Gérard Fuchs – Türkiye Nereye Gidiyor?

Önce bir parça tarih…

Benim gibi bir Fransız için Türkiye daima büyüleyici bir ülke olmuştur.

Bir kez ülkelerimizin, genel olarak bilinenden çok daha önemli bir ortak tarihi vardır. Her iki ülke toprakları da, yüzyıllar boyu Roma İmparatorluğu’nun birer eyaleti olmuştur. Daha sonra Avrupa’nın ortasında, birimiz Hıristiyanlık birimiz de İslam adına çarpıştık; ancak bu, sonradan, dönemin jeopolitiği gereği, Fransa kralları ile Osmanlı sultanları arasında karmaşık diplomatik ilişkilerin kurulmasına engel oluşturmadı. Fransızların 19. yüzyılda bir sömürge imparatorluğu kurma arzusu, o dönemde Atlantik’ten Hint Okyanusu’na uzanan bir Türk İmparatorluğu ile yeni çatışmalara yol açmıştı. Ancak Birinci Dünya Savaşı sonunda yapılan uluslararası sözleşmeler yepyeni bir durum yarattı: Ortadoğu devletlere bölündü ve Fransa, Suriye ve Lübnan’ın vesayetini üstlenerek, daha sonra «Türkiye» olan  ülkeyle –zaman zaman ortak kararla belirlenen- bir sınıra sahip oldu.

İstanbul kimliğini yeniden belirlemek durumundaydı; o, artık Müslümanların tümünü veya çoğunu kucaklayan bir imparatorluk başkenti değildi. İstanbul, artık çok daha dar sınırlara indirgenmiş ve bundan böyle kendini din yoluyla değil bir dil ve bir kültür yoluyla tanımlayan bir ülkenin kentiydi. Tek sorun, kendilerine bir devlet vadedilmiş olup bunu elde edemeyen Kürtlerdi. Kazanan devletler bir olasılıkla Türkiye’yi çok zayıflatma yanlısı değillerdi; ama İngiltere’nin, daha sonra Irak olacak ülkedeki petrol alanlarını kendi kontrolü altında tutmak istediği kesindi.

Üçüncü Cumhuriyet Fransa’sı ve Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti, devletlerini ortak bir değere dayandırdılar: Laiklik. Dinlerin varlığı kabul edilmekle birlikte, sınırlar ve kurallar bu kavram aracılığıyla tanımlanmıyordu. Her bireyin hak ve görevleri demokratik süreçlerden kaynaklanıyor; bunlar ise, ülkenin anayasasından günlük yaşamın kurallarına kadar yurttaşların oyuyla belirleniyordu. Gerçek aslında, kuşkusuz ki, daha karmaşıktı ve Türk silahlı kuvvetleri, uzun bir süre boyunca kendilerini, oluşturdukları ülkenin sahibi olarak gördüler. Ancak itiraf etmeliyim ki, Fransa Cumhuriyeti de zamanında iki kez İmparatorluğa dönüşmüştü.

 İstikrarı bozan şok

Türkiye ekonomik kalkınma, laiklik ve demokrasi yolunda ilerlemekteyken bir kasırga bölgeyi silip süpürdü: İkinci Körfez Savaşı. Zaten bu savaşların birincisi ortalığı epey bir sarsmıştı; ama onun hiç değilse açık ve gerçekçi hedefleri vardı: başta Suudi Arabistan ile Irak arasındaki olmak üzere, mevcut sınırların geçerliliğini ve bunlardan kaynaklanan dengeleri ve böylece, oluşmuş petrol paylaşımlarını korumak;  bölgenin siyasal rejimlerinin varlığını tartışmaya açmamak. Başkan George H. W. Bush’a, Irak’ın Sünniler ile Şiilerin bir arada bulunduğu bir ülke olduğunu ve bu karmaşık yapının istikrarını bozmanın riskli olacağını belki söylemiş olan öngörülü bir danışman bile vardır. Ancak, doğru olduğunu sandığım varsayımlarıma göre, maalesef ya «baba Bush»a verilen bilgi «oğul Bush»a aktarılmamış ya da oğul Bush bunun anlamını kavrayamamıştır!

Ben, şahsen Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu durumun büyük ölçüde, Ortadoğu’yu altüst etmiş olan bu İkinci Körfez Savaşı’ndan kaynaklandığı kanısındayım. Yapılmış olmaması gereken bu savaş, durulması zor olacak bir Sünni-Şii çatışmasının meydana gelmesine yol açmıştır. Her bir ülkenin kendi içinde çözebilmesi artık zorlaşan bir Kürt sorununu ön plana çıkarmıştır. IŞİD’in işgal ettiği topraklardan çıkarılması ve savaşçılarından sağ kalanların başka yerlere dağılması yukarıdaki sorunların daha da önemli hale gelmesine neden olacaktır.

Türkiye için nasıl bir gelecek?

Kaynağı belirsiz Temmuz 2016 darbe girişimi karmaşayı daha artırdı. Bu darbe, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, -suçlamaların çoğunun zayıflığı dikkate alınırsa- hukuksal temelleri kuşkulu ve onbinlerce insanın tutuklanmasına yol açan kapsamı orantısız bir cadı avı bahanesi sağladı. Türk Solu -bu ayaklanmayı derhal ve tereddütsüz kınamış olmasına karşın- bugün cumhuriyetçi askerlerin, laiklik savunucusu akademisyenlerin, yalnızca gerçek peşindeki gazetecilerin işlerinden atılmaları ve tutuklanmaları yüzünden zayıflamış bulunuyor.

Böylece oluşturulmuş ortam, görev süresinin sonu yaklaşan bir başkana, bugün yeniden partisinin ve belki 2019’da artmış yetkilerle de ülkesinin başına geçme olanağı veren bir anayasayı oylatma olanağı sundu. Türkiye Kürtleri ile her türlü diyalogdan kaçınan, toplumun ayrışmasını derinleştiren bir milliyetçiliği körükleyen, bölgede Sünni İslam’ın liderliğini üstlenmeye uğraşan Erdoğan, kısa vadede kişisel konumuna yarar sağlayan ama orta vadede bölge barışına kesinlikle hizmet etmeyen bir yol izlemektedir.

Oysa barış, hepimiz biliyoruz ki, hala daha yoksul kalmış geniş bölgeler kapsayan Türkiye’nin ekonomik gelişimi için kaçınılmaz bir koşuldur. Günümüzde, Avrupalı olsun olmasın, yabancı yatırımcılar projelerinin çoğunu askıya almışlardır. Yarın asılsız veya kasıtlı ihbarlar yüzünden tutuklanabilecek bir Türk partner ile iş ilişkisine girmek söz konusu olamaz; ülkeye yerleşecek bir yabancının, en iyi eğiticileri belirsiz gerekçelerle hapse atılabilecek bir okulu çocukları için seçip onun yakınına taşınması düşünülemez; gittikçe daha çok kontrol altına giren medya tarafından dağıtılan bilgilerin gerçekliğinden kuşku duyma zorunda kalmaya katlanılamaz.

Uzun yıllardır Fransız Solu bünyesindeki bir vakfta çalışan biri olarak, Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International) kalibresinde bir kuruluşun yöneticilerinin, ciddi bir açıklama yapılmaksızın, haftalar boyu hapiste tutulabilmesini veya yalnızca işini yapan bir gazetecinin serbest kalmasını sağlamak için en üst Fransız makamlarının araya girme durumunda kalmasını şaşkınlıkla izliyorum.

Türkiye, geçmişiyle haklı olarak gurur duyan büyük bir ülkedir. Bu ülke, parçalanmış bir Ortadoğu’da denge ve istikrar sağlayıcı bir işlev görebilir. Doğu ve Batı kültürlerinin bir aradalık örneğini vererek bu ikisi arasında bir köprü rolü oynayabilir. Ulusal gurur, gelişmeye ve barışa yol açar; ulusalcı veya dinci aşırılık ise yıkım ve savaş getirir.

Dilerim ki, aklın gücü, korku ve kinin üstesinden gelir.

*Gérard FUCHS
Fransa Eski Milletvekili,
AB Parlamento Eski Üyesi
Jean Jaures Vakfı Asya Temsilcisi
Çeviren: Aydın Cıngı
gfuchs@jean-jaures.org

Bir cevap yazın