1960lar sosyalist yayınlar

Haldun Akgöz – Küçükömer Paradoksu

 183024_10150102993479210_5858666_n

 

 

 

[huge_it_share]

İdris Küçükömer’in tezleri, ilk kez 1967 yılında Akşam Gazetesi’nde yayınlandığında, sol ve sosyal demokrat aydınlarda derin bir şaşkınlık yarattı. Bu tezler Türkiye siyasetine, yadırgatıcı bir bakış açısı getiriyordu. Küçükömer’in tezleri 1969 yılında kitap olarak yayımlandı ve Küçükömer, kitabın ikinci bir baskısının yapılmasına hayattayken izin vermedi. Bu tezlerin temel motivasyonu, Bülent Ecevit ve arkadaşlarının Cumhuriyet Halk Partis’ne (CHP) vermek istedikleri yeni yönün eleştirilmesi ve sol dışına atılmasıydı. CHP, Ecevit ve arkadaşlarının önderliğinde rotayı “ortanın solu” na doğru kırarken, Küçükömer kendisini hem bu makaleler bütünü ile hem de daha sonra arkadaşlarıyla geliştirdiği “Asya tipi üretim tarzıyla” ifade ediyor ve Türkiye için bir tür sosyalizm öneriyordu.

İdris Küçükömer, 1925 yılında Giresun’da doğmuş, zor bir çocukluk döneminden sonra iktisat fakültesini bitirip aynı okulda öğretim görevlisi olarak kalmıştı. 1960 darbesini hevesle karşılamış, ancak sonuçlarını tatmin edici bulmamış ve ikinci bir müdahale ile darbenin yolunu sosyalizme döndürmeyi düşlemişti. Bu amaçla, o zamanın karizmatik şahsiyeti Albay Talat Aydemir’le ikinci bir cunta planlamıştı. Cuntanın askeri kanadı Aydemir’in komutasında, sivil kanadı ise Küçükömer’in liderliğinde olacaktı. Ancak darbe öncesi anlaşmazlıklar nedeniyle girişimi kendi adına terk etti. Talat Aydemir ardışık iki isyan girişimden sonra asıldı. Küçükömer ise bir süre gözaltına tutulduktan sonra serbest bırakıldı. Asaf Savaş Akat, ikisi arasındaki husumetin sanıldığından büyük olduğunu anlatırken, Küçükömer’in kendisine naklettiği bir sözü hatırlatır: ”Darbeden sonra ya o beni öldürecekti ya da ben onu. Başka çare yoktu. Bunu ikimiz de anlamıştık” (1). Anı ve biyografi eksikliği nedeni ile ayrıntıları bilemiyoruz. Ancak, Küçükömer’in cuntacı jakobenizm taraftarlığından, modern Türkiye tarihini jakoben müdahaleler ile eş tutan radikal bir eleştiriye savrulduğunu biliyoruz.

Sol, romantizmi sever. Hareketin veya ideolojinin romantik karakter taşıması adanmışlık duygusunu kuvvetlendirir ve özellikle de gençlerin parti ya da hareketle ilişkisini kolaylaştırır. Ancak romantizm, gerçekle bağın kopmasına, özlenen hatta düşlenenin, gerçekliğin yerine ikame edilmesi riskine yol açabilir. Neyse ki Küçükömer’in radikal romantizmi süreç içinde yerini ılımlı bir romantizme bırakmış ve onu darbecilikten sıyırarak Türkiye İşçi Partisi (TİP) saflarına götürmüştür.

Küçükömer, “Batılılaşma ve Düzenin Yabancılaşması” isimli kitabını, İşçi Partisi saflarındayken yukarıda sözü edilen tezler ekseninde yayınladı. O tarihlerde TİP, başlangıçta arkasına aldığı desteğin bir kısmını yitirmişti ve özellikle Mihri Belli’nin “Milli Demokratik Devrim” (MDD) yaklaşımı, solun genç kesimi ile TİP arasındaki mesafeyi açmıştı. Dönemin sol gençliği, TİP dışında, MDD’nin versiyonlarının peşine takılmış durumdaydı. Öte yandan Ecevit, CHP’yi sola doğru yönlendiriyor ve İşçi Partisi’nin popülaritesine bir darbe de o vuruyordu. Küçükömer o yıllarda bir yandan İşçi Partisi’nin merkezinde durup, bir konsensüs etrafında partinin dağılmasını engellemeye çalışırken, bir yandan da CHP ile sol arasındaki mesafeyi açıp, TİP seçmeni ile CHP arasına baraj kurmaya çalışıyordu.

Küçükömer’in modern tarihe bakışı

Küçükömer, tezlerinde, burjuva devrimci modernleşme kolunu elitist/seçkinci, anti-demokratik ve tepeden inmeci, İslamcı ideolojiye yaslanmış muhalefeti ise kitleci, demokrat ve ilerici olarak ilan eden eksantrik bir model geliştiriyordu. Yani bildiğimiz anlamda sol ile sağı yer değişimine tabi tutuyordu. Ona göre, 1923 aydınlanması klasik anlamda bir burjuva devrimi değildi. Batı’da devletin sınıfsal yapısı açıkça görülebilirken, Türkiye’de sınıf yapısının cılızlığı, devlet aygıtına ve iktidara jakoben bürokrasinin yerleşmesini sağlamıştı (2).

Ona göre Osmanlı, merkezi ve askeri bir imparatorluktu ve 16. yüzyılda başlayan kapitalizmin merkantilist, birikimci ilk aşamasını kaçırmıştı. Hegemonya paradoksu denen askeri harcamaların, boyunduruk altında tutulan ülke veya bölgelerden gelen geliri aşması ile oluşan, bir nevi haddinden fazla büyüme denen tuzağa düşmüş; ekonomik olarak kazançlı çıkamayacak kadar genişlemişti. Toprak büyük oranda padişaha aitti. Topraktan alınan ürüne dayalı sermaye birikimi gerçekleşmiyordu. Ticaret ve tefeci burjuvazi gelişmemişti. Manifaktür üretim ya da presanayi üretimine geçilememiş, kentleşme ve işçi sınıfının oluşması dönemine girilememişti. Küçükömer daha sonra Osmanlı’nın ekonomik yapısına ilişkin bu görüşlerini Sencer Divitçioğlu ile birlikte geliştirerek Asya Tipi Üretim Tarzı (ATÜT) olarak kategorize etti.

Avrupa’da 1960’lı yıllar, Marks’ın Doğu toplumları için yazdığı yazıların toplu olarak ilk defa Almancadan diğer dillere çevrildiği yıllar olmuştu. Marks, yaşamının son dönemlerinde, kapitalizmin normal gelişme evrelerinden farklı bir gelişim gösteren Doğu toplumlarını incelemiş ve farklılıklar üzerine düşüncelerini belirtmişti. Onun teorisi içinde başat rol oynamayan bu metinler eğitim için Türkiye’den Avrupa’ya giden, özellikle Osmanlı toplumsal yapısı üzerine düşünen ve ona Marksist bir yorum getirmek isteyen Türkiye sol entellektüellerini etkiledi. ATÜT işte böyle bir perspektif içinde Türkiye sol hareketine girdi. Günümüzde eski parlaklığı kalmasa da, bazı sol kümelenmeler tarafından hala Türkiye tarihini açıklamada bir formül olarak kullanılmaktadır.

Ancak ATÜT’ten ziyade asıl ilgi çeken, Küçükömer’in CHP’yi gerici ve sağ akımlar içinde konumlandırmasıydı. Onun bu görüşü politik literatürde, “Küçükömer paradoksu” olarak yer almış; CHP üzerine veya genel olarak sosyal demokrasi üzerine düşünen ya da araştırma yapan hemen tüm aydınlar ve kadrolar için, geçerken de olsa mutlaka değinilmesi ve belki de cevaplanması gereken bir problem olarak, sol tarih içinde kendine yer edinmiştir. Hatta öyle ki, bazı araştırmacılar bunu, “Küçükömer kompleksi” olarak da isimlendirmişlerdir. Hurşit Güneş’in “Adalet Çağrısı, CHP için Sosyal Demokrasi Seçeneği” adlı yeni çıkan kitabı, bu duruma son örnek olarak gösterilebilir. Güneş, sosyal demokrasi için yeni hedefler sunarken Küçükömer’in tezlerine değinmeden geçememiştir (3).

Küçükömer’in CHP’yi eleştiren tezleri 1960’ların sonundan itibaren liberaller, CHP dışı sol ve bazı İslamcı aydınların siyasal görüşleri içinde de kendine yer bulmuştur. CHP dışı sol, “Düzenin Yabancılaşması” teorisini özellikle sınıfsal bakışa sahip olmamakla suçlamış, amorf bir “halk” kavramı üzerinde yükseldiğini ifade etmiştir. Hikmet Kıvılcımlı, alaycı bir şekilde, “Küçükömer’in sağıyla solunu karıştırdığını, bu yüzden sarımsak ve soğan taşıması gerektiğini” söyler. Fakat gerek ortodoks gerekse de heterodoks sol, Küçükömer’in diğer tezlerini ciddiyetle eleştirirken, CHP’nin gericilikle suçlandığı bölüm onlar açısından yaygın kabul görmüştür. Özelikle de, o yılların kült suçlamalarından olan “kuyrukçuluk” için referans olarak kullanılmıştır. Sosyalistler, genel seçimlerde CHP’nin desteklenmesi ya da onun tarafından üretilmiş veya önderlik edilmiş politikaların peşinden koşulması durumunda, birbirlerini “kuyrukçulukla” ve sosyalist politikalardan sapmakla suçlamışlardır. Ancak, günümüzde “CHP kuyrukçuluğu” suçlamasının artık sol siyasette kullanılmaması ilginçtir. Bu, belki de, o yıllara kıyasla bugün CHP’nin sol yelpazeyi terk edip merkeze kayması ve sosyalist solun CHP’yi peşine takılacak “tıynette” bulmaması ile de ilişkili olabilir.

Liberallerin bir kısmı, özellikle Şerif Mardin’in “Merkez-Çevre” teorisi ekseninde yer alanlar, Küçükömer’in tezlerini bir anlamda sahiplenmişlerdir. Mardin’in tezlerini kurmaya başladığı kitapları “Yeni Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu” 1962’ de, “Jön Türklerin Siyasi Fikirleri” ise 1964 yılında yazılmıştır ve özellikle Küçükömer’in İttihat ve Terakki, bürokratik elit, jakobenizm gibi konularda fikirlerini geliştirmesine yardımcı olmuştur(4-5). Küçükömer, İslamcı sağın ilgi alanı içinde de kendine yer bulabilmiştir. Son başbakanımız Davutoğlu bile, İdris Küçükömer üzerine yapılan çalıştaylara rapor sunmuştur.

Küçükömer, Osmanlı’nın 18. yüzyılda artık yenilgiyi kabul ederek Batı’ya teslim olduğunu, önüne bir Batılı olma ya da muasır medeniyete ulaşma hedefi koyduğunu söylemektedir. O dönemden başlayarak da yenilik hareketine karşı çıkan esnaf, yeniçeri, ulema birliğini halkçı-İslamcı-Doğucu akımın geçmişteki nüveleri olarak görür. Tanzimatçılar ve Jön Türkler, Batıcılaşmanın 2. Paşası Mithat Paşa ile birlikte, emperyalizmin Türkiye’ye girişinin ilk yerli işbirlikçi nüvesi olarak kurgulanırken Sultan Abdülhamid, İslamcı-Doğucu cephenin devamı olarak kabul edilir. Yeni Osmanlılar’dan başlayarak Batıcı akımlar, jakoben ve halktan kopuk olarak nitelenir. Benzer bir görüş, Şerif Mardin’in düşüncesi içinde de mevcuttur. Mardin, Osmanlılarda dini düşünce dışında felsefenin kısır kaldığını, bu yüzden Osmanlı toplumunun felsefi düşünceye yer vermemekle birlikte konumuna bambaşka bir açıdan bakan etkin bir düşünce sistemi geliştirdiğini söyler. Bu düşüncenin belirgin özelliği kısa vadeli, pratik ve devlet için geçerli çözüm yolları aramasıdır (5). Osmanlı imparatorluğunun parçalanma tehlikesi bu yeni kuşağı daha pragmatist olmaya ve daha hızlı sonuçlar elde etmeye itmiştir. Kısa vadede sonuç alıcı şeyler yapmak zorunda olan vatanseverler, halka baktıklarında harekete geçirecek bir özne bulamamışlar ve bir şekilde iktidarı alma veya ortak olmayla problemleri halletme yoluna gitmişlerdir. Mardin, modern Türkiye tarihine bakarken sonuçları çaresizliğin ürünleri olarak olumlar. Ancak, Küçükömer’in tezlerini andıran merkez-çevre teorisi ile çelişkinin cumhuriyet dönemi boyunca devam edeceğini öne sürerek Küçükömer gibi çelişkinin çözümünden olumlu anlamda beklentiye sahiptir.

Öte yandan Cumhuriyet’in kurucu kadroları, Avrupa tarihine baktıklarında, bu tür jakoben müdahaleler ile sık karşılaşmışlardır. Fransız Devrimi’ni taşıyan jakobenizm, İkinci Dünya Savaşı’na kadar, siyasal iktidarı hedefleyen sol düşünce içinde kendisine önemli bir yer bulmuştur. Marks bile kendini jakoben olarak tarif eder. Lassalle taraftarlarının sosyalist harekete kazandırdığı “yoldaş” hitabını hiç kullanmamıştır. O yazılarını hep, “yurttaş Marks” olarak imzalamıştır (6). Köken olarak kendini jakoben aydınlanma geleneğinde görür ve -aynı Robespierre gibi- sadece yurttaştır. Benzer şekilde Bolşevikler ve o çağda Avrupa sosyal demokratlarının büyük bölümü de jakoben geleneğe bağlıydılar. Sivil toplumun ve bununla ilgili kurumların gelişmesi, seçim ve genel oy ilkesinin yayılması, bilginin paylaşılması ve iletişimdeki olağanüstü hızlanma ve siyasete toplumsal katılımın artması, bir politik gelenek olarak jakobenizmin, izleyen yıllarda dar bir çerçeveye hapsolmasına ve güncel pratik içindeki yerinin sınırlanmasına yol açmıştır.

Osmanlı’nın son döneminde, sivil toplum gelişmemişti ve var olanları da açıkça bir değişimden yana tavır alacak siyasal bilince sahip değildi. İttihat ve Terakki ile Cumhuriyet’in ilk yönetici kuşakları, sivil toplum temsilcileri değildi ve hareket de halkın çoğunluk desteğini almış değildi. O nedenle, jakoben gelenekten gelen bir girişim olarak kabul edilebilirler. Küçükömer, ön planda onların devrimcilik ve toplumsal dönüştürücülüklerine değil, çoğunluğa yaslanmayan jakoben karakterine, yani bir tür tepeden inmeciliklerine itiraz eder. Şer’i hukuktan, modern hukuka geçilmesi, genel oy ilkesi, kadın-erkek eşitliğinde alınan yol, egemenliğin feodal karakteri yerine halkın oturtulması tüm bu olup bitenler, onun için ikincil ve tamamlanmamıştır. “Cumhuriyet’in ilanı ve halifeliğin kaldırılışı da küçük bir azınlık kararıyla olmuştu” derken içerikle uğraşmadığını göstermek ister.

Kitabında yer verdiği tablo en az kitabı kadar ünlü olmuştur. Bu tabloda sol akım olarak: Yeniçeri, esnaf, ulema, Sultan Abdülhamid, Prens Sebahaddin, Terakkiperver Fırka, Serbest Fırka, Demokrat Parti ve Adalet Partisi yer alır. Batıcı sağcı laik akım ise Alemdar Mustafa Paşa ile başlar, Mithat Paşa, Jön Türkler, İttihat Terakki, I. Meclis içinde bu görüşü savunan vekiller, CHP ve Ortanın Solu ile son bulur. Küçükömer, İttihat ve Terakki geleneğinden hoşlanmaz; ancak, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası içinde o dönemin Halk Partisi kadrolarına kıyasla çok daha fazla asker ve aynı oranda ittihatçı bulunduğunu es geçer (7). Benzer şekilde bu ülkenin görüp görebildiği en ilerici anayasa olan 1961 Anayasası’nı da aynı kategoride değerlendirir. Batı’da sınıflar arası dengenin yansıması olan refah devleti anayasasının bir benzerinin ülkeye getirilmesi ona göre suni bir denge sağlamaktan öte anlam taşımaz. Hala sivil bir anayasa yapmakla meşgul görünen bugünün Türkiye’sinden baktığımızda ise, 1961 Anayasası’nın modern burjuva demokrasisinin hemen bütün kurumlarını inşa etmeye çalıştığını, ayrıca devletin fiziki ve siyasal zor yetkisini sınırlandırmış olduğunu görebiliriz.

Küçükömer’in Osmanlı’dan bu güne gelen modern tarih yorumunda düştüğü hata, yaygın olarak görülen kendini veya haklı düşünceyi her zaman çoğunlukla eşleştirme problemidir. Tarihe sürekli çoğunluk penceresinden bakmak, gerçekten de birçok olgunun ve sürecin doğru anlaşılmasını zorlaştırabilir. Sadece bu bakış açısını kullanırsak devrimlerin, çorak siyasi iklimlere ve ağır despotik rejimlere sahip ülkelerde nasıl ciddi bir atılım yaptığını ve kitle desteğinin arkasından sökün ettiğini gözden kaçırılabiliriz. Türkiye’nin 1923 aydınlanma devriminden belki de yüz yıl sonra, hemen yanı başımızdaki coğrafyada IŞİD türü radikal İslamcı oluşumları şaşkınlıkla seyredebiliriz. Nazilerin desteği ile 1933’de Portekiz’de iktidara gelen Salazar diktatörlüğünü 1974’de yıkan Karanfil Devrimi’ni anlayamayız. Genç subaylar, aydınlar, öğrenciler ve emekçilerin ittifakı ile yapılan Karanfil Devrimi’yle, Şili’deki faşist Pinochet darbesini benzer görebiliriz. Burjuva demokratik devrimi klasik Batı tarzında yaşamadığımızdan yola çıkarak, Kemalizm’i çeşitli kılıklara sokarak tarif edebiliriz. Ancak bunların hepsinden bağımsız olarak ve reddedilemeyecek şekilde önümüze gelen cumhuriyet, laiklik, bağımsızlık, seçme ve seçilme hakkı, meclis tarafından onaylanmış anayasa, bağımsız yargı, yurttaşlık hakları gibi demokratik toplumun olmazsa olmaz varoluş öğelerini görmezden gelemeyiz.

CHP paradoksu nasıl çözdü?

Küçükömer’in tezlerinin siyasal ortamda bu denli gürültü koparmasının nedeni, teorisinin merkezine önemli bir gerçekliği koymuş olmasıydı. O, aslında Türkiye’ye özgü bir tersliği fark etmişti. Terslik, solun kitlelerle buluşmasındaki başarısızlıktı. CHP, kuruluşundan beri memur, öğretmen, subay, doktor gibi okumuşların yani eski Kemalist seçkinlerin partisi olarak bilinmişti. Bu seçkinci durum TİP için bile geçerliydi. TİP’in seçimlerde aldığı oyların çoğu kent merkezlerinden gelmiş, gecekondu bölgelerinden oldukça düşük oy almış ve bu gerçekle uzun süre alay edilmişti.

Ancak 1970’li yıllarda CHP’nin yükselişi hem bu tersliği düzeltti hem de Küçükömer paradoksunun nasıl çözülebileceğini Türkiye siyasetine gösterdi. Küçükömer’in kendisi de ölümünden az bir süre önce Sosyal Demokrat Halkçı Parti’ye katılarak bunu bizzat doğruladı. CHP, işlev ve konum itibarıyla bir devlet partisi olmayı reddedip, modern bir sosyal demokrat parti olmayı hedefleyerek geçmişinden kopuyordu. Ortanın solu, bu kopuşun sadece girizgahıydı.

Paradoks, evrensel sol ideallerin CHP politikaları ve söylemi içine kademeli olarak yerleştirilmesi ile çözüm yoluna sokulmuştu. Çalışan ücretli kesimi korumak, yaşam seviyelerini yükseltmek amacı ile fazla çalışmanın kısıtlanması ve mesai dışı çalışmanın ücretlendirilmesi, tatil ücreti, yaşlılık ve hayat sigortası gibi kavramlar 1947 yılında parti programına ilave edildi. 1957 seçim bildirgesi ile işçilere grev ve toplu sözleşme hakkı, meslek örgütü ve sendika kurma hakkı, çalışanlara iktisadi devlet kuruluşlarında söz hakkı verilmesi kabul edildi. Partinin 1959 yılındaki 14. Kurultayında kabul edilen “İlk Hedefler Beyannamesi”, içeriği itibarıyla bir demokrasi manifestosuydu. Anayasa mahkemesi, “nispi temsil” sistemi, yüksek hakimler kurulu, ikinci meclis, basın özgürlüğü, üniversite özerkliği, yargı bağımsızlığı, sosyal güvenlik ve sosyal adaletin güvence altına alınması gibi öneriler ve antidemokratik yasaların kaldırılması gibi hedeflerin çoğu 1961 Anayasası tarafından yürürlüğe konuldu. CHP’nin 1969 Seçim Bildirgesi, “ Düzen Değişikliği Programı” adını, 1973 Seçim Bildirgesi ise “Ak Günlere” başlığını taşımaktadır ve hedeflenen düzen söyle tanımlanmıştır: “Bir düzen ki! Emeğin yarattığı değer emeği verenlerde biriksin. Çalışanlar el ele yüceltebilsin ülkeyi. İnsan insanı, yabancılar yurdu sömüremez olsun. Ne yoksulluk ne baskı… Ne ezilen ne ezen… İnsanca hakça bir düzen.” 1976 yılında parti programına, CHP’nin sosyal demokrat bir parti olduğu hükmü konuldu. Aynı programda CHP’nin tarihsel altı ilkesi günün koşullarına uygun olarak revize edildi ve sosyal demokrasinin temel değerleri CHP’nin ilkeleri içine yerleştirildi. Özgürlük, eşitlik, dayanışma, emeğin üstünlüğü ve halkın kendini yönetmesi gibi kavramlar CHP programına girdi. Aynı yıl CHP Sosyalist Enternasyonal’e üye olmak için başvurdu.

Ülkemizde kapitalizmin gelişkinlik düzeyi, sosyal demokrat bir partiye hem alan açıyor hem de ihtiyaç duyuyordu. Tıpkı 19. yüzyılın ortalarında, Avrupa sosyal demokrat partilerinin o zamana kadar içinde temsil edildikleri liberal demokrat partilerden koparak asıl kimlikleri ile siyaset alanına girişlerinde olduğu gibi, Türkiye’de de sosyal demokrasi devletçi gelenekten ayrışıyordu. Ülkemizde sınıfların ulaştığı gelişkinlik düzeyi, siyasal düzeyde ezilenlere ve emekçilere özgü politik ilişkiler alanını yok sayan siyaset tarzını geçersizleştiriyordu. Emek-sermaye çelişkisi 1960’ların ortalarından itibaren ülke gündemine oturuyordu. Siyasal temsilin sol üst sınırı TİP ile realize olurken, sistemin sınırlarını zorlayan, ancak aşmayacak kısmı gerçek bir sosyal demokrat oluşumu talep etmekteydi. CHP’de olan biten ise, iktidarı hedefleyen bir parti olarak bu çelişkinin kendinde yarattığı değişiklik ve yeniden yapılanmaydı. Sosyal demokrat bir parti olmaya çalışan CHP kendi doğal tabanını oluşturan çalışanların meslek kuruluşlarıyla, sendikalarla, sivil toplum kuruluşlarıyla ilişkisini güçlendiriyor, onlarla iş ve güç birliği yapmanın yollarını arıyordu.

Yunus Emre “CHP, Sosyal Demokrasi ve Sol” adlı kitabında bu dönüşümün içsel olmadığını, daha ziyade CHP dışı solun yükselişine bağlı olduğuna işaret etmektedir (8). Ona göre gerçek sosyal demokrat bir parti hüviyetine yöneliş, soldaki aktörlerin yarattığı etkinin doğrudan sonucudur. TİP ve diğer sosyalist oluşumlar ise CHP’deki bu gelişmeyi, soldaki değişim arzusunun düzen içine çekilmesi ve bir anlamda bu arzuya ket vurulması olarak görmüştür. Sonuç olarak, nedeni ne olursa olsun o yılların “Allende Bülent”i, Türkiye’ye, “bu düzen değişmelidir” diyebilmiştir. Hedef olarak daha eşitlikçi ve özgürlükçü bir toplumu göstermiş, Köy-Kent Projesi ve “toprak işleyenin su kullananın” sloganı ile ağalık ve aşiret kalıntılarını hedef alıp Türkiye’ye yeni bir ütopya sunabilmiştir. Parti yönetici kadroları tarafından net olarak deklare edilmese de, parti programına yazılmamış olsa da, halkın bu örtük ifadeden sezgisel ve sokaktaki sol pratik nedeniyle dolaylı olarak kavradığı şey aslında net bir ütopya olmuştur. Ecevit, Türkiye’de ilk defa meşru siyaset içinde halk iktidarından bahsedip karşısına aldığı kesimleri muğlak da olsa yukarıdakiler, halk düşmanları ve sömürücüler olarak tanımlamıştır. Partinin söylemi, genel ideolojisinden kopuk popülist karakterde olsa da, sonuçta halkı peşinden koşturan bir ütopyaya dönüşmüştür. Bu rüzgarla CHP, kendisi için çok partili seçimin en yüksek oy oranına 1973 ve 1977 seçimlerinde ulaşmıştır.

Sonuç olarak, 1970’li yılların CHP’si bize özgürlük, eşitlik, dayanışma temelleri üzerine oturan toplumsal ütopya ve bunun uzantısı olarak politikaya sokulmuş sol ideallerle Küçükömer paradoksunun nasıl aşılabileceğini göstermiştir. 12 Eylül felaketi ve 1990’lı yıllarda neoliberalizmin geçici zaferi altında ütopyalarını ve antiliberal söylemlerini kaybeden sosyal demokratlar, günümüzdeki politikalarına ve seçim başarısızlıklarına bu perspektiften de bakabilirler. Küçükömer paradoksunun çözümü 2000’li yıllarda hala sol ideallerde saklıdır ve -büyük düşünür Sartre gibi söylersek- sol idealler bugün hala insanlığın ufkunu oluşturmaktadır.

 

KAYNAKLAR

  • Asaf Savaş Akat. Anılar ve Düşünceler. İdris Küçükömer’in mirası. Profil Yayınevi. İst 2010 s.22
  • İdris Küçükömer. Batılılaşma ve düzenin yabancılaşması. Profil yayınevi İst. 2009 s.173
  • Hurşit Güneş. Adalet çağrısı. CHP için sosyal demokrasi seçeneği. Doğan Kitap 2014 s.39
  • Şerif Mardin. Yeni Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu. İletişim Yayınevi İst 1996
  • Şerif Mardin. Jön Türklerin Siyasi Fikirleri 1895-1908. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları 1964
  • Jonathan Sperber. Karl Marx. İletişim Yayınevi. 2014 s.469
  • Erik Jan Zürcher. Milli Mücadelede İttihatçılık. İletişim Yayınevi.2013 İst 8. Baskı s.237-239
  • Yunus Emre. CHP, Sosyal Demokrasi ve Sol. İletişim Yayınevi 2013 s.10

 

*Doç. Dr. Haldun Akgöz,
Tıp Doktoru,
haldunakgoz@hotmail.com