Dünya’da çok kültürlülüğün en önemli örneği olan Osmanlı İmparatorluğu’ndan sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti, 91 yıllık tarihini arkada bırakmış almış bulunuyor. 623 yıllık Osmanlı İmparatorluğunda 72 ayrı etnik dinsel grubun bir arada yaşadığı Osmanlının devamı olarak görebileceğimiz Türkiye Cumhuriyetinde şu anda 47 etnik dinsel grup bir arada yaşıyor; büyük acıdan barış içinde yaşamaya yönelmiş bir ülkeyiz.
Her ne kadar da bir ara Türk-Kürt çatışması en yüksek düzeye çıkmışsa, bir yandan da kaşınan Alevi-Sünni ayrımcılığı gündeme gelse de Türkiye, bugüne kadar iyi bir sınav verdi. Son gelişmelere baktığımızda güç bir döneme girdiğimiz görülüyor. Bu sınavı Türkiye halkının barışçıl bir şekilde atlatacağına inanıyorum.
12 yıllık AKP iktidarında belirli atılımlar yapan Türkiye, Gezi olaylarından sonra bir çıkmaza girmiş bulunuyor. Ekonomimizde ciddi bir daralma var; Türk insanının tüketim gücü her gecen gün azalıyor. 77 milyonluk Türkiye’nin ulusal geliri takriben 820 milyar dolar iken, halkın takriben %1’i bunun neredeyse yarısına hükmediyor; diğer yarısı Türk halkının %99’u tarafından paylaşılıyor.
Dış politikada hatalarımız
Bunun dışında dış politikada yaptığımız hatalar, Suriye sorununda tek başımıza kalmamız, Azerbaycan’ı darıltmamak için Ermenistan konusunda adımlar atamamamız, İran’la süren çekişme, Irak merkezi hükümetiyle uzlaşmazlığımız, Mısır’da taraf tutarak iç politikalarına karışmamız bizi büyük ölçüde negatif olarak etkiliyor.
Gelelim Türkiye’nin dış dünyayla olan diğer ilişkilerine. Avrupa Birliği (AB) ile olan ilişkilerimiz son zamanlarda dip yapmış durumda. TAVAK Vakfı’nın araştırmalarında artık Türk halkının AB’ye büyük ilgi göstermediklerini görüyoruz. Aynı şekilde de bugün AB bütçesinin üçte birini veren Almanya’da da Türkiye’nin tam üyeliğine olumlu bakanların sayısı dibe vurmuş durumda. Alman Başbakanı Angela Merkel, 2013 yılına kadar Türkiye’ye tam üyelik yerine özel imtiyazlı üyelik verelim derken, geçtiğimiz yıl seçimlerde imtiyazlı üyelik sözünü de kaldırarak “stratejik ortağımız Türkiye” demeye başlamıştı.
Avrupa Birliği’nin 2014 yılın ilk çeyreğine kadar stratejik ortak olarak gördüğü ülkeler Ukrayna ve Rusya’ydı. Bu, bir açıdan hiçbir zaman üye olmayacak fakat stratejik olarak AB için önemli ülkeler anlamına geliyordu. Ukrayna’daki son çekişmeler, Ukrayna’nın ikiye ayrılacak olması, belirli bir bölümü Rusya’ya doğru meyil ederken belirli bir bölümünün batıda yeni bir ülke konumuna gelecek olması, Birliğin stratejisini de önümüzdeki yıllarda değiştirecek. Yakın gelecekte AB Türkiye’ye stratejik ortak olarak bakarken, küçülen Ukrayna’yı -Rusya’ya karşı korumak için- AB’ye almak konusunda adımlar atacak.
Türkiye’de ekopolitik – 2014 ilk yarı yıl değerlendirmesi
Türkiye için 2014’ün zor bir yıl olmasının en büyük nedenlerinden biri, sıcak paranın Türkiye’ye gelmemesi olacak. Eskiden Suriye’den, İran’dan, Arap dünyasından Türkiye’ye gelen para artık Türkiye’yi terk ederek yavaş yavaş başka ülkelere gidiyor. Bunların başında da Polonya geliyor. İkinci önemli nokta, Yunanistan’dan bize son iki yılda ciddi bir sıcak para akmıştı; çünkü Yunanistan ekonomik krize girdikten sonra 183 milyar Avroluk Yunan sermayesi Yunanistan’ı terk etmişti. Bunun Türkiye’ye gelmiş olan üçte birine yakını artık gelmiyor. Türkiye’nin dövize olan ihtiyacı bu nedenle artacak. Şu da ayrıca görülmelidir ki, 2013 yılı ihracatımız kıl payı 2012’yi tutturdu. Bu ihracatımızın %58’i ara mal olarak bizim ithal ettiğimiz mallardan oluşuyor ve dış pazarlar tıkanmaya başladı. Oysa eskiden Türkiye’nin dikkate değer pazarları vardı.
2002’de Türkiye’den ihracat payı %2 olan Afrika ülkelerine 2012’de belirli atılımlarla %30’luk oranda ihracat yapmıştık. Şimdi son krizlerden sonra bunun azaldığını ve %27´ye düştüğünü görüyoruz. Önümüzdeki yıllarda bunun daha da azalacağını söylemek mümkün. Bir de belirli bir olumsuz gelişmeye göz atalım: AB’ye olan ihracatımız dar boğaza giriyor. Zira AB’de büyük bir canlanma yok. Almanya’nın 2013 yılında sağladığı %1,6´lık büyüme diğer ülkelere yansıyacak nicelikte değildir. Öte yandan Türkiye eskiden büyük gelir sağladığı dış ülkelerdeki inşaat sektöründe de etkinliğini kaybetti ve zamanla dövize yavaş yavaş ihtiyaç duyan bir ülke haline gelecek.
17 Aralık krizinden itibaren mevcut durum daha da kötüye gitmekte. Bu kriz Türkiye’yi gerçekten çok sarstı ve halkın ülke ekonomisine güveni azaldı. Birçok Türk sermayedarın ülkedeki mallarını paraya çevirerek İsviçre’ye ve başka ülkelere yatırım yaptığını görüyoruz. Yani Türkiye şu anda bir kaos ortamına doğru gidiyor. Özellikle Şubat ve Mart 2014’deki olaylar durumu daha da kötüleştirdi.
Zaten Türk lirası biraz fazla değerliydi. Şunu söyleyebiliriz; 2014 sonunda Avro 3,30 lirayı görebilecek. Dolar için de aynı tahmini 2,30 diye yapabiliriz. Türk lirasının 2014 yılında Avroya göre %15 kadar bir kayba uğrayacağı düşünülebilir. Bunun iyi ve kötü tarafları nelerdir? İhracatımız açısından iyi olabilir; ancak Türkiye, ihraç edeceği malları artık Türkiye’de üretemeyecek duruma geldi. İhraç edebilmemiz için o malın Türkiye’de fazla olması ya da Türkiye’de enflasyon arttıktan sonra onun tüketilmemesi gerekir. Avrupa pazarında da son zamanlarda bir geri çekilme var. Eskiden bizim tekstilde de büyük ihracat payımız varken şimdi Avrupalı da artık Türkiye’den gelen tekstili tüketmeyi büyük ölçüde azaltmaya başladı.
Türkiye dar boğaza giriyor
Geçen yıl enflasyon beklemediğimiz bir şekilde %7,4 oranında gerçekleşti. Fakat 014’te %11 ile %13 arasında bir nflasyon Türkiye için gerçekçi bir oran olacak ve bunu önlemeye hiç kimsenin gücü yetmeyecektir. Şimdi iç pazardaki daralmanın, hem dış ülkelere satıştaki sorunları hem de işsizliğin artışını tetikleyeceğini söyleyebiliriz.
Türkiye’de işsizlik büyük boyutlara gelecek. Zaten TÜİK’in yaptığı bir hile ile işsizlik oranı hesaplamalarında sadece piyasalarda iş arayanları araştırıyoruz. Halbuki Türkiye’deki gizli işsizliği ve tarımdaki işsizliği de hesaplamalara kattığımızda işsizlik oranımız %20’lere dayanıyor. Fakat bizdeki bu hileli işsizlik başka ülkelere de yaramış durumda. Almanya da aynı ölçüm metoduyla işsizlik oranını %7’lere düşürdü. Oysa Türk metodunu uygulamadan hesaplasalar; yani iki milyon dönemlik çalışanı, bir buçuk milyon yeni beceri öğreneni ve 15 aydan uzun süre işsiz kaldığı için iş piyasasının dışına çıkarılan bir buçuk milyon kadını da hesaba katsalar Almanya’daki işsizlik %10’ları aşar.
Gerçekten de, İngiltere ve Almanya gibi, TÜİK yöntemlerinden yararlanan ülkeler var. Demek ki OECD ülkeleri arasında bazen böyle hileli buluşlarımızla da onlara renk katma aşamasına ulaşıyoruz. Gündemdeki krizler 2014’te Türkiye’de ücretleri olumsuz yönde etkileyecek. Ayrıca, Türkiye’deki imalat sanayiindeki küçük ve orta büyüklükteki işletmelerde büyük zorluklar çıkacak. Bankalar kredilerinin faizlerini artıracakları için halk bu kredilerle tüketim yapamayacak.
Bir de önemli bir sektör olan ve dar boğaza giren inşaat sektörüne bakalım. Bunun önemli nedeni, artık Türkiye’deki alt ve orta sınıf için üretilen konutların bir doyma noktasına gelmesi. Ancak lüks konutlar satılıyor. Kaldı ki, bu lüks konutlar da söylendiği gibi fiyatlara satılamıyor. İnşaat sektöründe örneğin Cezayir gibi ülkelerden büyük getirilerimiz vardı; bu düşüyor. Daha da önemlisi, Rusya pazarında artık inşaat sektöründe yokuz.
Türkiye, otomotiv üretiminde dünya sıralamasında 16. sırada olan bir ülke; fakat bu daha da geriye gidecek. Zira bu yıl içinde otomotivde iç tüketim azalacak; bu da otomotiv sanayinde ve o sanayie yan mal üreten sektörlerde çok büyük sorunları beraberinde getirecek.
2014 yılında Türkiye’ye yön verecek olan seçimler
Yerel seçimler 30 Mart 2014’te oldu. Belki 10 Ağustos’taki cumhurbaşkanlığı seçimleriyle erken seçim kaçınılmaz bir şekilde gündeme gelecek. Bugünkü hükümet bu krizden daha fazla etkilenmeden erken seçime giderek biraz durumu kurtarmak konusunda çaba gösterecek. 2002, 2008 yıllarına batığımızda 7 yıl içinde Türkiye ekonomisinin kümülatif olarak %53 oranında büyüdüğünü görüyoruz. Çin ve Hindistan’dan sonra en fazla büyüyen ülkeydik ve AB’ye bile örnek gösterilen bir konumdaydık.
Benim umudum, Türkiye’nin titreyip kendine dönme alışkanlığı olacak. Türkiye’de kara işler yapan Reza Zarrab gibi kişiler var. Savcı olayına baktığımızda, “Ben onu Dubai’ye götürdüm” diyen kişiler herhalde 77 bin lirayı savcıyı çok sevdikleri için harcamamışlardır; ortada muhakkak bir çıkar vardır. Bunların da ortaya çıkmasıyla Türkiye’de insanların devlete güveni azalıyor. Bu açıdan artık Türkiye’ye yatırım yapmak için gelecek olan yabancı sermayenin de durma noktasına geldiğini görüyoruz. Gelenler var; Almanya’nın en kötüsü sayılabilecek ayakkabı firmaları -deyim yerindeyse- “vurup kaçarız” anlayışıyla geliyorlar. En güzel vurup kaçan örnek ADAC. Almanya’nın en büyük otomobil kulübü Türkiye’ye geldi, burada üye kazanmaya başladı ve Türk şirketleri bunlara hizmet vermek ve satmakta birbirleriyle yarıştılar. Fakat bu firma, paraları topladıktan sonra iflas etti. Zira anonim ortaklığı Türkiye’ye göre kurulmuştu, büyük bir parayı ödemeden yurtdışına kaçtı. Bir başka örnek, Almanya’dan gelen bir ayakkabı firmasıdır. Türkiye’de çok başarılı ayakkabı firmaları bulunmasına rağmen Almanya’dan gelen o kötü firma çoğu ucuz fiyata Çin’de yaptırılan malları Türkiye’ye getiriyor, onları burada sunuyor ve ciddi bir şekilde borçlanıyor. Yarın öbür gün böyle firmaların gitmesini bekleyebiliriz. Bizim yurtdışından asıl beklediğimiz ağır sanayie ve üretime yönelik firmalar gelmiyor.
Metro’nun Türkiye politikası
Almanya’nın ara mal satanlara hizmet veren çok büyük bir kuruluşu vardır; Türkiye’ye de geldi. Almanya’da bu kuruluştan mal alabilmeniz için esnaf olmanız lazım. Esnaf belgenizle oraya gidip “Ben bu malları senden alıyorum, halka satacağım.” demelisiniz. Halbuki burada o firma, nüfus kâğıdı örneği veren kişiye günlük giriş kartı veriyor ve halk gidip 200-300 liralık mal alıp çıkıyor. Bu kimin zararına? Perakendecilik bitiyor ve halk belki biraz kar ediyor; ama en büyük karı o market sağlıyor. Böylece Türkiye’de küçük esnafa sattığının %50’sinden fazlası miktarda malı size ve bana satıyor. Buna da burada maalesef bugünkü hükümet izin veriyor.
Türkiye’nin bu dar boğaza girmesini bu kadar kısa zamanda beklemiyorduk. 17 Aralık’taki olaylar bu krizi ortaya çıkardı ve Türkiye’den Türk sermayesinde büyük kaçış görülmesine sebep oldu. Almanya bunu akıllıca önledi. Almanya’dan da 80 milyar Avroluk büyük bir para kaçışı vardı. Almanya Başbakanı Angela Merkel masaya vurdu; İsviçre’ye kaçırılan paraların hesap numaralarını, CD’leri aldı. CD’leri açıklamadı, ama “elimde veriler mevcut, belirli bir süre izin veriyorum, paralarımızı geri getirin.” dedi. İnanın o CD’dekinden çok daha fazla para geri geldi. Bu CD’nin içinde Türk paraları da var deniliyor. Bunun ne kadar doğru olduğunu bilemem; fakat Türkiye Cumhuriyeti niye İsviçre nezdinde böyle bir girişimde bulunmuyor? Oysa Türkiye’de çok büyük ve eski/yeni politikacıların çok büyük paralarının İsviçre’de olduğunu herkes biliyor
*Prof.Dr. Faruk Şen,
TAVAK Başkanı,
tavaksen@gmail.com