Sürecin hala içinde iken Gezi Direnişi hakkında yazı yazmaya çalışmak, hareketin dip dalgalarını, hareket öncesi ve sonrası karmaşık politik süreçleri, ülke ve dünya politik tarihindeki yeri ve etkilerini analiz etmek çok zor. Bu nedenle, ben bu yazıda sadece Gezi Parkı ve çevresi ile sınırlı olarak birkaç başlık altında bir taslak çıkarmaya çalışacağım.
Kadınların katılımı…
Gezi Direnişi, Türkiye ve dünya tarihi açısından kadınların en yoğun katılımı ile gerçekleşen direnişlerden biri oldu. Yapılan anketlerin çoğunda katılımcıların yarıdan fazlasının kadın olduğu görülüyordu. Kadın hareketinde ve karma yapılardaki örgütlü kadınları kat kat aşan bireysel kadın katılımı vardı. Yıllardır “bir avuç marjinal feminist” sataşmalarına, Gezi Direnişi ile gerekli yanıt verilmiş oldu.
Birdenbire ve kendiliğinden yükselen bu direnişteki kadın katılımında, yıllardır verilen kadın hareketi mücadelesinin en geniş kadın kesimlerine ulaşmış olmasının payı büyüktü. Ancak bu katılımı etkileyen bir başka etmen ise, kıyafetinden bekaretine; doğuracağı çocuk sayısından, onu nasıl doğuracağına dek, hemen her fırsatta siyaset nesnesi haline getirilmesine duyulan birikmiş öfke idi. “Kadın erkek eşitliğine inanmıyorum” diyen Başbakan’ın, tüm bir devlet mekanizmasını ve kadrolarını kullanarak kadınları “aile içinde uysal kölelere dönüştürme” politikaları, özellikle “ustalık dönemi”’nde hız kazanmıştı. “Kentsel dönüşüm” projeleri ile talan edilen ve betonlaştırılan İstanbul’un merkezindeki son yeşil alan için direnenlere uygulanan vahşi polis terörü, bardağı taşıran son damla oldu.
Her yaştan ve kesimden kadınlar Gezi Parkı’nda, sokaklarda, barikatlarda, meydanlarda, mahalle parklarındaki forum alanlarında her yerde ve en önlerdeydi. Tıbbi ve hukuki destek ekiplerinde kadınlar çoğunluktaydı. Direnişçilere evlerinin kapılarını açan, ellerinde limon ve sirkeli su ile kapısının önüne çıkan, tencere tava çalarak balkonlarda seslerini duyurmaya çalışanlar, kadınlardı.
Farklılıklarla birlikte…
Gezi olayları, Türkiye kadın hareketinde yıllardır yoğun tartışmalar ve büyük emeklerle oluşturulmaya çalışılan ittifakların toplumsal öneminin geniş kesimlerce fark edilmesi açısından da öğretici bir deneyim oldu. Genç, yaşlı, başörtülü, başörtüsüz, LGBT, Kürt, Türk, Yahudi, Çerkes, Ermeni, Alevi, Sünni, ateist, işçi, esnaf her kesimden kadın, her yerde birlikteydi. İktidarın tüm ayrıştırma/kutuplaştırma çabalarına rağmen, farklılıklarla yanyana dayanışarak direnmenin güzelliğini herkese gösterdiler.
Kabataş’ta başörtülü Z.D.’ye yapıldığı öne sürülen saldırı duyulur duyulmaz, yüzlerce kadın Kabataş’tan Taksim’e bir yürüyüş düzenleyerek, öfkenin başörtülü kadınlara yöneltilmesi girişimlerine karşı çıktılar. Kadınların varoluşunu, başörtülü/başörtüsüz gibi siyasal sınıflandırmalarla bölüp kutuplaştırma girişimlerinin içimize dek sızmış olan eril yapısını teşhir ettiler.
Gezi Direnişi içinde aktif olarak yer alan feminist kadınlar, zaman zaman kadınlar arasındaki siyasal farklılıklardan kaynaklanan küçük gerilimlere hemen müdahale ederek, tarafların kendi çözümlerini bulmasını sağladılar. Aynı şekilde, erkek grupları arasındaki farklılıkların da bir sorun oluşturmaması; direnişin milliyetçi, ulusalcı, militarist yönlere savrulmaması için özel bir çaba harcadılar. Siyasal iklime egemen olan kutuplaştırma politikaları nedeniyle birbiriyle bir araya gelememiş ve birbirine mesafeli duran kesimlerin birlikteliğinden doğacak gücün, birbirine katabileceklerinden doğacak zenginliğin fark edilmesi direnişin en önemli kazanımlarından biri oldu.
Direnişin dilini dönüştürmek…
Özgür yaşam alanları…
Direniş başladığında binlerce ağızdan yükselen ırkçı, militarist, cinsiyetçi ve homofobik sloganlara ve yazılamalara feministlerin verdiği mücadele en yoğun ve en etkili mücadelelerden biri oldu. “Öfkenin adresi Başbakan ve hükümetin yürütücüleridir; onların “eşleri”, kızları değildir!”, “Küfürle değil, inatla diren” diyerek, tüm direniş alanlarında topyekün bir eril dil temizliği başlattılar. Yürüyüşler yapıldı, sembolik bazı cinsiyetçi yazılamalar dönüştürüldü, alternatif dövizler ve pankartlar asıldı.
Yasakçı, baskıcı, boğucu toplum mühendisliği uygulamalarına karşı “yaşam tarzına ve özgürlüklerine” sahip çıkmak üzere direnişe geçen kadın-erkek binlerce direnişçi, kısa sürede Gezi Parkı’nı, Taksim Meydanı’nı ve meydana çıkan tüm ana caddeleri devletsizleştirdi, özgürleştirdi. Devletin varlığının barikatların dışından plastik mermiler, gaz bombaları yağdırmaktan ibaret kaldığı bir ortamda, içeride devletsiz bir yaşamın şenlikli özgürlüğü hüküm sürdü.
İnsanlığa karşı suç ve şiddet övgüsü yapan ırkçı, cinsiyetçi ve homofobik olanlar dışında hiçbir bayrak, pankart, simge, isim, resim kısıtlaması olmaksızın, en geniş ifade özgürlüğü ortamı yaratıldı. Özgürlük, demokrasi ve tüm toplumun kendi hayatları hakkında karar alma ve uygulama mekanizmalarına dahil edilmesi için yola çıkmış olanlar, forumlarda eşit söz hakkına sahip bireyler olarak tüm kararları birlikte aldılar. Park içi yaşamı birlikte örgütlerken, parkın temizliğinden, yiyecek tedariki ve dağıtımına; gaz bombalarına karşı organizasyondan, ilkyardım müdahalelerine dek tüm işler, cinsiyetçi olmayan bir işbölümü ile kollektif olarak yapıldı. Hiç bir alanda, kadın işi/erkek işi ayrımı yapılmadı. İhtiyaçlar para ilişkilerine girilmeden karşılandı, ihtiyaçtan fazla tüketime karşı politik bir tavır konuldu. AVM’lere tepki, esnafla dayanışmaya dönüştürüldü. Ölümler, sakat bırakılmalar ile yıldırılmaya; “çapulcu”, “ayaktakımı” gibi sözlerle aşağılanmaya; “darbeci”, “Ergenekoncu”, “faiz lobisinin oyuncağı”, “dış güçlerin kuklası” gibi yaftalara aldırış edilmeksizin, “başka bir hayat mümkün” umudunun somut bir modeli yaratılarak yanıt verildi.
Tüm bu süreçte kadın hareketinin -özellikle 1980 sonrası bağımsız ve yatay ağlar biçimindeki örgütlenme deneyiminin- önemli bir etkisi oldu. Kadın hareketindeki feminist çekirdeğin; hiyerarşik olmayan, katı işbölümlerine dayanmayan, şiddetsiz ve dayanışmacı çalışma modeli belirleyici öenmdeydi. Başta kadına yönelik şiddet olmak üzere ayrımcılığın tüm biçimlerine karşı ortak sorunlar için mücadeleyi -başta Kürtler, Aleviler, başörtülüler, LGBT bireyler olmak üzere- ezilmenin farklı biçimlerini yaşayan tüm kesimlerle birlikte yürütme ısrarı; en muhalif/alternatif kesimlerde bile içkin olan cinsiyetçiliğin teşhirinden bir an bile vazgeçilmemesi çok önemli rol oynadı.
Yeniden örgütlenme zamanı…
Gezi Direnişi sadece iktidara değil, muhalefete de saymakla bitirilemeyecek dersler verdi. Siyasi partilerin, sendikaların, meslek örgütlerinin, sivil toplum örgütlerinin silkinip kendilerini yeniden örgütlemeleri gereğini açıkça gösterdi. Gezi’nin aynasından Türkiye kadın hareketinin duruşu muhteşemdi. Ama tüm yapılanların ağırlıkla feminist kadın gruplarınca gerçekleştirildiğini; bazı kurumsal kadın örgütlerinin ve aktivistlerin izlemekle yetindikleri ya da Park’ı ziyaret benzeri sınırlı bir destek verdiklerini de kaydetmek gerekiyor. Direnişe bağımsız olarak katılan kadınlara, kadın hareketinin sözünün ulaşmakta olduğu açıkça görüldü. Ama varolan kadın örgütlülüklerine katılımları ya da kendi örgütlülüklerini yaratmaları konusundaki yetersizlik de ortada. Özellikle genç kadınların hareketle bağlarının güçlendirilmesi büyük önem taşıyor. Ortak politikalar oluştururken, farklı kimliklerden aktivistlerle yapılan ortaklıkları daha da görünür kılmanın önemini hiç atlamamak gerekiyor. Kadın hareketindeki kurumsallaşmış ve bu nedenle özel bir önem taşıyan kimi yapılarda -ve özelikle siyasi partilerin kadın birimlerinde- gerek vizyon ve gerekse de kadrolar açısından yenilenmeye ihtiyaç var.
Gezi Direnişi, sözümüzün ufkunu daha geniş tutmamızı; sadece kadınlar için değil, tüm toplum için hiyerarşi ve tahakküm içermeyen bir yaşam ütopyasına daha sıkı sarılıp onu bireysel ve örgütsel yaşamlarımızda daha da cesaretle savunmamız gerektiğini güçlü bir biçimde yeniden hatırlattı bize.
Hülya Gülbahar
Avukat
hulya.gulbahar@yahoo.com.tr