johnsonbitchmedia

Gizem Bilgin AYTAÇ – İstanbul Sözleşmesi; Küreselden Yerele Şiddete Karşı Kadınların Özgürleşmesi

İstanbul Sözleşmesi’nden Türkiye’nin çekilmesi tartışmaları gündemin en ön sıralarındaki konularından biri. Politik düzlemde toplumsal cinsiyet eşitliği üzerindeki kavram kargaşası ise nerdeyse anlaşmanın imzalandığı yıllara yani 2012 sonrasına dayanıyor. Türkiye’de her kesim muhalefetinin çok ciddi baskılar gördüğü bu dönemden itibaren,  temel insan hakları aktörleri farklı politik mücadelenin içinde kendilerini buldular. Bunlardan en önemlisi, hükümetin hızla yüzleştiği ve varlığını reddettiği, gittikçe kendini sokaklarda, sosyal medyada kamuoyunda gösteren kadın hareketi ve toplumsal cinsiyet eşitliği talepleridir. Nitekim Erdoğan’ın kadınların özünde eşit olmadığına ilişkin açıklaması, kürtaj hakkının kısıtlanması üzerine tartışmalar ve kadın bakanlığının Aile bakanlığına çevrilmesi bu döneme rastlar. İstanbul sözleşmesinin Türkiye’nin öncülüğünde imzalanmasının arkasındaki feminist mücadeleyi anlamlandırmak, bu süreçlere verilen tepkileri ve politikaları okumak adına çok önemlidir. Şimdiye kadar sözleşmeyle ilgili yapılan toplantılar, eylemler ve yazıların en çok ortaklaştığı kısım da budur. AKP iktidarı döneminde imzalanan ve savunulan bu antlaşma bugüne kadar gene aynı iktidar partisinin eylemleriyle nasıl bir izlekte sözleşmeye karşıt bir noktada kendini tanımlamıştır.

Seksenlerden sonra kendini çok güçlü bir şekilde ifade eden feminist hareket, 2000’li yıllarda cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim üzerinden de örgütlenen LGBTİ hareketini de yanına alarak kadınlara ve erkeklere dayatılan klasik rollere karşı çıkmakla kalmamış; temsiliyet, özgürlük, eşitlik ve ayrımcılığa karşı mücadele ve şiddete karşı politika oluşumunda doğrudan katkı yapmıştır. İstanbul Sözleşmesi’nin Türkiye için önemi, sözleşmenin içeriği ve güvencelerinin, şiddetle mücadele de önemli araçlar olmasıdır. Bununla birlikte, feminist hareketin küresel siyasetteki ana kazanımlarına bakmak, uluslararası bir sözleşmenin, Türkiye için sadece hukuki değil siyasi olarak da önemini vurgulamak elzemdir; bu yazıda dilim döndüğünce biraz bunu yapmaya çalışacağım.

İstanbul Sözleşmesi nedir?

İstanbul Sözleşmesi’nin genel adı Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve bunlarla mücadeleye ilişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi olarak geçiyor. Küresel politika içinde feminist hareketin bağımsız bir siyasi kanal olarak gücünü en çok hissettirdiği 80’li yılların başında Birleşmiş Milletler güvencesiyle CEDAW[1] sözleşmesi dünya genelinde devletlerce onaylanmasıyla çok büyük bir kazanım elde ediyor. Kadın haklarının bir insan hakları öğesi olduğunu kabul eden bu sözleşme, ardılı gelen önlemlerin de tarihsel başlangıcını ve ilkesel sınırlarını belirler. Kadına yönelik şiddeti bir insan hakları meselesi olarak gören üçüncü ve en kapsamlı bölgesel sözleşmedir. Latin Amerika ve Karayipler bölgesinde Amerikan Ülkeleri öncülüğünde 1994’de imzalanan “Belem do Para” ve Afrika Birliği öncülüğünde kabul edilen Maputo Sözleşmesi gibi Avrupa Konseyi’nin kadına yönelik ve ev-içi şiddet olarak tanımlanan engelli, göçmen, LGBTİ, çocuk toplumsal cinsiyet temelli şiddetin hedefi olabilecek tüm insanları şiddete karşı özgürleştirecek bir metin olarak kabul etmeliyiz.

Vurgulanması gereken bir diğer nokta ise, İstanbul Sözleşmesi’nin kadın güvenliğini merkeze alan bir boyutta önemli ve bağlayıcı bir metin olmasıdır. Bugün küresel politikada devletin güvenliğini öncelleyen politikalar özellikle BM Kalkınma Programı 1994 İnsani güvenlik raporunda da belirtildiği gibi insan merkezli güvenlik algılarını dışlamaktadır.

Kadınların güvenliği

Devlet, aile ve bireyler kadar şiddettin uygulayıcısı olabilmektedir. Hatta klasik devlet inşasında toplumların güvenliğini sağlayıcı unsur olarak meşru şiddet tekelini de elinde tutmaktadır. Kadınlar,  hem devlet şiddetinin hem aile içi şiddetin oran olarak en büyük mağdurlarıdır. Aynı zamanda şiddetin failleri, şiddet uygulayıcılar, biyolojik cinsiyetinden bağımsız olarak cinsiyet rolleriyle son derece ilişkili davranmaktadır. Egemen erillik olarak tanımlanan bu kavramda şiddettin faillerin cinsiyetinden çok uyguladığı güç politikaları önemlidir. Bu nedenle simgesel olarak İstanbul Sözleşmesi eylemlerinde hem cinslerine orantısız olarak müdahale eden kadın polis aslında hükümetin de eril gücünü temsil etmektedir. Çatışma durumlarında bir silah olarak kullanılan cinsel şiddet, barış döneminde devam eden toplumsal cinsiyet rollerine göre ayrışan ev içi şiddet, ekonomik ve politik ayrımcılık da şiddetin bir parçasıdır. Tam da bu nedenle kadın cinayetlerinde artış bir insan güvenliği, kadın güvenliği meselesidir. Kadın güvenliğin çatışma dönemleri ve sonrasında sağlanmasının önemi büyüktür. İstanbul Sözleşmesi ikinci maddesi[2] şiddete karşı önlem koşullarını çok geniş tanımlanmıştır.

 2014 onaylanan İstanbul Sözleşmesi’nin ilkelerini kabul ederek yasal bir halde koruma önlemlerini getiren 6284 sayılı yasanın çekinceli, eksik ya da çokça uygulanmasının nedeni de tam da budur. Devlet, hane içi ilişkileri politika dışı görmekte;  ailenin varlığını her koşulda korurken, kadının haklarını ve güvenliğini geri plana itebilmektedir. Türkiye, Bulgaristan ve Polonya gibi muhafazakar siyasi görüşlerin öncülüğünde süren bu kampanyalardaki vurgu, toplumsal cinsiyet eşitliği kavramının sorgulanması ve ailenin öne çıkarılması üzerinedir. 2015’den sonra toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik hiçbir eylem planı hükümet organlarınca açıklanmamış; 2016’den itibaren TBMM’de kurulan Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu görüşmeleri etkin olarak işletilmemiştir.

.İstanbul Sözleşmesi metni detaylı incelendiğinde imzacı devletlere kadının hakları ve şiddete karşı güvenliğini koruma görevini veriyor. Bunu da koruma, önleme, kovuşturma ve politika üretme üzerinden gerçekleştiriyor. İstanbul sözleşmesi cinsel yönelim, cinsiyet kimliği göçmenlik ve engellilik üzerinden kadınları, çocukları ve şiddet risk altındaki grupları koruyor. Bu noktada yasal önleme mekanizmaları geliştirilmesi isteniyor. Uluslararası ve yerel kurumlarla, sivil toplum örgütleriyle iş birliği yapılması, bilinçlendirme, izleme yapılması öngörüyor. İstanbul Sözleşmesi GREVIO adı altında   Kadına Yönelik ve ev içi Şiddete Karşı Mücadelede Uzmanlar Grubu kurmuştur. Türkiye’de Mor Çatı, SPOD; CSMD gibi önemli hak odaklı örgütlerin İstanbul sözleşmesiyle ilgili, GREVIO’ya gölge raporu sunmaktadır. Yani İstanbul Sözleşmesi devleti şiddete karşı güvenli kılmakla yükümlü kılarken, denetim mekanizmalarını örgütlü ve çok aktörlü olarak sağlamaktadır. İstanbul Sözleşmesinin en önemli katkısı 6284 sayılı kanunun uygulanmasıyla birlikte Şiddeti önleme merkezlerinin kurulması ŞÖNİM’ler olmuştur.

Uygulamadaki sorunlar ve kadın hareketinin kararlılığı

Tarihçesinde baştan geçtiğimiz gibi bütün bu aygıtların kullanılmasına rağmen bugün hala İstanbul Sözleşmesinin getirdiği birçok hakkın uygulanmasını engellemeye çalışan bir direnç gözükmektedir. Cinsel şiddetle mücadelede kolluk kuvvetleri ve yargıda sadece bu konuyla ilgilenen birimler kurulmamıştır. Israrlı takip TCK içinde hala bir suç değildir. Ana dili Türkçe olmayan vatandaş ve göçmenler bu sistem içerisinde dezavantajlı durumdadır. Covid-19 pandemisi sonrası izolasyon sürecinde HYSK 6284’ün kolluk kuvveti tarafından uygulanmasına yasal sınırlar getirebilmiştir.  Türk Ceza Kanunu 103 üzerine tanımlanan suçlara evlilik yoluyla af getirilmesi gündemde çığ gibi büyürken, İstanbul sözleşmesinden çıkma talepleri sesini yükseltmiştir.  Çocukla evlilik yaşını indirmeye çalışan, 2016’dan müftülük nikahı ile itibaren çocuk yaşta evliliklerin yolunu açmaya çalışan ve belki de en son talepler içinde Türkiye’nin çocuk istismarına yönelik olarak taraf bulunduğu Lanzarote antlaşmasından ve CEDAW’dan çıkma taleplerini dile getiren siyasi aktörler, egemen erilliğin, muhafazakâr siyasete nasıl alet edildiğini ataerkil sistemin içinde devletin egemen erilliğinin ne kadar güçlü bir biçimde devam ettiği göstermektedir.

Bütün bu baskılara rağmen Türkiye feminist hareketi, İstanbul Sözleşmesini madde madde savunmakta ve kamuoyu önünde ciddi bir gündem oluşturma konusunda son derece başarılı olmaktadır. Şiddete karşı mücadele bir insan hakları ve insan merkezli güvenlik meselesidir. Bu nedenle farklı siyasal duruşlarda olan kadın örgütlerinin, LGBTİ hareketinin sözleşmeye destek vermesi her türlü ayrımcılıkla ve eşitsizlikle mücadelede ortak bir dil yakalanması adında çok önemlidir.

*Gizem Bilgin AYTAÇ
Dr., Siyaset Bilimci
gizembil@istanbul.edu.tr


[1] BİRLEŞMİŞ MİLLETLER KADINLARA KARŞI HER TÜRLÜ AYRIMCILIĞIN ÖNLENMESİ SÖZLEŞMESİ

[2] Bu Sözleşme, aile içi şiddet de dahil olmak üzere, kadınları orantısız bir biçimde etkileyen, kadına karşı her türlü şiddet için geçerli olacaktır. 5 2 Taraflar bu Sözleşmeyi tüm aile içi şiddet mağdurları için uygulamaya teşvik edilir. Taraflar bu Sözleşmenin hükümlerinin uygulanmasında toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin kadın mağdurlarına özel olarak dikkat göstereceklerdir. 3 Bu Sözleşme, barış zamanında ve silahlı çatışma durumlarında geçerli olacaktır.