Cumhuriyet’in ilk yüzyılının bitip ikinci yüzyılının başlayacağı dönemi, geçmişin muhasebesini yaparak geleceğimizi daha doğru şekillendirmek için bir fırsat olarak kabul edeceksek, yeni bir kültür politikası vizyonu belirlemek de ana başlıklarımızdan biri olmalı.
Sosyal Demokrat Dergi’de daha önce yazdığım bir yazıda cumhuriyetin ilk yıllarından günümüze farklı iktidarların kültür politikalarını değerlendirmiştim. Kısaca özetleyecek olursam; Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren ilk çeyrek asırlık süreçte -Atatürk ve İnönü dönemlerinde- kültür en az diğer devlet meseleleri kadar ciddiye alınmış, ülkede sanatın yükselmesi ve toplumun kültür seviyesinin lâik bir çerçevede geliştirilmesi amacıyla kültür sanat alanına önemli yatırımlar yapılmıştır. Temel bakış açısı bu olmakla birlikte Atatürk ve İnönü’nün kültür politikalarının detayında önemli farklılıklar olduğunu da unutmamak gerek. Buna karşın 1950’lerde, her alanda olduğu gibi kültür sanat alanında da bir “kendi haline bırakma”, başka bir deyişle bir “politikasız politika” dönemine girilmiştir. 1970’lerde ise değişen hükümetlerin kültür politikaları milli kültür, ulusal kültür, evrensel kültür kavramları arasında gidip gelmiş ve yöneticiler bu kültür politikalarını kitle iletişim araçları ile yaygınlaştırmaya çalışmışlardır. 2003 yılında başlayıp günümüze kadar devam eden AKP döneminde ise iktidarın kültür politikası vizyonuna dair ipuçları şöyle sıralanabilir:
- O dönemde ayrı iki kamu kurumu olan Kültür ve Turizm Bakanlıklarının yeniden bir araya getirilerek kültürün turizmin bir aracı olarak görülmeye başlanması. Bu dönemde yazılan Ulusal Kültür Politikası metninde kültür ve sanattan sürekli olarak “Türkiye’nin dünyaya tanıtımının bir aracı” olarak bahsediliyor olması da bu görüşü doğrular nitelikte,
- Kültür politikası yapım ve uygulama süreçlerinde gerçek anlamda bir katılımcı yaklaşımın izlenmemesi,
- Tiyatro başta olmak üzere sanatın farklı alanlarında verilen devlet desteklerinde sanatçıların ve kurumların siyasi duruşunun bir kriter olarak öne çıkması ve muhalif duruşa sahip olan sanatçıların desteklerden mahrum bırakılması, kamu kurumlarından ihraç edilmesi, hem kamu hem özel radyo-TV kanallarından dışlanması,
- Devlet desteklerinin sektörler arası dağılımındaki adaletsizlikler. Örneğin canlı müzik etkinliklerinden toplanan eğlence vergisinin bir finansal destek olarak müzik endüstrisine dönmemesi,
- Hükümetin “geleneksel kültürümüz” olarak nitelediği belli sanatsal türleri kayırması ve dolayısıyla kültürel ifadelerin çeşitliliğinin korunması ve gelişmesi için adil bir ortam yarat(a)maması,
- AKP’nin muhafazakar yaşam anlayışıyla çelişen sanatsal ifadelere ve eserlere karşı son derece dışlayıcı bir dil kullanılması ve bunu takip eden sansür ve otosansür süreçleri,
- Kültür ve Turizm Bakanlığı çatısı altındaki birtakım iyi niyetli çabaların -Kültürel Kalkınma Planı, Kültür İstatistikleri Projesi vb.- sürdürülebilir bir yapıya kavuşturulamaması.
Cumhuriyetimizin ilk yüzyılının sonuna yaklaşırken kültür politikasındaki bu olumsuz gidişatı geri döndürmek için muhalefet partilerine, özellikle de Atatürk’ün partisi olmakla övünen ve birçok değerli sanatçının doğru kültür politikalarının oluşturulması ve uygulanması konusunda sığınılacak tek liman olarak gördüğü CHP’ye çok önemli görevler düşüyor. CHP, AKP’nin icraatlarına karşı sistematik eleştirel söylemler üretmeli ve iktidar olmayı beklemeden sanatçılar ve kültür profesyonelleriyle işbirliği içinde kendi alternatif kültür politikasını uygulamaya başlamalıdır.
Peki, bugünün CHP’si bunu yapıyor mu? Cumhuriyetin ikinci yüzyılında yapacak mı?
CHP’nin geçtiğimiz yaz gerçekleşen kurultayında açıklanan “İkinci Yüzyıla Çağrı” beyannamesinde kültür politikalarına, hatta genel anlamda kültür ve sanata hiç yer verilmemiş olması aslında CHP’nin bugüne kadar ne yap(ma)dığını ve bundan sonra da bu yapısıyla yola devam ederse neleri yap(may)acağını açıkça gösteriyor.
Aslında CHP’nin 13 maddelik ikinci yüzyıl beyannamesinde kültür sanata yer vermemesi çok yerinde bir hareket olmuş! “Neden?” diyecek olursanız, CHP bugüne kadar çeşitli metinlerde kültür sanatla ilgili konulara yer verdi, çeşitli yemekli toplantılarda sanatçıları ve kültür profesyonellerini 5 yıldızlı otellerin balo salonlarına toplayıp kendilerine fikirlerini sordu. Fakat CHP hiçbir zaman o metinlerde yazanları yapmadı. Tüm iyi niyetleri ve yüksek motivasyonlarıyla katkı sunmaya gelen o kültür sanat insanlarının söylediklerini uygulamadı. Yani CHP’nin o metinleri de, toplantıları da her zaman “mış gibi” yapmaktan, hem toplumu hem sanat insanlarını oyalamaktan ibaretti. O yüzden CHP bu beyannamede kültür sanata yer vermeyerek en azından kültür politikaları alanındaki gerçek vizyon(suzluğ)unu ortaya koymuş, kısacası daha dürüst davranmış oldu. Ben bu tip eleştiriler yazdığımda bazı kraldan çok kralcılar, “CHP iktidar olmadan nasıl uygulasın kültür politikalarını?” gibi çıkışlar yapabiliyorlar. Onlara cevabımı peşinen vereyim: Eğer CHP’nin söz konusu metinlerini inceler, sanatçıların CHP’ye bugüne kadar yaptığı önerileri gözden geçirirseniz, içlerinde iktidar olmadan da uygulanabilecek birçok husus olduğunu görürsünüz.
Gelelim eğer CHP bizim istediğimiz, beklediğimiz, yıllardır hasretini duyduğumuz CHP olsaydı “İkinci Yüzyıla Çağrı” beyannamesinin 14. maddesi ne olurdu sorusuna. Hatta eğer öyle olsaydı kültür politikaları, beyannamenin 14. sırasına kalmaz, ilk 3 maddesinden biri olurdu belki de…
Cumhuriyetin ikinci yüzyılı için kültür politikası vizyonu
Türkiye’de sanatçıların, kültür profesyonellerinin ve bu alanda çalışan sivil toplum örgütleri ile akademisyenlerin aktif katılımıyla yeni bir yazılı kültür politikası metni hazırlanmalıdır. Bu metin, Türkiye’deki kültür sanat hayatına dair kapsamlı bir vizyon ve bunu gerçekleştirecek yol haritasını içermelidir. Katılımcı yaklaşım, yalnızca kültür politikası yapım sürecinde değil uygulama süreçlerinde de devam ettirilmelidir. Böylelikle kültür politikamız, öngörülemeyen kriz dönemleri de dâhil olmak üzere, her koşulda daha esnek ve dolayısıyla sürdürülebilir bir yapıya kavuşabilir.
Kültür politikasının temel prensibi, sanatçıya sanatsal üretimlerini gerçekleştirebileceği özgür ortamın sağlanması olmalıdır. Bununla birlikte sanatçının statüsü, sosyal hakları, uluslararası dolaşım hakları, fikri mülkiyet hakları gibi kavramlar yeniden gözden geçirilmeli ve Türkiye’deki sanatçıların talep ve ihtiyaçları doğrultusunda iyileştirilmelidir.
Kültürel sektör değer zincirlerinin farklı kademelerinde görev alan farklı mesleklerin tanımları yapılmalı, mesleki standartlar belirlenmeli ve bu standartlara uygun insan kaynağı yetiştirilmelidir.
Kültür sanatın her alanındaki ifade çeşitliliğinin korunması ve geliştirilmesi konusunda gerekli tüm önlemler alınmalıdır. Bu konuda hem sektör bileşenleri hem de toplum nezdinde farkındalık yaratılmalıdır. Bu bağlamda, ülke olarak taraf olduğumuz UNESCO 2005 Kültürel İfadelerin Korunması ve Geliştirilmesi Sözleşmesi’nin prensiplerine uyulmalı ve söz konusu Sözleşme’nin gereklilikleri yerine getirilmelidir.
Sanatın farklı alanlarına ve her alandaki farklı janrlara aşinalıkların erken yaşlarda oluşabilmesi için örgün eğitim müfredatına sanat, tüm çeşitliliğiyle dahil edilmelidir. Bunun yanı sıra aynı hedefle hazırlanan örgün eğitim dışı projelerin desteklenmesi sağlanmalıdır.
Kültürel sektörlerde sermayenin büyük bölümünü elinde bulunduran majör şirketlerle bağımsız sanatçılar arasındaki güç dengesizliklerinin ortadan kalkmasına yönelik etkin önlemler alınmalı, bağımsız sanatçıların büyük şirketlerle eşit fırsatlara sahip olmasını garanti edecek mekanizmalar oluşturulmalı, yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
Kültür ve sanatın örgütlenmesi
Kültür ve Turizm Bakanlığı yeniden ayrı iki bakanlık haline getirilmelidir. Kültürün temel işlevinin turizm ve ülke tanıtımının bir aracı olması gerektiği fikrinden uzaklaşılmalıdır. Kültür Bakanlığı’nın bütçesi genel bütçenin en az %1’i olacak şekilde ayarlanmalıdır. Bu bütçenin sektörlere ve sanatçılara destek olarak dağıtılacak kısmı için sektör temsilcilerinin görüşleri doğrultusunda, adaletli ve aynı zamanda verimli işleyecek bir mekanizma oluşturulmalıdır. Devlet, verdiği desteklerle ilgili “kol boyu mesafe” prensibine uygun davranmalı, yani kültür sanata gerekli finansal desteği vermeli ve fakat bu desteğin kültürel sektörlerde nasıl kullanılacağına karışmamalıdır. Gerekiyorsa desteklerin kullanımını denetlemek için sektör uzmanlarından oluşan bağımsız komisyonlar oluşturulmalıdır.
Kültür sanata kamu kurumları tarafından verilen finansal desteğin yanı sıra özel sektör tarafından oluşturulan fonların sayısının ve çeşidinin artması da teşvik edilmelidir.
Sanatçıların ve kültür kurumlarının üzerlerindeki vergi yükü azaltılmalı, vergiler makul seviyelere çekildikten sonra gerekli mali denetimler yapılarak vergilerin eksiksiz ödenmesi sağlanmalıdır. Böylelikle kültürel sektörlerdeki en önemli sorunlardan biri olan kayıt dışılık da kendiliğinden ortadan kalkacaktır.
Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde 2017 yılında başlatılan Kültür İstatistikleri Projesi, hem kamu hem özel sektörü tüm bileşenleriyle kapsayacak şekilde geliştirilerek sürdürülmelidir.
Hem merkezi hem yerel yönetimlerde görev alacak olan kültür yöneticilerinin ve kültür sanat danışmanlarının seçiminde liyakat temel ilke olmalıdır. Bu doğrultuda kültür yönetimi alanında eğitim ve kapasite geliştirme çalışmaları yaygınlaştırılmalı, Kültür Yönetimi YÖK nezdinde bağımsız bir akademik alan olarak tanınmalıdır.
Kültür ve sanatın sembolik ve sosyal değerinin yanı sıra önemli bir ekonomik değere de sahip olduğu düşüncesi -kültür ile ticaret arasındaki tansiyonun varlığı da unutulmadan, başka bir deyişle kültür tamamen ekonominin vahşi işleyişine bırakılmadan- benimsenmeli; kültür, kalkınmanın temel bileşenlerinden biri olarak kabul görmeli; kültürel sektörlerin katma değer yaratma potansiyelinin tüm diğer sektörlerin ortalamasından çok daha yüksek olduğu, dolayısıyla kültürel sektörlere verilen desteklerin aslında ekonomik anlamda ülkeye önemli bir geri dönüşü olacağı anlaşılmalıdır. Türkiye’yi orta gelir tuzağından kurtaracak olan yüksek katma değerli üretimin ana kaynaklarından bir tanesi olan sanatsal yaratıcılığın tüm diğer sektörleri de beslemesini sağlayacak bir ortam yaratılmalıdır. Bu bağlamda tasarım alanı, kültür sanat alanı ile diğer sektörler arasında etkin bir köprü olarak kullanılmalıdır.
Kültür ve sanata erişim
Toplumun her kesiminin kültür sanata eşit şartlarda erişimi sağlanmalıdır. Erişim, sadece kültürel mekanlara herkesin erişebileceği fiziki ortamı yaratmakla sınırlı olmamalı, toplumun genelinin kültür sanatın her türlüsüne erişmeyi istemesini sağlayacak kapsamlı ve yaygın bir izleyici geliştirme programı da uygulanmalıdır.
Kültürün yerel ile olan ilişkisi dolayısıyla kültür yönetiminde ademi merkeziyetçi bir yapı benimsenmelidir. Böylelikle Türkiye’nin her köşesinde toplumun hem tüketici hem üretici olarak kültüre katılımı daha etkin şekilde sağlanabilir ve kaynaklar daha etkin şekilde kullanılabilir. Yerelleşme, sadece yerel yönetimlere finansal kaynak aktarımı olarak düşünülmemeli, aynı zamanda yerel aktörlerin kapasitelerini geliştirmek üzere eğitim programları ve teşvikler de uygulamaya konmalıdır.[1]
Türkiye’nin farklı yerelliklerinden beslenen kültürünün küresele de entegre edilmesi için gerekli çalışmalar yapılmalıdır. Bu çerçevede hem dünyadaki farklı kültürlerin Türkiye’deki kültür üretimini beslemesini hem de Türkiye’deki yerel kültürlerin dünyada kendine ifade ortamı bulmasını sağlayacak mekanizmalar oluşturulmalı ve/veya desteklenmelidir.
Türkiye’de okuma kültürünü geliştirecek projeler hem kamu kurumları bünyesinde geliştirilmeli hem de sivil toplum tarafından bu doğrultuda geliştirilen projeler desteklenmelidir.
Cumhuriyetimizin 2. yüzyılında iktidarda ve muhalefette olacak partilerin kültür ve sanatı bir politika meselesi olarak ciddiye almaları ve yukarıda saydığım konuları gündemlerine almaları hayaliyle…
* Funda LENA
Kültür Ekonomisi ve Politikaları Uzmanı, Dr.,
ece.oztan@sodev.org.tr
[1] Ada, S. (2011), Kültür Politikamız : Yeni Gelişmeler, Yeni Eğilimler. Sivil Toplum Gözüyle Türkiye Kültür Politikası Raporu. İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.