Görkem YAZ – Kullanışlı Rejim İnsanları: Nigel Farage’ın İkameleri

Görkem YAZ
SODEV AR-GE
gorkemyaz.tr@gmail.com

Dünyanın dört bir yanında vatanseverlik adını verdikleri; fakat üzerinden tozlu örtüyü kaldırdığınızda sermaye ya da hükümetin çıkarlarıyla bezenmiş söylemleri satmaya çalışan birileri var. Brexit’i Birleşik Krallık’ın tartışma evrenine sokan ve sonucunda başarılı olan, şimdi de gözünü Net Zero’ya diken Farage, tam bir “aranan adam”. O, kimsenin söyleyemediğini söyleyebilen kötü polis. Marjinalleşmiş bir figürün karbon emisyon yasalarıyla kavga etmesi, bunu elbette başbakanın yapmasından daha olağan karşılanacaktır. Böylelikle rıza devşirme süreci birilerinin itibarını zedelemeyecek şekilde başlar; halk arasında bu söylemlerin yayılması için geleneksel ve dijital medya platformlarında örgütlenilir. Herkesin kulağına gittikten sonra bu fikri başbakanın ağzından duyarsınız. Bir de bakmışsınız ki jet hızıyla referandum sandığının başındasınız. Yani demokratik bir ülkede yaşayacak kadar şanslıysanız sandık başındasınız. Bizim gibi gece yarısı resmi gazete okuyarak da öğrenebilirsiniz sonucu.

Elbette Nigel Farage ve onunla işleyen metodoloji burada kullanacağımız bir metafor. Bu metaforuyla anlatmak istediğim, aşırı sağın dünyada ve Türkiye’de kamusal tartışma evrenini ciddi derecede şekillendirmeye başlaması yolundaki tehlikeli gelişme. Trump’ın iktidara gelişiyle bu durum arasında ciddi bir korelasyon var. Bu türden argümanlar marjinal olmaktan çıkarak normalleşti ve fikirleri Batı’nın en büyük demokrasisinde iktidara gelenler özgüven kazandı. Rejimler güç kaybederken milliyetçilik ve sağ popülizm can suyu olur.  Macron’un en zayıf döneminde aşırı sağın diskurunu kullanmaya başlaması bu gerçeklikten bağımsız yorumlanmamalı.

Türkiye’de de benzer bir durum yaşanıyor. Cumhur İttifakı kurulduğundan beri, güvenlikçi-milliyetçi yönde devam eden radikal söylemleri sosyal muhafazakarlığı artırıcı söylemler takip etmeye başladı. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı, güç kaybeden iktidarın sağa yaslanma çabasından başka bir şey değildi. Çünkü eğer dağıtacak rant kalmamışsa destekçilerinizi en kolay konsolide etmenizi sağlayacak argümanlar “din, vatan ve millettir”. İktidarın devamlılığını sağlayacak söylemi onun kucağına bırakan; ancak iktidara hiçbir zaman erişemeyeceğini bilen ve sadece onun uzantısı olanlar Nigel Farage’ın ikameleridir. Bu misyonla rejimin kullanışlı kişileri bir müddet MHP’liler ve küçük sağ partililer oldu.

Göç sorunu ve gerçekler

Bugün baktığımızda kullanışlı söylemleri çok farklı bir kanaldan ortaya atan birileri mevcut. Göç meselesi şu sıra gündemi ciddi biçimde meşgul ediyor. Hemen eklemeliyim ki, kontrolsüz göçe karşı çıkılmalı ve göçmen sorunu insan hakları bağlamında diğer ülkelerle ortak sorumluluk alanında değerlendirilmeli. Öfke, göçmene değil göçü yaratan siyasete kanalize edilmeli. Fakat ne yazık ki, Türkiye bağlamında bu sorun, göçmenlerin nefret objesi haline getirilmesi üzerinden tartışılıyor. Çünkü birileri denize giren Suriyelileri hedef gösterirse, bir holding kamuya açık sahili gasp ederken polisle çatıştığında asıl işgalcinin kim olduğunu kimse konuşmaz. Birileri “göçmenler sizin yerinize istihdam ediliyor” dediğinde kimse ülke ekonomisini felakete sürükleyen hükümetin patronlar kar etsin diye kaçak çalışanları denetlemediğini aklına getirmez.

Elbette göç sorununun belli alanlarda problem yarattığını yadsıyamayız; ancak bu meseleyi, sorunu yaratan hükümete hiç değinmeden ele alırsanız çözümü için sağlıklı bir adım atamazsınız. Bu noktada Zafer Partisi’nin problemi ele alış biçimini eleştirmek istiyorum. İnsanları karşı karşıya getirerek meselenin toplumsal bir infial yaratacak seviyeye ulaşmasına yol açabilirler. Bu da, seçimin tartışma evrenini hükümetin bu ülkeyi çok kötü yönetmesinden çıkararak “yurttaşa karşı göçmen” retorik çerçevesine oturtabilir. İşte kullanışlı rejim insanı dediğim kişi, tam da bunu yapandır. Farage da Brexit’in ülkedeki en büyük sorun olduğunu kamuya kabul ettirmişti. Ancak çözülmesini ön gördüğü hiçbir sorun hala çözülmüş değil. Üstelik ekonomi de küçüldü. Yani halkın hayrına olacağını iddia ettiğiniz şeyler tam tersi sonuçlar doğurabilir.

Dahası, ulusal çıkarlarla neyin çeliştiğini ya da kimin vatansever olup olmadığını tanımlarken, oldukça sübjektif bir şekilde muhakeme yapan bir anlayışın tartışmaya açtığı konular kaos yaratabilir. Yarın biri çıkıp “feminizm dış güçlerin oyunudur, bizim kültürümüzde yeri yoktur” deyip kadın hareketine de saldırabilir. “Küresel ısınma sermayenin oyunudur” deyip yeşil planınızı çöpe atmanızı isteyebilir. Barışçıl protesto hakkınızı kullanarak bu zihniyeti eleştirdiğiniz için terörist damgası yiyebilirsiniz. Bir gün uyandığınızda yer ayağınızın altından kayabilir. Bu nedenle, gerçeği çarpıtarak kamusal tartışma kültürünü sübjektif yargılarına bağlayan kişilere şiddetle karşı çıkmak zorundayız. Özellikle en çok gerçekleri konuşmaya ihtiyacımız olan şu dönemde, iktidarın hatalarını maskeleyecek argümanları kullanmaktan şiddetle kaçınmalıyız.

Bu tartışma kültürü, iktidarın hatalarının üzerini örttüğü gibi toplumsal sorunları değerlendirirken denklemi yanlış yerden kurmamıza neden oluyor. “Göçmenler kadınları taciz ediyor, ahlaki değerlerimizi tehdit ediyor” argümanı kadınların bu toplumda yalnızca göçmenler tarafından tacize uğradığı gibi bir düşünce uyandırıyor. Oysa göç sorunundan önce de bu ülkede kadınların beden bütünlüğüne tehdit vardı. Eğer siz Emine Bulut sokak ortasında katledildiğinde, Özgecan Aslan tecavüze direnirken öldürüldüğünde ortalığı ayağa kaldırmıyorsanız video çekerek kadınları rahatsız eden bir göçmeni işaret ettiğinizde Türkiyeli katilleri ve tecavüzcüleri aklarsınız. Öte yandan, toplumun şiddet konusunda rehabilite edilmesi gerekliliğinin üzerini örtmek de, mevcut sorunları çok daha derinleştirir.

Kamusal alanda dilimize dikkat etmeliyiz

Şiddet dilini kamusal alandan atma çabası, bu kutuplaştırıcı tartışma kültürü nedeniyle sonuçsuz kalıyor. Milyonlarca insanın gözü önünde bir bakanı düelloya davet ettiğinizde veya onu gördüğünüz yerde döveceğinizi söylediğinizde Kemal Kılıçdaroğlu’na atılan yumruğu da meşrulaştırıyorsunuz. Sokakta Mehmet Amca ile Ali Dayının birbirine atabileceği potansiyel yumrukları, polisin uygulayacağı orantısız gücü ya da Müzeyyen ablanın evde yediği tokadı da meşrulaştırıyorsunuz.  Bu toplumun sinir uçlarıyla oynamanın vebali büyük olur. Uzun süredir devam eden ekonomik krizin yarattığı gerginlik ve tükenmişlik hissinin üzerine topluma sürekli negatif enerji yüklemek, uzlaşı kültürünü yaşatarak otoriter rejimden çıkmaya çalışan muhalif blokun masasının bir ayağını kırar.

Bilinen ve sıkça yinelenen formülle “birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde” tüm siyasilerin kamusal alanda ses tonuna dikkat etmesi gerekiyor. Aksi yönde gösterilecek tutumlar sandıkta bize yeni bir yenilgi tattırarak sesimizi duyuracağımız kamusal alandan bizi sonsuza kadar atıp sesimizi temelli kısabilir. Bu tehlikeyi önlemek için geliştirdiğiniz diskurun kime nasıl fayda sağlayacağını iyi hesaplamalısınız. Siyaseten çıkış yakalama hevesi uğruna etik olandan şaşmamalı ve esas hedeften sapmamalısınız. Günün sonunda bu tutumun yalnızca yenilgi ateşine bir odun atmaktan çok daha ağır sonuçları olacaktır. Gelecek güzel günlerin hayali ile yaşayan bir nesli ve umudu kaybetmek gibi ağır bir faturayı kesen siz olmayın.