabilecek bir çevresel etkileri de görülmediğinden, toplumda bir yankısı da görülmemiştir. Bunun bir başka nedeni de, uygulamaya konulan HES projelerinin kamu kurumlarında ve birikimli meslek insanları tarafından titiz ve uzun soluklu çalışmalar sonunda üretilmiş olmaları ve yatırımı gerçekleştiren özel şirketlerin de kimlikli, saygın, çevre ve topluma karşı duyarlılık sahibi olmalarıdır.
Ancak, özellikle yeni yasal düzenlemelerle başlayan HES projelerinin dışında özel sektöre su kaynakları üzerinde HES projeleri planlama/geliştirme yetkisinin verilmesiyle devam eden son 15 yılda, hem planlama ve projelendirme hem de uygulama aşamalarında kamu denetim ve takibindeki yetersizlik ve zafiyetler belirmiştir. Konu, yatırımcı özel şirketin topluma ve çevreye karşı duyarsız kalması sonucu ortaya çıkan çevresel sorunlar ve kamu yararı sorgulamalarıyla toplumun gündemine girmeye başlamıştır. Hatta özel çevre değer ve özelliklerine sahip birçok havzadaki HES proje ve yatırım/uygulamaları, çok haklı olarak yerel ve ulusal ölçekte toplum tarafından çok büyük tepkiler almaya başlamıştır. Bu konuda gerekli bilgi ve deneyime sahip insanların oluşturduğu sivil toplum kuruluşlarının bu tür projeler ile ilgili araştırma, sorgulama ve kamuyu uyarma çabaları artarak günümüzde de devam etmektedir.
Yeni finans modelleri –özelleştirme- ile HES yatırımlarında kamunun görev ve sorumluluğu
Yeni dönemde HES‘lerin özel sektör tarafından geliştirilmesinde en önemli görev ve sorumluluk, başta EPDK olmak üzere, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile Tarım ve Orman -mülga Çevre ve Orman- Bakanlığı’na düşmektedir. Bu süreçte ;
*Bir havzada birden çok HES proje ve proje teklifinin olması halinde –ki çoğunlukla böyledir- çok geç kalınmış olsa bile, artık Tarım ve Orman Bakanlığı (DSİ) ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından bu projeler bir havza bütünlüğü içinde yeniden ele alınarak, bir havza master planı ve stratejik ÇED raporunun hazırlanması; bu çalışma ve değerlendirme sonuçlarına göre havzada yapılabilecek HES projelerin yeniden belirlenmesi,
*Özel sektörce hazırlattırılan fizibilite raporlarının ve ÇED raporlarının kamu sorumluluğu ve ciddiyeti içinde çok titiz bir şekilde incelenmesi; bu sürece toplumsal katılımın sağlanarak, arazi kullanımı/tahsisi, kamulaştırma ve çevre su hakları gibi ‘’Çevresel Etkiler’’ konusunda toplumda hızla yaygınlaşan kuşku ve tepkilerin giderilmesi,
*Geçmişten günümüze sürekli tartışma konusu olan “Su Kullanım Hakkı Anlaşması (SKHA)”nın hazırlanması sırasında mevcut ve geleceğe yönelik çevre ve toplum su hak ve ihtiyaçlarının güvence altına alınması,
*Özellikle DSİ Genel Müdürlüğü’nün önce Çevre ve Orman Bakanlığı’na, sonra da Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlanması ile HES’ler konusunda ortaya çıkan yetki ve sorumluluk karmaşasının acilen ortadan kaldırılarak, bugün çok yetersiz olduğu bilinen “Kesin ve Uygulama Projeleri”nin ve bunların uygulama/inşaat sürecinin çok dikkatle kontrol edilmesi,
*İşletme aşamasında Su Kullanım Hakkı Anlaşması’nın (SKHA) uygulanmasınn çok dikkatle kontrol edilmesi;
*Üretim şirketlerinin SKHA’dan doğan yükümlülüklerinin ve bunların yerine getirilmesinin izlenmesi ve sonuçlandırılması,
*Özellikle biribirinden bağımsız yatırımcı ve işletmeci şirketlerin kontrolunda olan depolamalı –barajlı- ve kapaklı dolu savaklı HES’lerde, taşkın önleme ve taşkın güvenlik/yönetim plan ve politikalarının geliştirilmesi,
Günümüzde yeni finans/yatırım modellerine göre başvuru yapılan HES adedi 2000’leri aşmıştır. Her ne kadar “bütün sorumluluk ve riskler yatırımcı şirkete ait olsa da”, başta EPDK ve DSİ olmak üzere, kamunun bugünkü kadro ve kapasitesiyle böylesine büyük bir iş potansiyelinin yönetilmesinde bugün olduğu gibi, gelecekte de ciddi zorluklarla karşılaşacağı açıktır. Nitekim, son olarak 18 Mayıs 2005 tarihinde çıkarılan (YEK) ve 26 Haziran 2003 tarihinde yayınlanmış olan “Su Kullanım Anlaşması”na yönelik yönetmelik ile birlikte HES yatırımı için çok yoğun bir özel sektör talebiyle karşılaşan EPDK ve DSİ, bir anlamda bu talebi ve piyasayı kontrol etmekte acze düşmüştür. Kamunun bu yetersizliği ve zaafından yararlanan pek çok proje/lisans başvuru veya lisans sahibi şirket, hisse devirleri yoluyla kamu kaynaklarını ranta dönüştürerek hem modeli işlemez hale getirmiş, hem de iyi niyetli ve yatırım gücü olan gerçek yatırımcının önünü tıkamıştır. Ne hazindir ki; bugün bu devir/satış teklif ve talepleri artık kapalı kapılar arkasında değil de ulusal gazete ilanları ile yapılmakta ve enerji arz güvenliğinin sağlanması adına bu alanda özel sektör tarafından yapılacak yatırımlara bel bağlayan iktidar da hala bu olup bitenlere seyirci kalmaktadır. Su gibi çok değerli kamu kaynağı üzerinden rant sağlama adına yürütülen bu oyunların önlenmesi ve gerçek yatırımcının önünün açılması yönünde ne yazık ki hala herhangi bir güvenilir düzenleme ve uygulamaya gidilmemektedir.
Enerji piyasasında 1980’li yıllarda başlayan özelleştirme karar ve uygulamalarıyla, barajlı –depolamalı- ve nehir tipi –depolamasız- HES’ler ile ilgili “Hidroenerji yatırım ve üretimi”nin hem sektörel hem de kapasite ve üretiminin 2020 ve Temmuz 2021 ayı itibariyla dağılımı, yeri ve boyutu, “EPDK Sektör Raporları”nda Tablo 1 ve Tablo 2’deki gibi verilmektedir.
Tablo 1 2021 Yılı Temmuz Ayı Sonu İtibariyle Lisanslı Elektrik Kurulu Gücünün Kaynak Bazında Dağılımı
SÜŞ: Serbest Üretici Şirketler (Özellikle Termik ve Çevrim Santral Yatırım ve İşleticiler)
KAYNAK TÜRÜ | 2021 TEMMUZ | |
KURULU GÜÇ (MW) | ORAN (%) | |
DOĞAL GAZ | 25.493,25 | 28,00 |
BARAJLI HES | 23.272,20 | 25,56 |
LİNYİT | 10.119,92 | 11,12 |
RÜZGÂR | 9.858,44 | 10,83 |
İTHAL KÖMÜR | 8.986,85 | 9,87 |
AKARSU HES | 8.153,24 | 8,96 |
JEOTERMAL | 1.650,17 | 1,81 |
BİYOKÜTLE | 1.329,53 | 1,46 |
TAŞ KÖMÜRÜ | 810,77 | 0,89 |
GÜNEŞ | 698,51 | 0,77 |
TOPLAM | 91.037,53 | 100,00 |
2020 Yılı İtibariyle “Türkiye Elektrik Enerjisi Kurulu Güç ve Üretiminin Üretici Kuruluşlara Göre Dağılımı”
SONUÇ VE ÖNERİLER
Serbest piyasa ekonomisi ilkeleri ve kamu kaynaklarının yetersiz olması gerekçelerinden yola çıkılarak 1984 yılında başlatılmış olan ve EPDK (Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu/Kanunu) ile enerji alanında özel sektörden beklenen yatırım ve ülke enerji arz açığının kapatılması yönündeki bu yeni finans modellerinin sağlıklı işleyebilmesi ve sonuç alınabilmesi için;
- Su gibi stratejik bir kamu kaynağın uzun vadeli kullanım planlaması konusunda kamu görev ve sorumluluğu, salt ticari amaçlı özel sektöre devredilmemelidir. Bu konuda kamu, ‘’Üstün Kamu Yararı’’ ilkesi çerçevesinde ‘’Planlama’’ görevini yerine getirmeli ve ancak yatırım aşamasında özel sektörün desteği aranmalıdır. Bu konuda geç kalınmış gibi görünse de, artık zararın neresinden dönülse kar saymak durumundayız.
- Kamu eliyle hazırlanmış/hazırlatılmış fizibilite düzeyinde gerekli etütleri tamam olmayan projeler kesinlikle ihale edilmemelidir. Özellikle topografik, jeolojik ve hidrolojik ve çevresel etki değerlendirme etütlerinin fizibilite düzeyinde tamamlanmış olmasına özen gösterilmelidir
- Projelerin çevreye etkileri göz önünde tutulmalıdır. Giderilemeyecek çevre sorunları olan projeler kesinlikle Yap-İşlet-Devret projeleri programına konmamalıdır. Özel sektör tarafından geliştirilip DSİ’ye teklif edilen HES projeleri dahil olmak üzere, bütün projelere ait (ÇED) süreci, kamu tarafından yürütülerek tamamlanmış olmalıdır. Ancak böyle bir süreçten geçerek çevresel yapılabilirliği kanıtlanmış bir proje hem kamu/toplum hem de yatırımcı adına yatırım ve işletme/üretim güvencesi olan bir proje olacaktır.
- Lisans almış ancak inşaatına başlanmamış projeler de dahil olmak üzere, ihalesi yapılmış veya yapılmamış tüm HES projeleri için bütüncül havza planlaması ilkesi çerçevesinde yapılabilirlikler yeniden gözden geçirilmelidir. Bugün gelinen noktada bu iş kamunun çok önemli ve acil görevi olmalıdır.
- Bu konuda yasal olarak tek planlamacı, yönetici ve karar verici konumunda olan DSİ’nin özel sektörden gelen yoğun proje ve yatırım önerileri karşısındaki teknik personel yetersizliği ve EPDK’nın kurulmasıyla başlayan HES projeleri ve yatırımları konusundaki hala devam eden görev ve yetkilerindeki belirsizlikler, bu model ve projelerin sağlıklı yürütülmesinde en büyük eksiklik olarak görülmektedir. Bu eksikliğin giderilmesi için ilgili yeni yasal düzenlemelerin acilen tamamlanması gerekmektedir.
- Özellikle özel sektör tarafından geliştirilerek teklif edilmiş olan ve DSİ’nin web sayfasında yeralan ve sayıları 2000’leri geçen HES projelerinin büyük bir bölümünün teknik, ekonomik ve çevresel açıdan yapılabilirlik düzeyleri çok düşük, hatta olanaksızdır. Hem arz güvenliği için yatırım bekleyen kamuyu, hem de salt ticari/rant amaçlı olarak planlanıp pazarlanmak istenen bu tür projelerin gerçek yatırımcıyı mağdur etmemesi bakımından kamunun bu projeleri daha başta dikkatle incelemesi önem taşımaktadır. Maalesef ilgili kamu kurumları bu görevi yerine getirmekte gerekli iradeyi gösterememiş ve bunun sonucu olarak hem kamu hem de iyi niyetli yatırımcı özel sektör çok zarar görmüştür.
- Daha bu modelin başlangıcında, başvuru sahibi firmalar mutlaka ön seçimden geçirilmeli ve deneyimsiz, teknik yeterlilikleri ve finansman güçleri olmayan firmalardan fizibilite raporu istenmemelidir. Ne yazık ki bu yapılmadı veya yapılamadı.
- Yap-İşlet-Devret modelinde hesaplanan fayda, üretilen enerjinin faydasından ibarettir. Pik güç faydası dikkate alınmamaktadır. Bu nedenle, sınırlı olan hidroelektrik kaynaklardan optimum yararı sağlayabilmek için, ya Yap-İşlet-Devret modelinde ‘’fayda kriteri’’ değiştirilmeli ya da santral kurulu gücü tespitinin, DSİ, EİEİ veya uluslararası standartlara göre yapılması gerekir(di).
- Özel sektör tarafından geliştirilerek DSİ’ye önerilen ve lisans verilmiş olan projelere ait ‘’proje teklif dosyası’’, „fizibilite raporu’’ , ‘’kesin proje’’ ve ‘’uygulama projeleri’’ni hazırlayacak olan kişi ve firmaların birçoğunda görülen teknik ve bilimsel yetersizliklerin, böylesine önemli projelere olumsuz yansımalarını önlemek üzere her bir proje aşaması için ‘’yeterli/yetkin mühendis veya firma’’ tanımının yapılması ve bunların belgelendirilmesi için gerekli yasal düzenlemenin bugüne kadar yapılmamış olması çok büyük bir eksiklik olarak görülmektedir. Bu eksikliğin giderilmesi, hem kamu haklarının korunması, hem de bu konuda yeterli bilgiye sahip olmayan yatırımcının yatırım, işletme ve üretim güvenliğinin sağlanması bakımından çok büyük önem taşımaktadır.
- Kamu adına yapılan bir proje ve yatırımda, kamunun vazgeçilmez görevi olan ‘’projelerin kontrolu ve onayı’’ ile ‘’inşaatın kontrolu ve kabul işlemlerinin yapılması’’ işlerinin tamamen özel sektöre devredilmesi, bu konuda yapılmış olan yeni ve çok ciddi bir hatadır. Kamu adına bu kontrol hizmetlerini yürütecek olan bu özel kuruluşların seçilmesi ve ücretlerinin de yine doğrudan yatırımcı özel sektör tarafından ödenecek olması ise, kabul edilemez bir başka yanlıştır. Bu konuda geri dönüşü olmayan yeni sorunlar ortaya çıkmadan, ilgili yönetmelik ve uygulamaların acilen gözden geçirilmesi gerekir.
Su gibi çok önemli stratejik bir Kamu kaynağının yatırıma dönüştürülmeden hala rant aracı olarak kullanılmasının artık mutlaka önüne geçilmelidir. Bunun için gerekli uygulanabilir düzenlemeler acilen yapılmalı ve kararlılıkla uygulanmalıdır.
*İlhan AVCI
Prof. Dr. İTÜ İnşaat Fakültesi Hidrolik Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
avci@itu.edu.tr
KAYNAKLAR
-AVCI, İ., ‘’Hedefler , Beklentiler ve Uygulamadaki Gerçekler / Türkiye’deki Stratejik Bir Kaynak Olan Su ve Hidroelektrik Potansiyelin Değerlendirilmesi ve Yönetilmesinde Yeni Küresel Yaklaşımlar’’ , Ölçü, Sayfa 42-49 , TMMOB, Ocak 2009.
-AVCI, İ., “Küçük Hidroelektrik Tesislerde Planlama-Projelendirme ve İşletme Sorunları”, Prof. Dr. K.ÇEÇEN’in Anısına, Türkiye’nin Hidroelektrik Potansiyeli’nin Geliştirilmesi Sempozyumu, İTÜ İnş.Fak., 11-12 Kasım 1998.
-BASMACI, E., “Yeni Dönemde Hidroelektrik Santraların Özel Sektörce Geliştirilmesi, DSİ Vakfı, Eylül 2005.
-DEMİRCİ, Z., “Yap-İşlet-Devret ve Hidroelektrik Projeler”, Doğuş İnşaat Grubu Yayın No:1, Şubat 2000.
-DPT, “10. ve 11. Beş Yıllık Kalkınma Planları ve Özel İhtisas Komisyonu Raporları”