Untitled-4-1280x691

Hilal Gençay – Bir Sosyal Psikolojik Mesele Olarak İstanbul Sözleşmesi

Hilal GENÇAY
Sosyal Psikolog
hilal.gencay@wwhr.org

Tam adı Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi olan İstanbul Sözleşmesi’nden Türkiye’nin çekilme niyeti 20 Mart 2021 tarihinde bir Cumhurbaşkanı kararı olarak duyuruldu. O günden bu yana, hukukçular ve siyaset bilimciler başta olmak üzere pek çok kişi meseleyi farklı disiplinler açısından ele alarak yazdı. Ben de bu yazıda İstanbul Sözleşmesi ile ilgili olarak son bir yılda yaşadıklarımızı sosyal psikoloji penceresinden bakarak ele almaya çalışacağım.

Oldubittiye getirilen “fesih”

Öncelikle son bir ayda yaşadıklarımızı tekrar bir hatırlayalım. 19 Mart’ı 20 Mart’a bağlayan gece İstanbul Sözleşmesi’nin “Türkiye tarafından feshedildiği” bir Cumhurbaşkanı kararı ile Resmi Gazete’ de duyurulmuştu. Bu kararda “fesih” kavramı kullanılmıştı; oysa sözleşme, birçok kişinin düşündüğünün aksine, bu kararın verildiği tarih itibariyle yürürlükten kalkmış olmadı. Sözleşmeden çıkış prosedürü gereğince Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme talebini 22 Mart’ta –yani Resmi Gazete’de Cumhurbaşkanı kararının duyurulmasından iki gün sonra- Avrupa Konseyi Genel Sekreteri’ne bildirmişti ve sözleşmenin 80. maddesine göre ancak 1 Temmuz 2021’de sözleşmeden “çekilmiş” sayılacaktı. Ancak –tüm bu prosedürün çok iyi bilinmesine rağmen- Cumhurbaşkanı kararı ile sözleşmenin “feshedildiğinin” duyurulması sebepsiz değildi. Seçilen kavramlarla yapılan bu açıklama ile kamuoyunun genelinde “bu iş bitti” algısının o anda oluşuvermesi sağlandı. Belki de istenilen tam olarak buydu. Hatta “feshedildi” algısı yaratma konusunda o kadar ileri gidildi ki; ülkenin İç İşleri Bakanı İstanbul Sözleşmesi “feshedildikten sonra” -bahsi geçen zaman aralığı 19 Mart-22 Nisan arasıdır ve sözleşme halen yürürlüktedir- sözleşmenin “yürürlükte olduğu” 13 Şubat-19 Mart arası döneme göre kadın cinayetlerinin % 26 azaldığını iddia etti.[1]

İstanbul Sözleşmesi’ne dair alınan Cumhurbaşkanı kararının bir gece yarısı duyurulmasının, kadınlar ve genel olarak kamuoyu üzerinde haberin içeriğinin vahametinden ayrı olarak bir travma etkisi yarattığını söylemek yanlış olmaz. Genellikle gece saat 01.00’da çıkan Resmi Gazete o gece saat 02.30’da yayınlandı. Bu kararın duyurulma zamanına niçin bu kadar önem atfettiğimi çok güncel bir örnek üzerinden açıklayacağım.

Pek çoğunuzun hatırlayacağı üzere İstanbul Sözleşmesi tartışmaları bağlamında bir televizyon programında verilen bir örnek üzerinden başlayan Montrö Boğazlar Sözleşmesi tartışması çıkmış ve sonrasında bir grup emekli amiralin kaleme aldığı ve yine bir gece yarısı yayınlandığı ifade edilen bir bildiri ortaya çıkmıştı. Bu bildiri, iktidar çevreleri tarafından çokça tartışılmış ve yayınlanma saati sebebiyle de akıllara Türkiye’de yaşanan darbeleri getirdiği için sert bir şekilde eleştirilmişti. Oysa 24 Kasım 2011’de TBMM’de görüşülerek AK Parti, CHP, MHP ve BDP’nin oybirliğiyle onaylanan ve ardında çok geniş bir toplumsal mutabakat bulunan İstanbul Sözleşmesi, tek bir kişinin kararı ile bir gece yarısı “Türkiye tarafından feshedilmiş” ve bunda ne esas ne de usul bağlamında en ufak bir sorun görülmemişti.[2] Esasa ve usule ilişkin sorunları da bir tarafa bırakacak olursak; kadınların ve genel olarak toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dayalı şiddet yaşama riski olan tüm bireylerin yaşamlarını doğrudan etkileyecek bu kararın Resmi Gazete’de bir gece saat 02.30’da duyurulmuş olmasının kamu vicdanı üzerinde yaratacağı “darbe” etkisi ile de kimse ilgilenmemişti. Bu duyuruyu büyükbir grup insan için travmatik yapan şeyin; sadece seçilen kavramlar, bu kararla kamu vicdanının hiçe sayılmış olması ya da duyurunun saati olduğunu söylemek de zor. İktidar, ülke gündemine her geldiğinde uzun bir zaman ve geniş bir yer kaplamış böylesine önemli bir konuda verilen kararın duyurusunu internet üzerinden yayınlanan resmi bir metin üzerinden yaparak, verilen kararın gerekçelerini topluma anlatma sorumluluğundan ve bunun sonucunda yaşanacak politik yüzleşmeden de kaçmış oldu.

Özetle; hem “fesih” duyurusu sürecini hem de sonrası süreçte AK Parti üst düzey yetkililerinin açıklamalarını ve Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı tarafından konu ile ilgili yapılan açıklamayı[3] beraber ele alalım. Bu yolla İstanbul Sözleşmesi’nin “feshinin” kamuoyunda tartışılmasının önüne geçmek ve gündemden olabildiğince hızlı düşmesini sağlamak yani “oldubittiye” getirmek için iktidar tarafından özel bir iletişim stratejisinin işletildiği söylenebilir.

Kronikleşen kolektif bir travma

Şimdi de İstanbul Sözleşmesi tartışmaları bağlamında geçtiğimiz son bir yılı bir hatırlayalım. Hatırlanacağı üzere AK Parti Grup Başkanvekili Numan Kurtulmuş, 2 Temmuz 2020’de, “İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanması gerçekten yanlıştı… Nasıl usulünü yerine getirerek bu sözleşme imzalanmışsa, aynı şekilde usulü yerine getirilerek bu sözleşmeden çıkılır.” demişti ve bu açıklama ile sözleşmeden çekilme konusu birdenbire ülke gündemine oturmuştu.[4]Bu açıklama ile İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeye yönelik bu niyet, ilk defa parti içinden bu kadar yüksek bir kademeden dile getirilmişti. Kurtulmuş’un bu açıklamasını takip eden günlerde AK Parti’nin gerçekleştirdiği her MYK toplantısı öncesi ülkede nefesler tutulmuş ve bu toplantılarda İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasına yönelik bir karar oluşmasından endişe edilmişti.

Bu süre zarfında pandemiye rağmen kadın hareketinin, başta kadın ve LGBTİ örgütleri olmak üzere sivil toplum örgütlerinin, yerel yönetim kurumlarının, muhalefet partilerinin, özel sektör kurumlarının, sanatçıların ve kadınlar başta olmak üzere tek tek bireylerin dahil oldukları çoğu sosyal medya üzerinden farklı eylemlilikler gerçekleşmiş ve milyonlarca insan “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” demişti. Tüm ülkede her kesimden katılımla oluşturulan bu savunma hattı sayesinde AK Parti iktidarı sözleşme konusunda geri adım atmış –ya da öyle görünmüş- ve 18 Ağustos 2020’de yapılan bir MYK toplantısı sonrası AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik “Bütün kadın örgütlerinin görüşlerine açığız. Güzel bir yaklaşımla ortaya koyulan bütün görüşleri değerlendiriyoruz” demişti.[5]

Bu açıklama, her ne kadar “İstanbul Sözleşmesi’nden Türkiye’nin çekilmesi söz konusu değildir” gibi net bir mesaj vermiş olmasa da; gelinen noktada farklı kesimlerden kadınların ve genel olarak da kamuoyunun verdiği tepki üzerine iktidarın çekilme meselesini ülke gündeminde tutmaktan vazgeçtiğini gösterdiği algısı yaratmıştı. Bu gelişme, toplumsal cinsiyet eşitliğini ve kadın haklarını savunan tüm hareketler içinde –temkin elden bırakılmamakla beraber- bir kazanım olarak telakki edilmişti. Aslında iktidarın “geri adım atmakla” toplumsal cinsiyet eşitliğini ve kadın haklarını savunan herkese –arka plandaki tüm siyasi hesaplara rağmen- “sizi duydum” demiş olduğu sanılmıştı. İstanbul Sözleşmesi’nin AK Parti içinden özellikle kadınlar ve iktidara yakınlığı ile bilinen KADEM tarafından sahiplenildiği de bilindiğinden bu tutum değişikliği parti içinde de başarıya ulaşan bir ikna süreci olarak yorumlanmıştı. Ancak 20 Mart 2021 tarihinde duyurulan “fesih” ile 2020’nin Temmuz-Ağustos aylarında gerçekleşen bunca tartışma ve sözleşmenin korunması yönünde oluşan kamuoyuna “aslında biz size rağmen kararımızı vermiştik” denmiş oldu. Böylece bu deneyimin kendisi sözleşmeyi savunan herkes için “kronikleşen kolektif bir travma” haline geldi.

Sonu “feshe” uzanan İstanbul Sözleşmesi tartışmalarının gerçekleştiği son bir yılı diğer kolektif travmalarımızla beraber değerlendirmezsek sosyal psikolojik incelememizi eksik bırakmış oluruz. 11 Mart 2020 tarihinden bu yana toplum olarak yaşadığımız başka bir kolektif travma daha var: Bu da, tabii ki COVİD-19 salgını. Son bir yıl içinde bir yandan pandemi hayatımızı alt üst ederken bir yandan da kadınların kazanılmış haklarına yönelik saldırılar bu dönemde daha da artarak devam etti. Pandemi özelinde devlet tarafından kadına yönelik şiddet ile mücadelede alınan tedbirlerin yetersizliği bir yana, Türk Ceza Kanunu (TCK) 103. maddesinde değişiklik yapılmaya çalışılarak çocuk istismarı faillerine af yolunun açılması, kadınların yoksulluk nafakası haklarını sınırlandırmaya çalışılması ve son olarak İstanbul Sözleşmesi’nin “feshedilmesi” girişimlerine şahit olduk. Pandemi her birimizin kişisel yaşamını etkilerken, salgın şartları özellikle hak mücadelesi alanında çalışanlar için örgütlenmeyi, bir araya gelerek dayanışmayı ve sokakta olma halini etkilediği için ayrın bir zorluk yarattı.

Kadın hakları alanında kazanımların kaybedilme riskinin yaşandığı her noktada kadın hareketi tarafından örgütlü tepkiler verilebildi; ancak bu yapılırken daha önce izlenmiş bazı pratikler form değiştirmek zorunda kaldı. Hak mücadelesi verenler tabii ki örgütlenmenin ve dayanışmanın yeni yollarını ve yöntemlerini bulmakta gecikmedi. Ancak tüm bunları yaparken de bahsi geçen tüm travmaları tek tek özneler olarak kendileri de yaşadılar. Bu çerçeveden baktığımızda pandeminin sebep olduğu travmayı henüz atlatamamışken özellikle toplumsal cinsiyet eşitliğini savunanlar açısından eşitlik mücadelesine zarar verecek tüm gelişmeler –ve burada son güncel gelişme olarak İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı- beraber düşünüldüğünde hem katmerlenen hem de kendi içinde kronikleşen farklı kolektif travmaları beraber yaşadığımız çok açık.

Politik mücadelede kırılım noktası; bizi bekleyen olanaklar

Peki katmerlenmiş, kendi içinde kronik hale gelmiş bunca kolektif travmayı beraber yaşarken eşitliği savunanlar politik mücadelelerine nasıl devam edecekler? İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasına yönelik karar ve sonrasında ülkede yaşananlar, bize bir şeyi çok açık bir şekilde gösterdi. AK Parti iktidarı İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı ile sadece kadına yönelik şiddetle baş etmede değil, hayatımızın her alanını etkileyecek cinsiyet rejimi konusunda genel olarak bir paradigma değişikliğine gideceğini de ilan etmiş oldu. Şiddet ile ancak toplumsal cinsiyet eşitliğini “ana akımlaştırarak” mücadele edebileceğimizi söyleyen İstanbul Sözleşmesi’ni 2011’de ilk imzalayan ülke olarak Türkiye, aynı yıl Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’nı kapatmış ve yerine Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nı kurmuştu. Sadece bu örnek bile AK Parti iktidarının toplumsal cinsiyet eşitliğini temel bir ilke olarak aslında hiç bir zaman gerçekten kabul etmiş olmadığını göstermeye yetiyor.

Adına paradigma değişimi diyelim ya da demeyelim, cinsiyet rejimi açısından içinde bulunduğumuz yeni aşamanın yansımalarını yakın gelecekte siyaset, istihdam, eğitim, sağlık gibi alanların her birinde görmeye devam edeceğiz. Sakınılan “toplumsal cinsiyet” kavramının artık kriminalize edildiğini çok daha sık görüyor olacağız. İşte tam da bu noktada; toplumsal cinsiyet eşitliği için mücadele veren kadın hareketi ve LGBTİ hareketi dışında olan, kendini herhangi bir hareketin içinde tanımlamayan ama temelde toplumsal cinsiyet eşitliğini savunan ve -bu kavramı bilerek ya da bilmeyerek- tüm bu olanlardan rahatsızlık duyanlar bu politik mücadelenin geleceği konusunda belirleyici olacaklar. Toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesini samimiyetle Türkiye’nin en önemli politik mücadele alanı haline getirecek ve herhangi bir politik hareketin içinde olmayanları da bu alana çekebilecek bir muhalefet, bir hareket ancak bu kırılma noktasında eleştirel duranlar için bir adres olabilecek ve Türkiye için gerçek bir değişimi başlatabilecek.


[1] Süleyman Soylu’nun açıklaması için bkz: https://www.aa.com.tr/tr/politika/bakan-soylu-istanbul-sozlesmesinin-feshedilmesinin-ardindan-kadin-cinayetleri-yuzde-26-azaldi/2217097

[2] 25 Kasım TBMM tutanağı hakkında bilgi için bkz: https://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem24/yil2/ozet/024.htm

[3] Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesine ilişkin yaptığı açıklama hakkında daha fazla bilgi için bkz: https://www.iletisim.gov.tr/turkce/haberler/detay/turkiyenin-istanbul-sozlesmesinden-cekilmesine-iliskin-aciklama

[4] Numan Kurtulmuş’un açıklaması hakkında daha fazla bilgi için bkz: https://www.trthaber.com/haber/gundem/kurtulmustan-istanbul-sozlesmesi-aciklamasi-usulunu-yerine-getirerek-sozlesmeden-cikilir-498087.html

[5] Ömer Çelik’in açıklaması hakkında daha fazla bilgi için bkz: https://www.gazeteduvar.com.tr/politika/2020/08/18/celikten-istanbul-sozlesmesi-aciklamasi-butun-kadin-orgutlerinin-goruslerine-acigiz