iStock_1211633137

Gülgün İncirli Kıran – COVID-19 Meslek Hastalığı Kabul Edilmelidir

Gülgün İNCİRCİ KIRAN
Dr., Ankara Tabip Odası YK Üyesi
gkiran06@gmail.com

Pandemide geride bırakılan bir yılın ardından ülkemizde sağlık çalışanı ölümleri 400’e yaklaşırken dünya genelinde en az 17 bin sağlık çalışanı COVİD-19 nedeniyle hayatını kaybetti. Sağlık çalışanları, insanları COVİD-19’a karşı güvende tutmak için kendi hayatlarını ortaya koydukları halde yeterince önemsenmemenin, önceliğin toplum sağlığından çok sermayeye verilmesinin, bilimsellikten ve şeffaflıktan uzak sağlık politikalarının bedelini hasta olarak ya da ölerek ödemek zorunda bırakıldılar.

Ülkemizde pandemiyle mücadele eden sağlık çalışanlarının ilk kaybı olan ve mücadelenin simgesine dönüşen Prof. Dr. Cemil Taşçıoğlu’nun yaşamını yitirdiği 1 Nisan tarihi, Türk Tabipleri Birliği (TTB) tarafından  “COVİD-19 Nedeniyle Kaybedilen Sağlık Çalışanlarını Anma Günü” olarak belirlendi ve bu tarihte Türkiye’nin her yerinde COVİD-19 mücadelesinde yaşamını yitiren sağlık çalışanları için anma etkinlikleri düzenlendi..Pandeminin başlangıcından itibaren ısrarla vurgulanan COVİD-19’un meslek hastalığı sayılması talebi bir kez daha dile getirildi.

İlk kayıpları ile derinden etkilenen sağlık çalışanları, sonraki süreçlerde ölüm ile adeta köşe kapmaca oynayacaklar, hem kendilerini hem de yakınlarını hastalanmaktan ve ölmekten korumaya çalışırken bir yandan da en temel hakları için mücadele vereceklerdi. Pandemi başında yaşanan kişisel koruyucu ekipman ( maske, siperlik, tulum vb.) sıkıntısı, sağlık çalışanlarında bulaş ve hastalık riskini artırırken tarama testlerinin uygulanmaması hastalanan sağlık çalışanlarının tespitinin önündeki engeldi. Bunun yanı sıra özlük haklarının ( izin, istifa, emeklilik, ek ödemeler ) pandemi gerekçesi ile tırpanlanması, enfekte sağlık çalışanlarının yaşadıkları izin / rapor sorunları ve hasta oldukları süreçte uygulanan ücret kesintileri ve öldüklerinde tazminatların ödenmeyip geride bıraktıklarına yaşatılan mağduriyet, sağlık çalışanlarını adım adım tükenmişliğe götüren kilometre taşları idi.

Henüz aşının olmadığı bu süreçte hızla enfekte olmaya başlayan sağlıkçılar, bir yandan da yakınlarını enfekte etmemek adına evlerinden, sevdiklerinden uzakta yaşamaya başlamışlardı. Pandemide henüz 2 ay biterken başlatılan erken normalleşme süreci ardından yaşanan vaka patlamaları ve 2. pikin faturası sağlık çalışanlarına kesilmiş; Aralık 2020 de kaybedilen sağlık çalışanı sayısı 300’e ulaşmıştı. Tam da bu dönemde,10 Aralık 2020’de Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk’un TBMM’de yaptığı konuşmada “Sağlık çalışanları için meslek hastalığı düzenlemesine ihtiyaç yok” şeklindeki açıklaması, Covid19’un meslek hastalığı sayılması için aylardır mücadele veren sağlıkçılar arasında şaşkınlık, kızgınlık ve kırgınlık yaratmıştı.

1 Mart 2021 de yine erken alınan kontrolsüz normalleşme kararı ile kısıtlamaların kaldırılması ve malum lebalep bir araya gelmeler sonucunda yaşanan 3. Pikin sonuçları ne yazık ki topluma yeni vaka sayılarında patlama, vefat sayılarında artış olarak yansırken sağlık sistemi aşırı yüklenmeye ve sağlık çalışanları ölmeye devam edecekti. Hal böyle iken aynı Bakan bu kez de “Evde hastalananlar var, nasıl meslek hastalığı kabul edelim?” sözü ile iktidarın pandemi yönetimine bakışını ve sağlık çalışanlarına verdiği değeri ortaya koymuştur.

En son gelinen noktada COVİD-19 enfeksiyonu nedeni ile aylarca yoğun bakımda kaldıktan sonra hayatını kaybeden bir hekimin ölüm nedeninin “doğal ölüm” olarak değiştirilmesi bunun meslek hastalığı sayılması konusunda yönetenlerin çok da iyi niyetli olmadıklarının açık göstergesi gibidir. Oysa sağlık çalışanları tüm dünyada bu hastalığa maruz kalma açısından en yüksek riskli meslek grubu kabul edilmektedir. Toplumun diğer kesimlerine göre pandemiden 10-14 kat daha fazla etkilenmektedirler.

Dünya Sağlık Örgütü, sağlık çalışanlarının dünya nüfusunun % 3‘ünü, tüm COVİD-19 hastalarının ise en az %14′ ünü oluşturduğunu bildirmiştir .Buna göre dünyada her 7 koronavirüs hastasının 1’i sağlık çalışanıdır. Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca, Aralık 2021 de yaptığı açıklamada, Türkiye’de COVİD-19 ile enfekte sağlık çalışanı sayısının 120 bini geçtiğini, her 10 bu virüslü hastadan 1’inin sağlık çalışanı olduğunu belirtmiştir. Sağlık çalışanlarının virüs riskini inceleyen Türk Toraks Derneği ise bir anket gerçekleştirerek Aralık 2020 ve Ocak 2021 döneminde COVİD-19’a yakalanan sağlık çalışanlarının oranını %57,4 olarak açıklamış ve bu oranın tüm dünyadaki ülkelere göre Türkiye’de çok daha yüksek olduğuna dikkat çekmiştir. Sağlık Çalışanları aileleriyle birlikte bu hastalığa yakalanmaya devam ederken, bu verilere kör bakan politikalar ve kısır çekişmelerle de uğraşmaktadır!

Meslek koşullarının tüm olumsuzluklarına karşın salgının kontrol altına alınabilmesi ve toplumun en az etki ve en az can kaybı ile bu süreci atlatabilmesi için özverili mücadelelerine kendi sağlıklarının ve yaşamlarının da büyük tehlike altında olduğunu bilerek devam eden sağlık çalışanları için COVİD -19 hastalığının meslek hastalığı olarak tanımlanması gereklidir. Bu yolda ve “maluliyet –  vazife  malullüğü” gibi kavramlar  konusunda TBMM tarafından atılan adımlar yeterli olmayıp halen uygulanmakta olan illiyet bağı aranması koşulu olmaksızın meslek hastalığı olarak kabul edilmelidir.

Meslek hastalığı ve illiyet bağı yani nedensellik nedir?

Meslek hastalığı, 6331 sayılı ‘İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası’nda “mesleki risklere maruziyet sonucu ortaya çıkan hastalık” olarak; 5510 sayılı yasada ise “çalıştığı veya yaptığı işin niteliğinden dolayı tekrarlanan bir sebeple veya işin yürütüm şartları yüzünden uğradığı hastalık” olarak tarif edilmektedir. İçinde bulunduğumuz salgın koşullarında bu tanımlar tam da; sağlık kuruluşlarında sağlık hizmeti verirken COVİD-19 tanısı alan sağlık çalışanlarında ‘Meslek Hastalığı’ bildirimi için uygun tanımlardır.

Henüz salgının başlangıcında Dünya Sağlık Örgütü tarafından sağlık çalışanlarının iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için yayınlanan rehberde: “ Sağlık kuruluşlarının işveren ve yöneticileri tarafından “sağlık kuruluşundaki bir maruziyet sonrası COVİD-19 enfeksiyonu geçiren bir sağlık çalışanının zararının tazmini, rehabilitasyonu ve tedavisinin sağlanması sağlık çalışanının haklarındandır. Böyle bir durum mesleki maruz kalma sayılır ve sonucundaki hastalık da meslek hastalığı olarak değerlendirilir.” ifadelerine yer verilmiştir. 

COVİD-19, aynı zamanda ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) Meslek Hastalıkları listesinin 1.3.9. maddesi kapsamına girmektedir: “Doğrudan bağlantısı bilimsel olarak gösterilmiş veya ulusal düzenlemeler ve uygulamalara uygun yöntemlerle belirlenmiş iş etkinliklerinden kaynaklanan bu biyolojik ajanlara maruz kalma ile çalışanın hastalığı arasında bağ kurulan, işyerindeki yukarıda sözü edilmeyen diğer biyolojik ajanlara bağlı hastalıklar.”

Dünya genelinde 130’a yakın ülkede başta sağlık çalışanları olmak üzere kargo çalışanları, süpermarket çalışanları, güvenlik görevlileri gibi bazı iş kollarında mesleki maruziyet tanımlaması sonucu COVID-19 meslek hastalığı olarak kabul edilmiş iken ülkemizde halen resmi olarak meslek hastalığı kabul edilmemiştir.

18 Aralık 2020 tarihinde Sağlık Bakanlığı’nın yayımladığı bir genelge ile COVİD-19, meslek hastalıkları ve benzer şekilde vazife malullüğü kapsamına dahil edilmişse de, genelgede illiyet bağı şartı vurgulanmıştır..Genelgenin ek belgesinde çalışamayacak duruma gelen sağlıkçıların ya da yakını sağlık çalışanını kaybedenlerin cevaplaması gereken sorular listelenmiştir. “Çalıştığı birimde COVİD-19 hasta takip ve tedavisi yapılıyor mu?”, “Diğer personelde bu tanıyı alan kişi var mı?”, “COVİD-19 hastalığına bağlı maluliyet talebi varsa ayrıntılı bulguları içeren sağlık kurulu raporu var mı?”, “İlgilinin ölüm nedeninin COVİD-19 olduğunu belirten ölüm belgesi var mı?” gibi sorularla yakınını kaybedenlere bir de ispatla uğraşma zorunluluğu getirilmiştir İspat yükünü sağlık çalışanına yükleyen bu genelge sanki meslek hastalığı ya da vazife malullüğü kabul edilmiş gibi bir algı oluşturmuşsa da bu koşullarda bunun gerçek olmadığı ortadadır. Önemli olan, doğrudan ve hiçbir illiyet bağı aranmadan sağlık çalışanlarının vazife malullüğü ya da meslek hastalığının değerlendirilmesi olmalıdır.

Acilen yapılması gerekenler nelerdir?

COVİD-19 nedeniyle hastalanan ve vefat eden, fiilen sağlık hizmeti sunumuna katılan tüm sağlık çalışanlarının ölümünün ve hastalığının başkaca bir araştırmaya veya illiyet bağı tartışmasına gerek kalmaksızın doğrudan meslek hastalığı olarak kabul edilmesi ve bu kabule göre de yasada belirtilen meslek hastalığı haklarından yararlanması, yakınlarına tazminat ödenmesi ve gelir bağlanmasını sağlayacak hızlı bir yasal düzenleme yapılmalı veya Cumhurbaşkanlığı kararı yayımlanmalıdır

İzin dahi kullanmadan her zaman olduğundan daha yoğun şekilde çalışmaya devam eden ve hizmet verdiği hastaların önemli çoğunluğu COVİD-19 tanılı veya şüphelisi olan “sağlık çalışanlarının COVİD-19 ile yoğun teması ve illiyet bağı sorgulanamaz düzeyde belirgindir.

Pandemi ile mücadele sırasında vefat eden veya malul olarak mağdur olan, çalışma iş gücü kaybına uğrayan sağlık çalışanları ve riskli grupların mağduriyetlerinin giderilmesi; kendileri ve yakınlarının zararlarının tazmin edilmesi gerekmektedir. Halen COVİD-19 geçiren tüm sağlık çalışanlarının kayıtları Sağlık Bakanlığı’nın Halk Sağlığı Yönetim Sistemi (HSYS) sisteminde mevcuttur. İşi ve mesleği gereği hastalara bakan/muayene eden/müdahale eden ve bu süreçte COVİD-19 hastalığına yakalanan sağlık çalışanlarının bu kayıtlarının illiyet bağı olarak kabul edilmesi ve sistem üzerinden otomatik olarak Sosyal Güvenlik Kurumuna bildirim iletilmesi, yasal prosedürün uzamasını ve olası hak kayıplarını, zaman kayıplarını önleyecektir. 

Sonuç olarak tekrar belirtmek gerekir ki, salgını önleyebilmek uğruna mücadele verirken COVİD-19 nedeniyle vefat eden sağlık çalışanlarının aileleri için; malul ve mağdur olan sağlık çalışanları ve onların aileleri için COVİD-19 hastalığının illiyet bağı aranmaksızın meslek hastalığı olarak tanınması zorunludur. Yasal düzenlemelerin SGK ile Sağlık Bakanlığı tarafından bu doğrultuda hızla yapılandırılması gereklidir. Bular, üstelik onlara 3 gün süren alkış eylemi ötesinde hepimizin vefa borcudur; “ödenmez” denilen haklarının yasal karşılığıdır.