Afet hali
Afet, Türk Dil Kurumu’na göre; çeşitli doğa olaylarının sebep olduğu yıkım, kıran, hastalıkların dokularda yaptığı bozukluk ve mecazi anlamıyla güzelliği ile insanı şaşkına çeviren, aklını başından alan kadın manasına geliyor. Mecazi haliyle daha çok ön planda olan, ‘aşırı güzel kadın’ anlamı, cinsiyetçi olmakla beraber, ilk akla gelen anlamdır çoğunlukla. Biz ülkece bu anlamı arkaya attıran ve belki de sonsuza kadar unutmayacağımız büyük bir felaket yaşadık. Artık bizim için afet, binlerce insanın dakikalar içinde yaşamını kaybettiği, şehirlerin yok olduğu, korkunç bir yıkım demek.
4.Seviye, “en üst düzey alarm” hali. Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı, Afet ve Acil Durum Yönetimi tarafından hazırlanan ve Mayıs 2022’de hazırlanıp Cumhurbaşkanlığı’nca onaylanan afet sonrası süreç yönetimine dair Türkiye Afet Müdahale Planı’na göre dört seviye belirlenmiş, süreçle ilgili tüm kurum ve kuruluşların görevleri, sorumlulukları ve hangi aşamada neler yapacakları bu seviyelere göre açıklanmıştır. 4. Seviye, acil durumlar içinde çok ciddi tehlikeler karşısında kullanılan, en yüksek seviye alarmdır. Bu alarm, genellikle ulusal düzeyde hükümet veya yerel yönetimler tarafından ulusal ve uluslararası düzeyde yapılan çağrıları ve yardım taleplerini kapsar.
Tarih 6 Şubat 2023, saat 04.17’de 7.8 büyüklüğünde, saat 13.24’te ise 7.5 büyüklüğünde Kahramanmaraş merkezli arka arkaya gerçekleşen iki büyük deprem yaşandı. Henüz gün doğmadan gerçekleşen ilk deprem ile karanlık bir günün acısını sadece bölge değil tüm dünya hissetti. Şehirler, mahalleler, evler, hayatlar, hayaller, umutlar alt üst oldu. Adı üstünde afet, yaşam ile ölüm arasındaki dengenin, varlık ile yokluk arasında ince çizginin bambaşka hali. Ülkemizi ve Suriye’yi etkileyen bu depremler yüzyılın en büyük yıkımı olarak adlandırıldı ve büyük felaketler tarihinde yerini aldı. Depremden doğrudan etkilenen Adana, Adıyaman, Diyarbakır, Gaziantep, Hatay, Kahramanmaraş, Kilis, Malatya, Osmaniye ve Şanlıurfa olmak üzere 10 ilde olağanüstü hâl ilan edildi. Depremden etkilenen 11. İl olan Elazığ da afet bölgesi olarak değerlendirildi.
Ülke genelinde bir seferberlik ve dayanışma ruhu içinde yaralar sarılmaya çalışırken, haberin hızla yayılmasıyla, ilk saatlerden itibaren yardım çağrılarına dünyanın dört bir yanından yanıtlar gelmeye başladı. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, “Bu deprem, zamanımızın en büyük doğal felaketlerinden biri” diyerek depremin olağanüstü boyutlarına dikkat çekerken, Dünya Sağlık Örgütü depremden yaklaşık bir hafta sonra yaptığı açıklamada her iki ülkeden 26 milyon insanın insani yardıma ihtiyacı olduğunu ve Türkiye’de yaklaşık 1 milyon insanın evini kaybetmiş olduğunu açıkladı. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Türkiye Temsilcisi LouisaVinton, Mart ayında katıldığı bir konferansta 2,7 milyon kişinin yerinden olduğunu, 600 bine yakın bina veya iş yerinin yıkıldığını ve 100 milyon metreküp enkaz oluştuğunu ifade etti. Mart ayında Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı tarafından hazırlanan ‘Türkiye Deprem Toparlanma ve Yeniden İmar Değerlendirmesi Raporu’na’ göre bölgede meydana gelen depremlerin yol açtığı maddi tahribat toplamı 1,6 trilyon Türk Lirası; finansal kayıplar ise 351,4 milyar Türk Lirası. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay tarafından Mart ayı içerisinde yapılan açıklamada 6 bin 807’si yabancı uyruklu 49 bin 589 kişi hayatını kaybettiği açıklandı.5 Nisan itibarıyla kayıp sayısının 50 bin 399 olduğu açıklandı.
Soğuk binlerce insanın hayatını kaybetmesinin ve büyük yıkımın ateşini söndürmeye yetmedi. Aksine ateşi daha da büyüttü.
Direnç hali
Direnç, Türk Dil Kurumu’na göre; dayanma, karşı koyma gücü, mukavemet, bir nesnenin elektrik akımına karşı dayanma özelliği, mukavemet, rezistans bir çevrime istenilen değerde ek direnç katmak için kullanılan düzen anlamlarına geliyor.
Son yıllarda hem dünya genelinde hem de ülkemizde yaşanan doğal afetler, ekonomik kriz, salgın hastalıklar, yoğun göç hareketleri, yoksullaşma ve iklim krizi gibi konular yaşadığımız ortamları yeniden ve yerinden sorgulama ihtiyacını da beraberinde doğuruyor. Dirençli kentler, kentli hakları, toplumsal cinsiyet eşitliği gibi kavramlar yaşanan sorunların çözümünde yeni bakış açılarını getirirken, daha da öne çıkmayı ve geliştirilmeyi hak ediyor. Dirençli kent kavramı yaşadığımız yüzyılın temel meselelerine yanıtlar oluşturabilecek, önemli bir kavram. Çoğulculuk, kesişimsellik ve eşitlik için de sağlam bir zemin hazırlıyor. BM- Habitat tarafından “Bir şehir veya kentsel sistemin çok çeşitli şoklara ve streslere dayanma yeteneği”olarak tanımlanan dirençli kentler, aynı zamanda tüm paydaş ve sakinleri ile birlikte iyileşme ve dönüştürebilme süreçlerini de kapsıyor. Sorunlar ile başa çıkabilmek, ekonomik, çevresel, sosyal ve kurumsal olarak hazırlıklı olabilmek çok önemli. Yaşadığımız deprem de gösterdi ki, bir kent için var olan zayıf ve eksik yanlar kriz ve afet halinde çok daha büyük tehditlere yol açmakta. Afet halinde ortaya çıkacak durumlara uygun stratejik planlama, afet öncesi, afet sırası ve sonrasında yapılacaklar olarak tüm süreci kapsadığında ve kent sakinlerinin ihtiyaçlarına göre belirlediğinde, kayıpların en asgari düzeye inmesi mümkün. Yaşadığımız bu büyük afetten ders alıp depreme karşı dirençli kentleri oluşturmak en başta merkezi ve yerel yönetimlerin sorumluluğu ve bu sorumlulukların yeni bir anlayışla gözden geçirilmesi ve yeniden tanımlanması şart. Bu anlamda ciddi bir zihniyet değişikliğine de ihtiyaç var. Afet odaklı bakışı temel alması gereken bu zihniyet kendileri belki kaçınılmaz olan afetlerin sonucunda oluşabilecek maddi ve manevi kayıpların en aza indirmenin adeta bir ön koşulu. Afet risklerinin belirlenmesi, planlama ve uygulama süreçlerinin, eko sistemden, alt yapıya, ulaşımdan sağlık hizmetlerine, kent sakinlerinin katılımcı bir şekilde örgütlenmesinden, mahalle dinamikleri içinde önlemler alınmasına kadar dirençli kent kriterleri üzeriden şekillenmesi, bu zihniyet değişiminin temeli olacak.
Birleşmiş Milletlerin 2018 yılı ‘Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’raporunda 1990’dan sonra orta ve alt gelir grubu ülkelerde ölümlerin %90’nın doğal afetlere bağlı olduğu ifade edilmişti. Son 20 yıl içinde çok büyük doğal afetlerin dünyayı etkilediği ve mali yükünün çok büyük olduğu düşünülürse bu sadece ülkemiz için değil, gelişmekte olan her ülke için ivedilik kazanmaktadır. BM ‘Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi, 2030 Gündemi ve Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’ içerisinde yer alan 11. Hedef “Sürdürülebilir Şehir ve Yaşam Alanları” ile ilgilidir ve bağlı olduğu alt hedefler ile kentlerin ve yerleşimlerinin dirençli ve sürdürülebilir kılınmasına ilişkin olarak 2030 yılına kadar yeterli ve güvenli konutun ve temel hizmetlere erişimin sağlanmasını kapsamaktadır. Merkezi ve yerel yönetimler gerçekleştirmesi gereken çok şey vardır. Afet öncesi, öngörebilirlik, afet sırasında, arama kurtarma çalışmaları, yaşamsal ihtiyaçların karşılanması,afet sonrası ikincil etkilerin önlenmesi, yerelin özelliklerine göre simülasyonların gerçekleşmesi, afetlere yönelik dirençli kentler eylem planlarına doğrudan hizmet edecektir. Orta ve uzun vadeli riskleri azaltmada ve kentlerin direncini artırmada dirençliliğin öz nitelikleri olan dayanıklılık, kapsayıcılık ve entegrasyon, uyarlanabilirlik, öngörülebilirlik, bağlanabilirlik, çeşitlilik, çoklu işlevsellik, ihtiyaç fazlalığı, modülerleştirme, esneklik, kendi-kendine organizasyon, yeterlik gibi kavramlar dikkate alınmalıdır. Tüm bunlar göz önüne alındığında, beklenen afetlerin ve olası acil durumların önlemini almak neden zor olsun ki? Oysa bir kentte, tüm zorluklar, baskılar ve acil durumlar karşısında sürdürülebilirliği sağlayacak bir sistem kurulması mümkün.
Hak Hali
Hak, Türk Dil Kurumu’na göre; Adalet, adaletin, hukukun gerektirdiği veya birine ayırdığı şey, kazanç, dava veya iddiada gerçeğe uygunluk, doğruluk, verilmiş emekten doğan manevi yetki, pay emek karşılığı ücret, doğru, gerçek anlamlarına geliyor.
Afetlerden, dirençli kentlere geçiş yaptığımızda herkesin sağlıklı bir şekilde, güvenilir şehirlerde yaşama ve barınma hakkı olduğu gerçeği tüm çarpıcılığı ile karşımıza çıkıyor. Dirençli bir kent oluşturmanın temelini sağlamlaştırmak için hak temelli bakış açısına sahip olmak önemli.
1992 yılında yayınlanan ‘Avrupa Kentli Hakları Deklarasyonu, kentli hakları açısından bir mihenk taşı. Deklarasyon kent sakinlerinin haklarını şöyle sıralıyor.
Güvenli bir kent ve kent suçlarının önlenmesi, doğası ve doğal kaynakları korunan bir çevre, kişisel ekonomik özgürlüklerin sağlanması, sağlıklı ve yeterli miktarda konut stoku, barınma hakkı, rahat trafik ve ulaşım, sağlık ,spor, kültürel faaliyetler, çok kültürlü demokratik bir ortam ve kültürel etkileşim, nitelikli mimari, yerel yönetimler arası iş birliği, işlevlerin uyumlu olması, katılım hakkı, ekonomik gelişme, sürdürülebilir kalkınma, hizmetler ve mallar, finansal yapı ve mekanizmalar, doğal zenginlikler ve kaynaklar, kendini gerçekleştirme ve uyum, eşitlik.
Bu başlıklar altında toplumun tüm kesimleri göz önüne alınarak yapılacak planlamalar ve uygulamalar, dirençli kentlerin oluşumuna katkı sunulacaktır. Kentli haklarının özellikle kırılgan grupların ihtiyaçları açısından ve toplumsal cinsiyet perspektifiyle ele alınması, olası afet ve krizlerin zararlarını en aza indirecek fırsatları doğuracaktır. Kadınların özellikle yerel yönetimlerde ve karar mekanizmalarında yeteri kadar temsil edilememesi kadın gücünün, yeteneklerinin ve enerjisinin sistem dışı kalmasına yol açmaktadır. “Yerel Yönetimlerde Kadın Dünya Bildirgesi”ne göre; ( IULA-1998 )
Yerel Yönetimler, cinsiyet eşitsizliğini önlemek için eşsiz bir konumdadır.
Yerel yönetimlerin kadınların ve erkeklerin ihtiyaçlarını karşılaması için, karar mekanizmalarında eşit temsil yoluyla kadın ve erkeklerin deneyimlerini dikkate alması zorunludur
Eşit ve demokratik bir yönetim için toplumsal cinsiyet bakışının politika üretmeye ve yönetimin bütün alanlarına dahil edilmesi önemlidir.
Bu çerçeve içinde baktığımızda dirençli kentler inşa etmenin en önemli yanı tüm süreçlere kadın katılımının sağlanması ve eşitlikçi bir perspektif ile toplumsal cinsiyete duyarlı dirençli kent modelinin uygulanabilmesidir.
Dirençli kadınların dirençli kentleri
Afetlerden, dirençli kentlere, dirençli kentlerden hakların kullanıma giden ana kulvarlarda, afet, direnç ve haklar açısından toplumun yarısını oluşturan kadınların birçok engelle karşılaştığı, hizmet almakta sorun yaşadıkları, yollarının engeller ile dolu olduğu, sadece kadın olmaktan kaynaklı sorunlar yüzünden tüm süreçten çok daha fazla etkilendikleri bir gerçek. Afet ve kriz dönemleri toplumun her kesimini etkilemekle birlikte en çok etkilenen kesim kadınlar. Dünya genelinde ve ülkemizde yapılan araştırmalarda, yaptığımız saha çalışmaları da bu gerçeği ortaya koyuyor.
En son Ipsos tarafından Mart ayında gerçekleştirilen ‘Anti Kriz Monitörü’ ile Türkiye’de kadın olmanın zorlukları, sosyal açıdan maruz kaldıkları bazen korkunç durumlar ve kadınların afet dönemlerinde yaşadıkları tüm zorluk ve olumsuzluklar gözler önüne serildi[1]. Bu araştırmaya göre, toplumun %52’si afet ve kaos dönemlerinde cinsiyete göre olumsuz etkilenmenin farklılaştığı görüşünde ve kadınların erkeklere göre çok daha olumsuz etkilendiğini düşünüyor. Aynı zamanda her 3 kişiden 2’si afet dönemlerinde cinsiyete göre oluşabilecek risklere karşı hazırlıklı olmadığımız görüşünde. Bu noktada kadınların afet dönemlerinde daha az zarar görmesi için, en sorumlu kurumun bakanlıklar olduğu, aynı zamanda belediyeler, STK’lar ve dini kuruluş gibi toplumsal alanda faaliyet gösteren tüm yapıların bu olumsuzlukların yönetiminde sorumluluk alması gerektiği ortaya çıkıyor.
Katrina Kasırgası gibi büyük afetler sonrası yapılan çalışmalarda, afet sonrasında kadına yönelik şiddetin arttığı da başka bir gerçek. Doğal afetlerden kadınların daha çok etkilenmesinin sebepleri arasında gelir eşitsizliği ve toplumsal roller önde yer alıyor. Ekonomik ve kültürel yapı çok belirleyici. Biyolojik farklılıklardan kaynaklı hamilelik, menstrüasyon dönemi, tuvalet ihtiyacı gibi durumlar; cinsel şiddet, insan ticareti, ev içi bakım hizmetinin afet sonrasında da devam etmesi gibi konular, sadece afet anını değil, afet sonrasını da kadınlar için daha yıkıcı hale getiriyor. Depremin hemen ardından kadınların kısa bir sürede organize olmaları, dayanışma ağlarını oluşturmaları, ihtiyaçlara yönelik yardımların belirlenmesi ve ulaştırılmasında etkin rol almaları çok önemliydi. Biliyoruz ki kadınlar yaşam deneyimi içerisinde gerçek bir dirence sahip. Yüzyıllar boyunca yaşadıkları pratikler içinde geliştirdikleri var olma mücadelesi ve hayata tutunma deneyimleri yaşanan her türlü olumsuzluklara rağmen daha iyi bir dünya umudunu içinde barındırıyor. Afet sonrası yapılan çalışmalarda kadın varlığının ne kadar değer kattığını, normalleşme sürecine etkisini tüm açıklığıyla gördük. Afetlere karşı dayanıklılığın geliştirilmesi, afet öncesinde ve afet sonrasında zararın azaltılması, zamana karşı yarışta en hızlı şekilde arama kurtarma çalışmalarının gerçekleştirilmesi ve afet sonrası iyileştirme süreçlerinde kadınların yer alması ve karar süreçlerine katılımı dirençli kentleri geliştireceği açıktır.
Kadınlar varsa yeni kentlerin inşası mümkün.
[1] https://www.ipsos.com/tr-tr/afet-doneminde-kadin-olmak