Görkem Kelebek KÜÇÜKARSLAN – Covid-19 Pandemisinde Kadınları Düşünmek

Covid-19 pandemisi var olan toplumsal düzenin dönüşümüne sebep oldu ve olmaya da devam ediyor. Bu dönüşüm ve değişimin etkilerini yavaş yavaş görmeye ya da olası projeksiyonlarını anlamaya çalışıyoruz. Yaşadığımız bu değişimler gerek sosyo-ekonomik, gerek biyolojik, gerekse psikolojik etkiler yaratarak herkesi etkiledi. Etkilenen gruplardan biri, olası tüm krizlerde olduğu gibi yine kadınlar oldu. Kırılgan grupta olan kadınlar ve kız çocukları başta olmak üzere bu süreçte diğer gruplara göre toplumsal sorunları ve eşitsizlikleri daha derin deneyimlemeye başladılar. Hem tam hem de kısmi kapanmaların olduğu izolasyon dönemlerinde çoğu zaman özel alana hapsolan kadınlar bu süreci daha farklı deneyimlemeye başladı. İzolasyon dönemlerinde ortaya çıkan bireysel ve toplumsal anksiyeteye ek olarak şiddet de artmaya başladı.  Zaten Türkiye’de her 3 kadından 1’inin şiddet gördüğünü bilerek yola çıktığımızda kadınların tam izolasyon döneminde failleri ile baş başa olduklarını görmekteyiz. Pandemi krizi ile baş etmeye çalışırken, yeniden üretilen ataerkil bakış açısı ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği kadınların istihdamdan çekilmesine neden olmuştur. Var olan bu kriz peşine başka ekonomik ve psikolojik krizler bırakmıştır. Alınan bazı tedbirler krizin (pandemi) yayılımını önlerken evi ise aile içinde krizlerin yeniden üretildiği mekanlar olarak kurgulamıştır. Ben de bu sorunlardan yola çıkarak ev içi şiddet, ev içi bakım emeği ve kadınların işgücüne katılımındaki sorunlar metnimin temel çıkış noktaları olarak kurguladım.

Pandemide ev içi şiddet

Tam kapanmanın olduğu dönemlerde genelde aile bireyleri özelde ise kadınlar kendilerine kısıtlanan alanlarında yer bulmaya çalışmışlardır. Henüz pandemi döneminin başında sayısal birçok veriye erişim kısıtlıyken dünyanın dört bir yanından şiddet haberleri, şiddetle mücadele deneyimleri duymaya başladık. Sonrasında boşanmaların da pandemi sonrasında hızla artışa geçtiğini ve tek ebeveynli hanelerin artışına yönelik bilgilere eriştik. Bu göstergeler aslında bize bir yerlerde sorunların olduğunu ama bazı kadınların şiddete maruz kaldıktan sonra failleriyle yollarını ayırabildiğini de gösteriyor. Bu durum da kadınların “artık yeter” dediği bir nokta oluyor. Ben şiddetle mücadele sürecini kadınların güçlenme pratikleri olarak okumayı tercih ediyorum. Evet şiddet arttı ama bazı kadınlar bu şiddetle mücadelede gerek devlet gerek aile desteği alarak gerekse kendi ayaklarının üzerinde durarak hayatta kaldılar. Çünkü kadınların şiddet failleri ile aynı mekanda karantinayı ve sonraki süreçleri nasıl deneyimlediklerini, nasıl yardım aradıkları ve ne gibi engeller ile karşılaştıklarını anlayarak hem pandemi ile hem de ev içindeki sorunlarla nasıl baş ettiklerini biliyoruz. Pandemi başında evler her ne kadar güvenli mekanlar olarak ifade edilse de kadınlar için kimi zaman güvensiz mekanlara dönüştü. Birçok rapor da aslında evlerin çoğu zaman güvenli olmadığını bizlere gösterir.

Failler pandemi döneminde ev mekanının bütün diğer mekanlarla bütünleştiği, kamusal mekanın özel mekana aktarılmasından kaynaklı olarak şiddeti meşru kılan ortamı da yaratmış oldular. Sosyo Politik Saha Araştırmaları Merkezi (2020) Covid- 19 karantinası üzerine yapılan çalışmada katılımcıların karantina sürecinde ev içi tartışma/çatışma yaşama oranları %69,4 olarak belirtir ve karantina sürecinin kadına ve çocuğa yönelik şiddeti tetiklediğine katılırken, %39,5’i de karantina sürecinde yaşadığı şiddetin önceden yaşadığı şiddetten daha yoğun olduğunu vurgular[1]. Evden çık(a)mayan kadınlar, tam kapanma sürecinde herhangi bir sosyal, hukuki ya da psikolojik destek almakta zorlandılar ve bu süreçte sahip olduğu sermayeleri de kaybetmeye başladılar[2].  Kadınların failleri evde olmasından ve var olan kaynakların bir şekilde engellenmesinden kaynaklı olarak kadınlar sosyal destek sistemlerine erişmekte zorlandı. Sosyal sermayenin yanında ekonomik sermaye de erirken kadınlar pandemide ev içi şiddetle baş başa kaldılar.

Ev, aynı zamanda doğası gereği “kişinin kimliğiyle en yakından ilişkili olan fiziksel alan”[3] olarak kabul edilir ve bu nedenle kişinin kendisi ve hatta kişisel yetkilendirilmesi hakkında nasıl hissettiği konusunda önemli bir etkiye sahiptir. Bu süreçte ikamet ettikleri konutta yani evlerinde kalan kadınlar için ev, duyguların değiştiği bir alan halini almış oldu. Pandemi döneminde kadınlar ve kız çocukları için evler güvensiz mekanlara -ki önceden de güvenli olduğunu iddia etmiyorum- dönüştü ve bu güvensizliğin altı çizildi. Birleşmiş Milletler’in raporları da kadın ve kız çocuklarına yönelik ev içi şiddettin arttığını belirtir. Şiddetle mücadelede hizmetlere kadınların var olan sistem içerisinde korktukları, çekindikleri, utandıkları için başvur(a)madıkları görülmüştür. Fakat pandemide kadınların son çare olarak gördüğü polis, sığınma evi gibi hizmetlere yönelik ise artış olmuş, şiddet artık dayanılmayacak noktaya ulaşmıştır. Elbette şiddete maruz kalan bazı kadınlar failleri tarafından öldürülmüşlerdir ve bu dönemde kadın cinayeti oranları artış göstermiştir.

Yaşadıkları şiddet deneyimlerini anlatacak alanlara sahip olamayan kadınların şiddetle mücadeledeki ihtiyaçlarına yönelik KADES uygulaması ile polise erişimi kolaylaştı. Buna ek olarak Acil yardım hatlarına gelen ihbarlarda da bir artış gözlemlendi. Bu dönemde sadece devletin resmi kurumlarına ek olarak, yerel yönetimlerin ve STK’ların danışma merkezleri ile kadınların şiddetle mücadelesinde hizmetler sunuldu. Kadınların pandemi öncesindeki gibi şiddete maruz kaldıklarında başvuracakları sığınma evleri bu dönemde “tam kapasite” olarak hizmet sağlamaya devam etti. Bu doluluk aslında bir sorgulanması gereken bir alan. Türkiye’deki sığınma evleri her ne kadar artış gösterse de 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 14. Maddesine göre 100.000 nüfusu geçen Büyükşehir Belediyelerinin sığınma evleri açılmasına yönelik bir vurgu söz konusudur. Fakat yıllardır bu alanda çok az mesafe kat edilmiştir. Sığınma evleri doluluk oranları Türkiye genelinde oldukça yoğundur, pandemide kadınların sığınma evi taleplerinin %80’lere ulaştığına dair bilgiler mevcuttur. Ki sığınma evine girişlerde hijyen ve sağlık kuralları gereği de birçok basamaktan geçerek kuruma kabul edilmeler gerçekleşmiştir. Pandeminin yarattığı etkilerin, krizlerin toplumsal cinsiyet boyutu politikalarda eksik kalmıştır. Devletin şiddetle mücadelede kadınlar için aksak olan hizmetlerin yoğunlaşması, kadınlara sunulan hizmetlerin geliştirilmesi gerekirken, sistem bir biçimde kilitlenmiştir.

Pandemide ev içi ücretsiz bakım emeği

Bu yazıda hem ücretli çalışan kadınları hem de ücretsiz ev emekçisi olan kadınları ayrı ayrı almanın doğru olacağını düşündüm. Çünkü ikisi için süreç bir yerlerde kesişimsellik gösterse de bazı yerlerde ayrılır. Ayrılmasından kastım, ücretli ev emekçisi kadınların evlerde daha çok zaman geçirerek tüm yükü sırtlarına alması, altında ezilmesidir. Bu da ücretli çalışan kadınlardan evin dışına taşanlar ve eve kapananlar arasında deneyim farklılıkları ortaya çıkarır. Öncelikli olarak ev içi ücretsiz bakım emeği veren kadınlarla başlamak istiyorum; çocuğu olan ya da evde birine bakmakla yükümlü olan kadınlar.

Folbre bakımı, ihtiyaçlarını karşılayamayanların ihtiyaçlarını karşılamak olarak ifade eder[4]. Bu aynı zamanda duygusal emek gerektiren de bir iştir. Çünkü evdeki kadın ya annedir ya kızdır ya da eştir ki zaten toplumda bizden bu “kutsal” görevler beklenir, biz bu toplumsal cinsiyet rollerimizle kendimize yer ediniriz. Evler, haneler karşılıksız ve görünmeyen emekler için, işler için kısaca hizmetler için her gün yüzümüze bakar. Olur da yüz çevirirsek o zaman da etiketleyerek bakar, utandırarak bakar. Hane içindeki kadınların bu “ayrıcalıklı” konumu, ekonomik olarak kadınları da eve kapatarak kısıtlar. Tam olarak krizlerde de bu görevler arşa çıkar. Çünkü kadınlar evi koruyandır; hem fedakarlıklarıyla hem de virüslere karşı temizlikle. Çalışması gereken biri varsa onlar erkeklerdir, kadınlar önce annedir (!) Hartmann (1979) “emeğin kullanımına ilişkin eşitsiz ve hiyerarşik ayrışmayı temellendiren cinsiyetçi iş bölümünün kadınlar tarafından” gerçekleşmesini toplumsal cinsiyet yapısına dayandırmaktadır ki bakım emeğinin kadınlar üzerinden bu denli yürümesi tesadüf değildir.[5] Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA) (2020) raporunda, kadınların salgın sürecinin ev içindeki sorumluluklarını ağırlaştırdığı ve ev içi iş yüklerini arttırdığını vurgulamaktadır[6].

Pandemiden önce bakım emeğini ve ev içi işleri üstlenen kadınlar, okulların uzaktan eğitime geçmesi ile bunların üzerine çocuklarının eğitim sorumluluklarını da üstlendiler. Boş zaman diye bir kavram uçtu gitti, oysa ki pandemi boyunca evde ne çok sıkıldık cümleleri geçerken birilerinin sıkılacak vakti olmuyordu, tüm alanlar ve zamanlar kuşatılmıştı. Zaten kız çocuklarının eğitimdeki devamsızlık ve terk durumları bir gerçekken, kimi aileler tarafından gerekli görülmeyen eğitim aradan kalkınca kız çocukları da “ulvi” ev işlerine dönmüş oldular, ki bu terk edişlerin arkasında ekonomik boyutların da olduğu açık. Birçok hizmet kadın emeğinden şekilleniyor ve kadınlar görünmez emekleriyle bu kocaman alanı finanse ediyor. Elbette bir de işgücü piyasasındaki kadınların ev içi emeğine ek kamusal alanda ücretli emeklerinin de tartışılmasını önemli buluyorum.

İşgücündeki Kadınlara Pandemi Rüzgarı

Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA) (2020) raporunda, kadınların erkeklere oranla güvencesiz ve enformel işlerde çalışma oranının daha yüksek olduğunu söyler. Bu da kadınların iş piyasasında daha düşük gelirle çalışmasına neden olur. Pandemide kadınlar iş gücü piyasasından ilk çekilen, vazgeçilen grup olmuştur. İş gücü piyasasında kendine yer bulan kadınların %10’u pandemi döneminde işsizlikle ilk yüzleşenler olmuştur. Oysa ki kadınların istihdama katılımının artması için bu kadar çok beklemişken… Ekonomik sermayesi eriyen ya da hiç olmayan kadınlar gittikçe yoksullaştılar, sistemde eridiler, görünmez oldular; pandemi de bu süreci hızlandırdı. Örneğin güvencesiz ve kayıt dışı gündelik evlere temizliğe giden kadınlar bu süreç içerisinde uzun bir süre herkesin evde olmasından kaynaklı olarak isteseler de işgücüne katılım sağlayamadılar.

Kimi kadınlar ise “şanslı”ydı ve işgücünde kalmayı başardı. Ki eğer kazanılan para baskı ile, şiddet ile “evin erkeğinin” cebine aktarılmıyorsa görece şanslıydılar. Uzaktan çalışan eşlerin, işleri her zaman daha önemliyken uzaktan çalışan kadınların işleri ev işlerinden sonraya kalmış, iş verimlerine de etkiler olmuştur. Kısaca kadınların hayatında çevrim içi istihdam devam ederken, çevrim dışı bakım emeği ve ev işleri kendine yer bulmuştur.

Faillerin kadınlar üzerindeki baskı ve iktidarı yeniden üretme çabası için önemli güç unsurlarından biri ekonomidir, yani paradır. Erkek, “eve ekmek getirdiği” için yıllardır ekonomik gücü elinde bulundurur, kadınların işgücüne girmesine bu güç paylaşımına sıcak bakmadıklarından da toplumsal cinsiyet rollerini giyinip kuşanırlar. Bu Türkiye’nin toplumsal yapısını ifade etmektedir, kadınlar için cinsiyete dayalı iş bölümü diye bir gerçek vardır. Bu yüzden aslında kadınların ücretli işgücüne katılım oranı düşüktür. Bu süreçte elbette sadece kadınlar değil erkekler de işlerini kaybetmiş ve bu kaybın üstesinden gelmek için öfkeyi bir araç olarak kullanmışladır.

Kadınlar ekonomik açıdan pandemide erkeklerden daha fazla etkilenmiş ve yaşadıkları eşitsizlikler daha da derinleşmiştir. Kadın yoksulluğunun giderek arttığı Pandemi döneminde kadınlar düşük ücretli ve güvensiz işlere yönelmişlerdir. Erkeğin “eve ekmek getiren kişi” olması hasebiyle ev ekonomisini kontrol edemeyen ve ekonomik yüzleşmelerle baş başa kalan erkekler, aile içindeki gerginliğin tırmanmasında rol oynamışlardır. Bu ev içindeki huzursuzluk ve şiddet deneyimleri ise kadınların ev içinde sıkışıp kalmasına ve çeşitli yardım mekanizmalarına dahil olamamalarına neden olmuştur. İçinde bulunduğumuz pandemi ve sonrasındaki projeksiyonlara baktığımızda politikanın kadınlara duyarlı olarak şekillenmesi, ev-iş dengesinin gözetilmesi, bakım için desteğin sağlanması, ev içi şiddetle mücadelede kadının bilgilendirilmesi, var olan ataerkil bakış açısının yapı söküme uğraması, hukuki dayanakların kadınları koruyan ve önleyen şekilde revize edilmesi, işgücüne katılımda kadınların desteklenmesi gibi öneriler kadınların pandemi ve sonrasında güçlenmesinin yolunu açacaktır.

*Görkem Kelebek KÜÇÜKARSLAN
Sosyal Hizmetler, Ar.Gör.
gorkemkelebek@gmail.com


[1] Sosyo Politik Saha Araştırmaları Merkezi, Covid-19 Karantinasından Kadının Etkilenimi ile Kadın ve Çocuğa Yönelik Şiddete İlişkin Türkiye Araştırma Raporu, (2020)Diyarbakır: Sosyo Politik Saha Araştırmaları Merkezi.

[2] S. Ebru Bulgurcuoğlu ve Görkem Kelebek-Küçükarslan(2021), “Covid-19 Pandemisinde Covid-19 Pandemisinde (Yeniden) İnşa Edilen Mekânda Kadına Yönelik Ev İçi Şiddeti Anlamak”, Hacettepe İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 39:1, s: 71-83.

[3] Rachel G. Bratt(2006), “Housing and Family Well-being”, Housing Studies, 17:1, (2006), s. 19.

[4] Nancy Folbre, “Measuring Care: Empowerment and the Care Economy”, Journal of Human Development, 7:2 (2006) 183-199.

[5] Heidi Hartmann, “The Unhappy Marriage of Marxism and Feminism: Towards a More Progressive Union”, Capital and Class (1979) 1-33.

[6] Birleşmiş Milletle Nüfus Fonu, Impact of the COVID-19 Pandemic on Family Planning and Ending Gender-based Violence, Female Genital Mutilation and Child Marriage, (2020) Australia: UNFPA.