İbrahim Kaboğlu – İnsan Haklarının Asgari Eşiği: İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi

 “Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 10/12/1948 tarihli ve 217 (111) sayılı karariyle kabul edilen ilişik “İnsan Hakları Evrensel Beyanname”sinin Resmi Gazete ile yayınlanması ve yayından sonra okullarda ve gazetelerde münasip neşriyatta bulunulması, Dışişleri Bakanlığının 28/3/1949 tarihli ve 36084/122 sayılı yazısı üzerine Bakanlar Kurulu’nun  6/4/1949  tarihli toplantısında kararlaştırılmıştır.” (Resmi Gazete: 27 Mayıs 1949-16199). Görüldüğü üzere Türkiye, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni (İHEB) gecikmeden yerine getirmiş bulunuyor.

İHEB’in anlamı ve İHEB sonrası gelişmelerin ardından Türkiye’deki duruma değinilecek.

I – İçerik Olarak Evrensel Bildirge

10 Aralık 1948 günü BM Genel Kurulunca kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (İHEB), şu hak ve ilkeleri içermekte:

1.- Önsöz ve ilk iki madde, ideolojik temeli ortaya koyar: “İnsanlık ailesinin bütün üyelerinde bulunan haysiyetin ve bunların eşit ve devir kabul etmez haklarının tanınması hususunun, hürriyetin, adaletin ve dünya barışının temeli olmasına,” şeklindeki paragrafla başlayan Önsöz,  Birleşmiş Milletlerin ve Bildirge’nin amacını özetler. Bu arada, direnme hakkının hukuki temelini atar: “İnsanın istibdat ve baskıya karşı son çare olarak ayaklanmaya mecbur kalmaması için insan haklarının bir hukuk rejimi ile korunması esaslı bir zaruret “tir.

Birinci maddeye göre, “Bütün insanlar hür, haysiyet ve haklar bakımından eşit doğarlar.”  İkinci madde, eşitlik ilkesi ile ayrımcılık yasağını düzenler.

2.- Kişiye bağlı haklar (m.3-14): Yaşam hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı, hukuki kişilik hakkı, kölelik ve işkence yasağı, yasa önünde eşitlik, (geçmişe yürümezlik ve suçsuzluk varsayımı gibi) ceza hukukunun temel ilkelerine saygı gösteren yargısal koruma, konut ve haberleşme dokunulmazlığı, seyahat özgürlüğü, vb.

3.- Özel statü, yani “kişi” ve “mallar”a ilişkin haklar (m.15 – 17):  Yurttaşlık  hakkı, evlenme özgürlüğü, aile hakları, mülkiyet hakkı.

4.- Düşünsel ve toplu özgürlükler ile siyasal haklar (m.18-21):  Vicdan, kanaat, düşünceyi ifade özgürlüğü ve bilgilenme hakkı, toplanma ve dernek özgürlüğü, demokrasinin temel ilkelerine göre dürüst seçimler yoluyla yönetime katılma ve kamu görevlerine eşit giriş hakkı.

5.- İktisadi, sosyal ve kültürel haklar (m.22-27): Sosyal güvenlik hakkı, çalışma ve adil ücret hakkı, sağlık ve yeterli bir yaşam düzeyine sahip olma hakkı, eğitim, öğrenim ve kültür hakkı.

6.- Sosyal ve uluslararası bir düzen (m.28-30): Herkesin, Bildirge’de tanınan haklar bütününü kullanabilmesine elverişli sosyal ve uluslararası bir düzene sahip olma hakkı.

 

II-  “Evrensel”  düzenlemeden  “uluslararası” alana geçiş

16 Aralık 1966’da kabul edilen ve 1976’da yürürlüğe giren iki Uluslararası Pakt (Sözleşme) ile,  -Bildirge’de tanınan haklar iki parçaya ayrılmış olmakla birlikte-, halkların ve azınlıkların hakları, insanlığın kültürel mirası, ödev kavramı ve herkesin insan haklarından yararlanmasına olanak tanıyan koşullar kabul ediliyor. Böylece, Bildirge’nin evrenselliği ilk kez “Öteki”nin katkısıyla pekiştirilmiş ve zenginleştirilmiş oluyor:

– Medeni ve Siyasal Haklar Uluslararası Paktı (Sözleşmesi), Evrensel Bildirge’nin 21 maddesini daha somut olarak düzenledi. “İnsan Hakları Komitesi” adında bir denetim mekanizması kuruldu.

– Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslar arası Paktı (Sözleşmesi) ise, Evrensel Bildirge’deki md. 22-27 arasında düzenlenen ilkeleri somutlaştırdı. Uygulamayı denetim amacıyla “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi”ni kurdu.

Viyana Dünya Konferansı Bildirgesi ve Eylem Planı (Haziran 1993), Durban Bildirgesi (Eylül 2001), UNESCO ve Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO/UÇÖ) belgelerinden otokton (yerli) halklar tanınmasına (Eylül 2007) uzanan  Bildirge, Şart, Pakt, Antlaşma, Sözleşme adı verilen belgeler, 1948 İnsan Hakları Bildirgesi’ni yeniden yazdı ve tamamladı. Bu şekilde insan hakları hukuku, insanlığın ortak mirası olarak oluştu.

 

III-  “Bölgesel” ölçek ve “ulusal” alana geçiş

İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS) de, Evrensel Bildirge’yi esin kaynağı olarak aldı.  4 Kasım 1950 tarihli İHAS ile, Avrupa kıtasında, dünyanın en güçlü insan hakları koruma mekanizmasının temeli atılmış oldu. Buna karşılık, tanınan ve güvence altına alınan haklarda, İHEB’e göre, içerik daraltmasına gidildi[1].

Türkiye açısından; İHAS’ın onaylanmasını uygun bulan Kanun18 Mayıs 1954’te, yürürlüğe girdi.

1966’da kabul edilen ve 1976’da yürürlüğe giren ikiz Paktlar, Türkiye tarafından, gecikme ile olsa da 2003’te onaylandı: Medeni ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme (21 Temmuz) ve  Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslar arası Sözleşme (11 Ağustos).

1982 Anayasasında yer alan; “İnsan haklarına saygılı Devlet”, “milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler”, “milletlerarası hukuka ugun olarak” vb. deyimler, değinilen insan hakları belgelerini ifade eder.

İnsan hakları alanını iyileştirmek amacıyla aşamalı olarak sürekli gözden geçirilen Anayasa md. 90’a 2004’te eklenen cümleye göre,  yasa ile  çatışma çıkması durumunda, “temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşma” uygulanır.

Türkiye, böylece “evrenselden yasala” uzanan insan hakları halkalarını önemli ölçüde pekiştirtirmiş olmakla birlikte, insan hakları ihlallerinin yaygınlığını ortadan kaldırabilmiş değil.

IV-  Yerel eylem : saygı ve/ya ihlal  (Türkiye’deki durum)

 Evrenselden uluslararası düzleme, oradan bölgesel ölçeğe ve ulusal alana geçerek daha somut hale getirilen düzenlemeler, “yerel ve günlük yaşam”la test edilmeli. Çünkü, insan hakları, herkesin ve her topluluğun günlük yaşamını sürdürdüğü ortamda saygı görür veya ihlal edilir.

İhlâller, yapısal ve sisteme ilişkin nedenlerden veya mevzuattan ya da uygulama şeklinden kaynaklanabilir. Bu son noktada, “zihniyet / anlayış” belirleyici. Sadece, kamu görevlileri veya yasaları uygulama konumunda olan kişilerin değil, genel olarak toplum üyelerinin “insan hakları algısı” önemli.

İnsan haklarına saygılı devlet ve toplum inşasında kural koyma, kurumsal ve edimsel borç yükleyen düzenlemeler yapmak önem taşımakla birlikte,  özgürlük-iktidar ikileminde, bütün sorun, iktidarı özgürlüğün hizmetine yönlendirici mekanizmaları güçlendirme noktasında düğümlenmekte. Sosyal bir hukuk devleti, insan hakları karşısında şu üçlü yükümlülük altına girer: saygı göstermek, korumak ve ilerletmek.

Türkiye’deki uygulamada şu gereklilikler öne çıkarılmalıdır:

– “3 D” açığını kapatmak:  insan hakları sorunları üzerine “dikkat-dinleme ve duyarlılık” olarak “3 D eksiği”, insan haklarının ilerletilmesi önünde ciddi bir engel olarak görülmelidir. Bu nedenle, bu açığı kapatmak amacıyla sürekli bilgilenme, eğitim, eleştirel düşünce ve sorgulama kültürü geliştirilmeli.

– “Zihniyet dönüşümü için çaba göstermek:  İnsan haklarına saygılı devlet ve toplum yaratmak amacıyla kural koymak, kurumsal ve edim borcu yükleyen düzenlemeler yapmak yetmez; zihniyet devrimi de gerekli. Örneğin hak ve özgürlüklere ilişkin anayasal güvencelerin yasalara aktarılması bir yana, bunları yok sayan yasal düzenleme ve uygulamalar yaygın. Zihniyeti dönüştürmek için siyasal aktörlerin rolü belirleyici olmakla birlikte, insan hakları alanında çalışan sivil toplum örgütlerinin payı ve katkısı da kayda değer.

– İnsan hakları “düşmanları”na karşı sürekli mücadele:  Şiddet, aşırı milliyetçilik ve ırkçılık, eşitsizlik ve yoksulluk, dinsel fanatizm, “düşmanlar hanesi” öğeleri. Bu çerçevede, örneğin, -atasözleri dahil-  şiddet kullanımına, övgüsüne, özendirmeye karşı genel bir tavır geliştirmek, insan hakları gereği. Bu yaklaşımın uzantısı olarak, ağır insan hakları ihlalleri karşısında kesin tavır konulmalı: kabullenmeme, kınama, lanetleme, dışlama, yaptırım uygulama… Yaptırım için, hukuki düzenlemeler önemli olmakla birlikte,  eğer siyasal irade ve toplumsal tepkiler eksik kalırsa cezasızlık genelleşir, ülkemizde olduğu gibi.

– İnsan hakları mağdurlarını korumak:  Engelliler, işsizler, çocuklar, azınlıklar gibi, güçlük içerisinde olanlara öncelik verilmelidir. Hepsiyle birlikte yaşam algısı geliştirilmeli. İnsan haysiyetine uygun asgari yaşam standardı için sosyal haklar, öncelikle güvence altına alınmalı.

– İnsan haklarını bir bütün olarak kavramak: İnsan hakları, yaşam hakkından çevre hakkına kadar “bir ve bütün” olarak algılanmalı. Viyana Bildirgesi ile 1993’te Dünya ölçeğinde kabul edilen “bölünmezlik ilkesi”  bakış açısıyla savunulmasında“yan tutulmamalı”.

İnsan haklarını bir bütün olarak korumak, seçmen ve seçilenlerin hukukça eşit olarak yönetildiği bir hukuk devletinde mümkün: Yurttaş mekânında “özgürlük+eşitlik ve hak” üçlüsü, iktidar düzleminde ise, “görev+yetki+sorumluluk” üçlüsü geçerli. Ne var ki, hukukumuzdaki düzenleme ve uygulamalar, tersi yönde bir tür asimetrik durumu yansıtıyor. Bu durum, insan hakları Avrupa hukuku ile ulusal hukuk düzeni arasındaki ayrışmanın kaynağı olarak da görülebilir. Düşünce suçu ihdasındaki süreklilik, bunun göstergesi.

–  İnsan hakları değerlerini ilerletmek: olumsuzlukların aşılmasında, Türkiye için bir tür  “çapraz baskı” yaratan etkenleri tersine çevirme iradesi, kolaylaştırıcı bir işlev görebilir. Nasıl? Birleştirici, kucaklayıcı ve eşitleyici anlamda insan hakları değerlerini yaygınlaştırmak yoluyla; “özgürlük-eşitlik-haysiyet” denklemini gerçekleştirmeye elverişli evrensel değerlerdir bunlar: Yurttaşlık, laiklik, demokrasi ve hukukun üstünlüğü gibi…[2]

Bunları uygulamaya geçirilebilmek için, bir yandan, İHEB’in hukuki değerini gözardı etmeme, öte yandan, kolektif (toplu) sorumluluğu vurgulama gereği vardır.

 Düşünsel ve eylemsel toplu mücadele

İHEB, “hukuk (kuralı) olarak kabul edilen genel bir uygulama” ile (Uluslararası Adalet Divanı Statüsü, md.38/1.b) teamül (yapılageliş) gücü kazanmış ve uygar uluslarca tanınmış hukukun genel ilkelerinin (md.38/1,c) başında yer alır.

Uluslararası ve bölgesel ölçekte hazırlanan insan hakları belgelerinin esin kaynağı olmasının ötesinde, söz konusu belgelerle yeniden yazılmış ve zenginleştirilmiş olan, anayasaların da birincil referans kaynağı haline gelmiş bulunan İHEB ilkeleri, jus cogens – uluslararası hukukta emredici normlar- oluşturur.

Devletler ve insan haklarını korumakla görevli uluslararası organlar yönünden, giderek bağlayıcı bir güç kazanan referans norm özelliğine kavuşmuş bulunan İHEB, insan haklarının kalkış eşiği ve asgari standardı olup, devletler için bağlayıcı bir uluslararası gelenek yasası haline gelmiştir.

İnsan haklarına saygı, insan haklarını koruma ve ilerletme şeklindeki devletin üçlü yükümlülüğü, insan hakları öznelerinin tek başına ve birlikte, bilinçli ve sürekli bir mücadelesini gerekli kılar.  Bu şekilde ancak, insanların kendilerini hukuk toplumunun bilinçli üyesi olma yönünde,  siyasal örgütlenmeyi de, hukuk devleti ereğinde dönüştürmesi mümkün olabilir

İşte, bu “evrensel” düşünceyi yerel eyleme yansıtabilme ölçüsünde, geri dönüşüm sürecinde başvuru yollarını “evrensele doğru” işletme gereği kalmaz; çünkü, evrensel düşünce ve yerel eylem, “haklar toplumu”nda buluşmuş demektir.

Bütüncü yaklaşım, insan haklarının bölünmezliği için olduğu kadar, evrenselliğini kavramak için de gereklidir.

[1]  Avrupa Konseyi’ne üye devletler, Avrupa Sosyal Şartı hazırladı (18 Ekim 1961, Torino). Sosyal Şart, 3 mayıs 1996’da genişletilmiş (Charte sociale européenne révisée/ Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı) ise de,  koruma düzeneği, Avrupa Sosyal Komitesi ile sınırlı kalmış bulunuyor.

[2][2] Kuşkusuz, değinilen olumsuz engellerin aşılması için  olağanüstü hal (OHAL)’in kaldırılması, öncelikli sorundur.

*İbrahim KABOĞLU
Anayasa Profesörü, Anayasa-Der Başkanı
ibrahimkaboglu@yahoo.fr

Bir cevap yazın