Faik Bulut – AKP-Dini Cemaatler ve Siyaset

faik-bulutBir alıntıyla, girizgah yapayım: “Başarısız darbe girişimi sonrası, ana akım medyada ‘Gülen Cemaati devlete nasıl sızdı’ konulu programların ardı arkası kesilmiyor. Cemaatin, ‘cinler yoluyla mı’, yoksa ‘büyü marifetiyle mi’ sızdığı konusunda yürütülen hummalı tartışmalara sahne oluyor! Piyasa güçlerinin denetimsiz serbestliğini güvence altına alabilmek için yoksullukla mücadeleyi merhamet ve hayırseverliğin insafına bırakan, buna karşılık devletin sorumluluğunu sermayenin finansal yüklerini hafifletmekten ibaret sayan politikalar devam ettiği sürece, benzeri durumların er ya da geç yeniden yaşanması sürpriz olmayacaktır.” (Nilgün Tunçcan Ongan, “Cemaatleşmenin Toplumsal Temelleri”, Evrensel, 29 Ağustos 2016)

Bir meseleyi çarpıtmak istiyorsanız, önce yerleşik kavramlarla oynayarak özünü sulandırırsınız. Bu düzlemde cemaat kavramını alalım. Cemaat, Arapça bir sözlük; topluluk, küme, grup, fraksiyon anlamına geliyor. İslam dünyasında yüzyıllardır süren klasik anlamı, özellikle dini simgeleyen bir merkez çevresinde kümelenen bir topluluktur. “Cami cemaati” ibaresinden kasıt budur; farklı siyasi ve dünya anlayışlarında olan birey yahut kümelerin, ibadethane çevresinde namaz veya günlük hayat faaliyeti için bir araya gelmeleridir. Aynı şekilde “Ehli Sünnet ve’l Cemaat” kavramı da böyledir. Mezhepsel ayrımda Şiilerden farklı olan değişik coğrafyalardaki Sünni toplulukları ve kümelenmelere işaret eden geleneksel İslami bir kavramdır. Cemaat kelimesi gibi Arapça “cem’ea” kök fiilinden türemiş olan “camia” ibaresi, sosyokültürel kümeleşmelere örnektir. Avrupa’da yaşayanlar “Türk camiası”, Türkiye’dekiler “İtalyan camiası” veya “Fenerbahçe camiası” bu tür kavramlaştırmaların temelini oluştururlar. Çıkarları doğrultusunda postmodern tezleri pek seven ve algı yönetimleri için kullanan İslamcılar, güya resmi tezlere karşı çıkmak ve tabuları yıkmak iddiasıyla bazı türedi kavramlar da icat ettiler. Örneğin “laik” yerine “laikçi” ve “laikperest” ibarelerini ikame ettiler. Bu mantıkla yola çıkarsanız “mümin” yerine “dinperest”, Müslüman yerine “İslamperest” ve Allah’a inanan yerine “Allahperest/Allahçı” demeniz de mümkün olabilir. Burada bir tuhaflık sezilmiyor mu? Kulağı ve beyni tırmalayan bir şey yok mu?

Dini oluşum ve tarikat yerine niçin cemaat sözü kullanılmaya başlandı? Çünkü kanun açısından yasak; Cumhuriyet yasaları, “tarikat ve benzeri” dinmerkezli oluşumları yasadışı saymıştı. Aydınlanma ve laiklik, Türkiye toplumunda neyin iyicil neyin kötücül olduğuna dair fikri ve ideolojik çerçeveyi belirlemişti. Tarikat, toplumsal ve sosyolojik bir olgu olmasına rağmen, ülkenin büyük kesimlerince hoş karşılanan bir kavram ve oluşum değildir. Bülent Ecevit, “iyi tarikatlar da var” dediğinde yurt çapında gelen tepkilerin yoğunluğu dikkat çekiciydi, uyarıcıydı; ama dönemin yetkilileri, oy ve başka hesaplar nedeniyle buna kulak asmadılar.

Postmodern sivil toplumcularla liberaller, Gramsci’nin görüşlerini tahrif etme pahasına, tarikat ve benzeri yapılanmaları ille de “sivil toplum örgütü/kuruluşu” çevresinde görüp göstermek istiyorlardı. İslamcılar, kurulu siyasi sistem tarafından kabul görüp meşruiyet kazanmak amacıyla bu tür postmodern liberal görüşlerin desteğine ihtiyaç duydular. Aynı zamanda topluma giderek egemen olan “muhafazakarlaşma ve dindarlaşma” zemininde dipten örgütlenme yoluna gittiler. Anılan nedenlerle Gülen tarikatı; kendisini önce “cemaat”, sonra “camia” ve en nihayet “hizmet hareketi” olarak tanıtmayı başardı. Pusulasını yitirmiş aydınlanmacılar ve bazı sol kesimler ise, kerameti ve kurtuluşu İslamcıların çöplüğünde ararmış gibi, bu kavramları olduğu gibi benimsediler. Gülenciler yerine “Gülen’e gönül verenler” denilmeye başladı. Yetmedi; şöyle bir tez ileri sürüldü: “Gülen’e gönül vermiş kimseler de bu toplumun bir gerçeği olduğuna göre, onların emniyet ve ordu içinde görev yapmaları çok doğaldır!”
AKP veya Milli Görüş geleneğini kamuoyunda kabul görüp meşrulaştırılması için, özellikle postmodern liberal çevrelerde, “İslam’la demokrasinin uzlaşması, Fransız tarzı aşırı laiklikten kurtulup seküler kurallarla yetinme, din ile siyasetin birlikteliği, ılımlı İslam” türü başlıklar altında çokça yazılıp çizildi. Nihayet son nokta konuldu: AKP, Milli Görüş gömleğini çıkarıp atmıştır. AKP, Avrupa’daki Hıristiyan-demokrat partileri andırıyor; sol kesimlerin yapamadığı devrimleri gerçekleştiriyor; liberalleşiyor. Weberci bir görüşle Protestan ahlakıyla kapitalizmin sentezine benzer bir tarzda kapitalizm ile Türk-İslam sentezini harmanlayıp ülkeyi kalkındırıyor, ilerletiyor!” Oysa özellikle 2015-2016 yılları arasındaki uygulamalarına ve söylemlerine baktığımızda AKP, hem liberal çevreleri hem de Batılı ülkeleri şaşırtacak ölçüde otoriterleşti; diktatörlüğe doğru ilerliyor; daha fazla etnik, dinsel, mezhepsel ayrımcılık yapıyor; toplum olmaktan çıkarak cemaatleşiyor. AKP’nin icraat ve çıkardığı yasalar doğrultusunda tarikatlar, devletin farklı makam ve kademelerinde kendi varlık ve kurallarıyla yer alabiliyorlar. Devlet hemen bütün kurum ve kuruluşlarıyla AKP’lileşiyor. İç ve dış dinamiklerin etkisiyle bir bütün olarak ulusal ölçekte muhafazakarlık, dincilik ve İslamcılık zemini genişliyor. Nitekim devlet kurumlarından tasfiye edilen Gülencilerin yerinin diğer tarikat mensuplarıyla doldurulmasının (özellikle Menzilci kesimin emniyet kadrolarında baskın hale gelmesinin) nedeni de AKP’nin dayandığı bu İslamcı mantıktır. Sosyal devlet işlevi yok edilerek hayır-hasanat temelinde cemaatleşmelerin önü açılabiliyor.

CHP Ankara Milletvekili Dr. Murat Emir, konuya ilişkin bir açıklama yapmıştı: “Özellikle son 14 yıldır AKP iktidarına hakim olan, devlet kadrolarını cemaatlere terk etme politikası acı bir fatura ortaya çıkartmış ve ne yazık ki Cumhuriyetimiz ağır bedel ödemiştir…AKP hükümetinin, iktidarda kalmak için işbirliği yaptığı tek cemaat ve tarikat Gülen Cemaati değildir. Belki bu Cemaat ile çok daha fazla içli dışlı olmuş, iş yapmıştır. Ancak Türkiye’nin bilinen diğer tarikatları da, bu dönemde, AKP iktidarı için ‘al gülüm ver gülüm’ dostluğu içinde etkinleşmiştir. Menzil tarikatı da bu yapılar arasında son dönemde en etkin olanlardandır…Türkiye’de en fazla müridi bulunan tarikatlar arasındaki Menzil’in, devlet kadrolarında da gittikçe yaygınlaştığı bilinmektedir. Özellikle AKP’nin 2012 yılından itibaren Fethullah Gülen Cemaati ile arasının açılmasından sonra Menzil tarikatının iktidar ve dolayısıyla devletle çok daha yoğun ilişkilere girdiği; bazı devlet kurumlarına Menzilcilerin hakim olduğu ifade edilmektedir.”
Bir konuya daha açıklık kazandıralım. İslamcı akımlar deyimiyle kastedilen nedir? Toplumu, devleti ve hayatı İslami kurallara göre düzenlemek, örgütlemek ve yönetmeyi amaçlayan oluşumlara “İslamcı hareketler veya akımlar” diyebiliriz. Türkiye’deki din eksenli parti ve sosyokültürel oluşumların tamamını, İslamcı akımlar içinde sayabiliriz. AKP, Milli Görüş geleneği (Milli Nizam, Milli Selamet, Refah, Fazilet, Saadet partileri), HÜDAPAR (eski Hizbullahçıların bir kolunun devamı) ve tarikatlar. Bunların ruhani/siyasi önderlerinin (şeyh, mürşid, hocaefendi) çevresinde kümelenen gruplar, “tebliğ” aracılığıyla kitlelere ulaşıp din, mezhep, tarikat ekseninde faaliyet gösterirler. Bir çeşit misyonerlik faaliyetidir bu. Söz konusu dini oluşumun kitle iletişiminde başka araçları da söz konusudur. Yazılı veya görsel medya kuruluşu, dergah, tekke, medrese yahut son zamanlardaki moda deyimle külliye. Hatırlanırsa İstanbul’daki İsmailağa (Çarşamba) cemaati, Beykoz’da külliye yapmaya başlamıştı; farklı nedenlerle yapımı bir ara durdurulmuştu. Keza Ankara Beştepe’deki Saray’ın adı da “külliye” diye anılmaya başladı.

İslam dünyası ve Türkiye’deki tek tip bir dini anlayıştan söz etmek imkansızdır. Her şeyden önce mezhepsel ve meşrepsel (özellikle tarikatlar düzeyinde) ayrılıklar tek anlayışa engeldir. İslam dininin yayıldığı alanlardaki ekonomik, kültürel ve toplumsal gelişmişlik düzeyleri de, Müslüman topluluklar arasında farklılıklara yol açmıştır ki, bu ayrılıkların tasnif edilmesine dair uzun bir yazı külliyatından söz etmek mümkün. En ünlüleri Ortaçağ’da yazılmış Şehristani’nin El Milel ve’l Nihel isimli meşhur eseridir. Çok daha önemlisi şudur: 20. ve 21. yüzyıldaki küresel kapitalizmin ve benzeri serbest piyasa ekonomisinin sınıfı toplumlara dayattığı ayrışmalar, İslam dünyasındaki köktendinci yahut geleneksel İslamcı hareketleri de farklı konumlarda yer almaya zorlamıştır. Buna jeopolitik oyunları da dahil edersek Lübnanlı Hizbullah, Iraklı radikal Şiiler ve İran’ın niçin Suriye ile Yemen’de ortak tutum aldıklarını; buna karşılık AKP’nin yönettiği Türkiye ile petro-dolar şeyhliklerinin de Sünnilik ekseninde birlikte hareket ettiklerini anlamak daha kolay olabilir. Diğer bir örnekte ise, ABD’nin 1960’lardan itibaren üzerinde durduğu “Yeşil Kuşak” politikasına ek olarak 2000’li yılların başından beri BOP stratejisine uygun “Ilımlı İslam” siyaseti ekseninde hangi İslamcı hareketlerin nasıl konumlandıkları, bize bölünme/ayrışmalar hakkında bir fikir verebilir.
Gülen, Türkiye’deki derin devletin ve Yeşil kuşak stratejisinin bir parçası olarak desteklenip yükseklere çıkarıldı. Meseleyi anlamanın iki yolu daha var: Bir; “Ilımlı İslam’ın radikal İslam ile geçirgenliği ve onun kaçınılmaz müttefiki olduğu şüphesi… (Ali Sirmen, “Ilımlı İslam”, Cumhuriyet, 20 Ağustos 2016) İki; “Cumhuriyetin başından beri- yaşanan onca badireden sonra bile- devam eden bir yarılma var. Bu yarılma rejimin niteliğinin ne olması gerektiği üzerine bir yarılma gibi görünse de özünde farklı yaşam tarzlarının, farklı kültürel kimliklerin arasındaki bir yarılma. (Erol Katırcıoğlu, “Umutlanalım mı”, Kuyerel sitesi, 27 Temmuz 2016)

Dini zeminin genişlemesi radikal ile geleneksel (veya ılımlı) İslam’ın geçirgenliğini hem kolaylaştırır hem de hızlandırır. Katırcıoğlu’nun sözünü ettiği farklılık ve yarılma ise, aynı ana hedefe kilitlenmiş İslamcı kesimlerin engelleri ve düşmanları ortadan kaldırabilmek amacıyla ittifak yapmalarıdır. İzleyen aşamada İslamcılar içindeki taht ve çıkar kavgası hem kaçınılmaz hem de ölümcül olabiliyor. AKP-Gülenci kavgasının ana fikri ve sırrı budur.

*Faik BULUT
Araştırmacı-Yazar
bulfay@gmail.com 

Bir cevap yazın