Geçtiğimiz gün ve haftalarda iktidarın toplumu kutuplaştırma aracı olarak kullandığı terör, güvenlik, dış politika, LGBTİ+’lar, başörtüsü gibi konular gündemi meşgul ederken; toplumun bütününü rahatsız eden eğitim sorunu yeterince tartışılmıyor. Oysa yaptığımız çalışmalarda hangi bölgede yaşarsa yaşasın, hangi aile yapısına sahip olursa olsun ve hangi kimlikten olursa olsun gençlerin tamamı eğitim sisteminden şikayetçi.
Eğitimde temel sorunlar: çalışmalarımızda ve saha ziyaretlerinde dile getirilenler
Henüz birkaç yıl öncesine kadar yurttaşlarımıza eğitim sistemini sorduğumuzda daha çok rekabetçi sınav sistemine yönelik şikayetler, ezberci müfredat, yabancı dil eksikliği gibi konularda yakınmalar gelirken; bugün okul, sınav ve servis ücretleri; kırtasiye, yemek, dersane masrafları; pandemi döneminde tablet ve televizyon ihtiyaçları ile üniversite öğrencileri için yurt ve barınma sorunları ön plana çıkmış görünüyor. Eğitimin niteliksizliği, bilimsellikten uzaklaşılması, iktidar yanlısı ideolojik müfredat, okulların imam hatip ortaokul ve liselerine dönüştürülmesi ve imam hatip öğrencilerinin de temel bilimlerle birlikte din eğitiminin yetersizliğine yönelik şikayetleri de ekonomik sorunların hemen ardından genellikle dile getiriliyor. Çok az kişi tarafından söz edilse de akran zorbalığının çeşitli türlerinin de önümüzdeki dönemde karşımıza daha çok çıkacağını tahmin ediyorum.
Bu arada bir parantez açarak eğitime dair konuların öncelikle öğrencilerle ve gençlerle konuşulması gerektiği düşüncesinde olduğumu belirtmeliyim. Bir öğrenci için temel yaşam alanı, sosyalleşilen ve kişiliğe en fazla etki eden yer olan okuldur. Orada kimlerle tanıştığınız, size nasıl davranıldığı, kendinizi değerli hissedip hissetmediğiniz, farklılıklarınıza nasıl tepkiler verildiği vb. yaşanmışlıkların izleri hayat boyu sizde kalır. Bir bütün olarak okul, sizin kişiliğinizi belirleyen en önemli unsurlardan biridir. Lise ve üniversitede ise kimlerle zaman geçirdiğiniz, ileride kurabileceğiniz ilişkiler açısından hayata birilerinin “gerisinde” ya da “ilerisinde” başlamanıza sebep olur. Bu yanıyla bazen mesleğinizi yürüttüğünüz yerden daha büyük etkisi olduğu bile görülür.
Ancak özelde okulun ve genelde eğitim sisteminin nasıl işleyeceğiyle ilgili fikri hiç alınmayan tek kesim de, öğrencilerdir. Bu yüzden, gençlerin ailelerinden farklı düşünebileceğinden de hareketle, geçtiğimiz yıl Türkiye’nin dört bir yanından lise ve üniversite öğrencileriyle ayrı ayrı görüşmeler gerçekleştirdik, onların sorunlarını dinleyerek Cumhuriyet Halk Partisi’nin yetkili kurullarıyla da paylaştık. Bu yazıda yapılan tespitler, söz konusu çalışma ve saha ziyaretlerindeki gözlemlerimden yaptığım çıkarımlardır.
Hayata 5-0 geriden başlamak: okul öncesi eğitim ve ilköğretim
Küçük çocukları olan genç ebeveynler kreş masraflarının bu kadar artmasından yakınıyorlar. Devlet ve belediye kreşlerinin olmadığı yerlerde -ki bu ne yazık ki Türkiye’nin büyük bir kısmını ifade ediyor – aileler bütçelerini hesaplıyorlar. Bu hesaplamalar sırasında kreş ve çocuk bakımı masraflarının evde birinin çalışmasının getirisinden fazla olduğu ortaya çıkıyor ve birinin profesyonel hayatını feda edip etmeme kararı almak zorunda kalıyorlar. Anne-babadan biri işi bırakacaksa, bu, çoğunlukla zaten düşük ücretle çalıştırılan kadın oluyor. Okul öncesi eğitimin getirdiği ek masraflar ve buralarda yabancı dil-eğitim kalitesi-psikolojik destek vb. konulu rekabet; hatta inanması zor görünse de küçük çocuklara yapılan sınav ve mülakatlar bile oluşturulan piyasanın bir kısmında yakınılan konulardan biri haline geldi.
İlköğretim ve liselerde ise devlet okullarında dahi eğitimin parasız olmadığını gösteren birçok sorun aktarılıyor. Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul İl Başkanlığının çalışması kapsamında yaptığım ev ziyaretinde şöyle bir hikayeyle karşılaştım: pandemi sırasında derslerini televizyondan takip etmesi gereken iki çocuk, evde bulunan bir televizyon ve video bile açmayan eski model telefonlar… Anne diyor ki “İki çocuk da yarım yarım eğitim alacağına birini seçtim. İkinci sınıfa giden oğlum seneye arayı kapatır umuduyla televizyonu büyük çocuğuma ayırdım.” Yeni eğitim yılı başlayalı aylar olmuşken, birilerinin ultra lüks hayatlar yaşadığını düşünerek ikinci sınıftaki o tatlı çocuğa baktığımı hatırlıyorum.
Servis ücretlerinden, artık binlerce lirayı bulan kırtasiye ve kitap masraflarından, alınamayan kitaplardan, gidilemeyen kütüphanelerden, beslenme çantasını içi boş olduğu için saklayan çocuklardan, mutsuz ve bezdirilmiş öğretmenlerden, sınava hazırlıkta dersane masraflarından bahsediyor aileler.
Üniversiteler: Türkiye’nin harcanan beyinlerini geri kazanmak
Üniversite öğrencilerinin sorunları ise üç gruba ayrılabilir. Birincisi, üniversitenin niteliksizliği. Boğaziçi Üniversitesi’nde net bir şekilde gördüğümüz kayırmacı ve partizan yönetim, eğitim kalitesini ve üniversitenin prestijini ortadan kaldırırken Boğaziçili bir öğrenci, düzenlediğimiz toplantıda Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu’na şunları söyledi: “Üniversite sınavına hazırlanırken bütün arkadaşlarım yurt dışına başvurular yapıyordu. Okuduğum lise dünyada tanındığı ve yabancı dillerimiz iyi olduğu için bu başvuruların büyük çoğunluğu başarıyla sonuçlanıyordu. Ama ben bu ülkede kalmak istedim. Arkadaşlarım şaşırdılar. Her şey kötüye gitse de en azından Boğaziçi Üniversitesi var, diye düşündüm. Bu yıl üniversitemde olanlardan, arkadaşlarımıza ve hocalarımıza yapılanlardan sonra Türkiye’den gitmediğime pişman oldum.”
Yeni kurulmuş üniversitelerdeki öğrenciler de laboratuvar veya kütüphane gibi imkanların sağlanmamasından, akademisyenlerin yalnızca kendi siyasi çizgileri doğrultusunda ya da yüzeysel bir program izlediğinden, üniversite yerine lisenin devamı gibi bir sistemin benimsendiğinden şikayetçiler. Tabii ki tamamı, istihdam sağlanmayacak olmasına rağmen neden bu kadar çok üniversite açıldığını anlamakta zorlanıyor.
İkincisi, kiraların ve özel yurt ücretlerinin korkunç seviyelere gelmesi, yurtların yetersiz sayıda olması veya yurt bulabilmiş olanların çok kalabalık, güvenlik endişesiyle, küflenmiş ya da kurtlu yemeklerle, kötü internetle ve ders çalışacak bir alanın olmadığı koşullarda yaşamak zorunda bırakılmaları.
Üçüncüsü, vakıf üniversitelerinde özellikle son bir yıldır artan sorunlar. Vakıf üniversitesi öğrencileri, maddi durumları iyi olduğu varsayılarak birçok kurumun bursundan mahrum kalsalar da ulaşım, yemek gibi harcamaların yüksekliğinden ve ailelerinin aslında imkanlarını zorlamasıyla bu okullara gidebildiklerinden bahsediyorlar. Son dönemde ise akademik personele kanunda tanınan haklarının ve hak edilen maaşların verilmemesiyle birlikte yaşanan sorunlara dair bir öğrenci bana şunları söyledi: “Okul yönetiminden bir hocamızla görüştük ve hocalarımızın sorunlarının çözülmesini istediğimizi söyledik. Bize verdiği cevap, ‘onlar hoca değil’ oldu. Her dersimizde bize yardımcı olan, sevdiğimiz ve haklı olduğunu da bildiğimiz hocalarımıza böyle davranılması bizi şoke etti.” Bir araştırma görevlisi ise şunları söyledi: “Biz kanundan kaynaklanan hakkımızı istiyoruz. Diğer yandan burada 15 yıldır çalışan bir işçi, çok da sevdiğimiz bir abimiz asgari ücret alıyor. Çocuklarının masraflarına yetişemiyor, gözyaşları içinde bunu anlatıyor. Biz kendimizden çok onlar için mücadele ediyoruz aslında.”
Özetle yurt ve barınma sorunundan yemek ve ulaşım giderlerine, burs yerine borç veren bir sistemden öğrencisi, öğretmeni ve akademisyenine değer vermeyen anlayışa bu şekilde kurgulanmış bir eğitim sisteminin Türkiye’ye ne kadar büyük zararlar verdiği ortada. Üstelik bu zarar, oy verdiği parti ne olursa olsun, hangi gelenekten ve kültürden gelmiş olursa olsun her kesimce görülüyor.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘ödemeyin’ çağrısı sonucunda kredi faizlerini sildirmesi, yurt sorununa 1 yıl içinde çözüm getirme planını gündemde tutması, “altılı masanın” rektör seçimlerini geri getirme konusunda ortaklaşması çok önemli adımlar. Borç değil burs veren; barınmayı, sağlığı, eğitimi, hatta sosyalleşmeyi temel hak olarak gören; devletin istihdam sağlama yükümlülüğünü kabul eden bir siyaset, bugün Türkiye’yi değiştirmeye çok yakın. Bunun yanında özel sektörün yaldızlarla süslenmiş imajının altında çocukların ve gençlerin parasız eğitim hakkı günden güne yok ediliyor; bir avuç kişi zenginliğine zenginlik katıyor. Türkiye’nin, bu nedenle, kamucu bir eğitim modeline, gerçek anlamda parasız ve bilimsel bir eğitim sistemine hiç olmadığı kadar ihtiyacı var.