F. Ceren Akçabay – Kadınların Nafaka “Dava”sı

Uzun zamandır gündemden düşmeyen ve yeni bir “yargı reformu” paketi içinde ele alınması beklenen yoksulluk nafakası hakkında o kadar çok söz söylendi ki; tartışmanın sebebi ve tarafların görüşleri ve taleplerinin neler olduğu konusunda kafalar oldukça karıştı. Bu yazı ile amaçlanan tartışmanın bir özetini yapıp bu tartışmanın gerisindeki politik yaklaşımlara dikkat çekmek.

Yoksulluk nafakası tartışması, çoğu zaman sanıldığının aksine, uzun süreden beri var olan bir tartışma değildir. 1926 tarihli eski Medeni Kanun’da yer alan ve boşanmadan sonra yoksulluğa düşen eşe bir yıl süre ile nafaka verilmesini öngören düzenleme 1988 yılında süre sınırının uygulamada yarattığı sorunlar göz önünde bulundurularak süresiz hale getirilmiş; bu düzenleme de 2002 yılında yürürlüğe giren yeni Türk Medeni Kanunu’nda herhangi değişikliğe gidilmeksizin aynen korunmuştur. Düzenleme konusundaki görüş birliği o kadar güçlüdür ki; konu yeni Medeni Kanununun hazırlığı sırasında, TBMM komisyonlarında ve genel kurulunda yapılan çok sayıda tartışmada tek bir sefer bile dile getirilmemiştir. Yoksulluk nafakası konusundaki hukuki tartışma ise Anayasa Mahkemesinin verdiği 2011 tarihli bağlayıcı kararla sınırlıdır. Kestel Asliye Hukuk Mahkemesi’nin yükümlü kişiyi ömür boyu sürecek bir mali yükümlülük altına soktuğu gerekçesi ile Anayasa’ya aykırılığını iddia ettiği yoksulluk nafakası düzenlemesi Anayasa Mahkemesi tarafından evlilik birliğinde eşler arasında geçerli olan dayanışma ve yardımlaşma yükümlülüğünün devamı olarak nitelendirilmiş ve Anayasa’ya uygun bulunmuştur.

“Yoksulluk nafakası” tartışması nereden çıktı?

Yoksulluk nafakası tartışmasının kamuoyunun gündemine taşınması politik bir tartışmanın neticesinde söz konusu olmuştur. 2016 yılında TBMM çerçevesinde kurulan ve tam adı “Aile Bütünlüğünü Olumsuz Etkileyen Unsurlar ile Boşanma Olaylarının Araştırılması ve Aile Kurumunun Güçlendirilmesi İçin Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırma Komisyonu” olan komisyon, yoksulluk nafakasının orantısız bir ceza haline geldiğini belirtilerek yoksulluk nafakasının süre ile sınırlandırılması gerektiği ifade etmiştir. Adından da anlaşıldığı gibi kuruluş amacı ve gündemi boşanma olaylarının araştırılması ve aile bütünlüğünün kurulması olan bu komisyonun yoksulluk nafakası dahil ele aldığı tüm başlıklara ilişkin bakışı bu perspektifle sınırlıdır. Ancak komisyon tutanakları incelendiğinde genel olarak nafakanın komisyonun araştırmalarında boşanma olayları ve aile kurumu konusunda önde çıkan sorunlardan biri olmadığı, buna rağmen Boşanma Komisyonunun ailenin güçlendirilmesi için çözüm önerisi olarak yoksulluk nafakasında yapılacak yeni düzenlemeyi öne çıkardığı gözlenmektedir.  

Bu yaklaşım Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile Adalet Bakanlığının “Gündem Tartışmaları” kapsamında 10 Ekim 2018 tarihinde ortak gerçekleştirdiği “Nafaka Çalıştayı” ile de ısrarla sürdürülmüş, çalıştayda bizzat Boşanma Komisyonu başkanı Ayşe Keşir, süresiz nafaka yükümlülüğünün mağduriyet oluşturduğunu ve adil olmadığını dile getirmiştir. Diğer yandan çalıştaya davet edilen kadın örgütleri temsilcileri yoksulluk nafakasının kamuoyunun gündemine Boşanma Komisyonu raporu ile getirildiğini belirterek hem Komisyon da hem de çalıştay da nafaka ödemekte olan ve ödemek istemeyen erkeklerin şikayetlerinin esas alındığını ve çalıştayda bu şikayetler dışında yeni bir düzenlemenin gerekliliği için herhangi bir veri ortaya konmadığını savunmuşlardır.

Komisyon çalışmalarının ve çalıştayın ardından kamuoyunda süren tartışmada Boşanma Komisyonu üyelerinin çoğunluğu gibi, mevcut haliyle yoksulluk nafakasını “ömür boyu nafaka” olarak nitelendirerek yeni bir düzenlemeyle yoksulluk nafakasına süre sınırı getirilmesi gerektiğini savunanlar olduğu gibi yoksulluk nafakasının süreli hale getirilmesine tepki gösterenler de mevcuttur. Yoksulluk nafakasını destekleyenlerin siyasi iktidarın bu konudaki beklentilere yaptığı atıflar dikkat çekicidir. Örneğin, İstanbul Aydın Üniversitesi ile Boşanmış İnsanlar ve Aile Platformu Sivil İnisiyatifi (BİAP) işbirliğiyle düzenlenen “Süresiz Nafakaya Adil Çözüm” sempozyumunda konuşan üniversitenin Hukuk Fakültesi Dekan Vekili Prof. Dr. Erol Ulusoy, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile birlikte uygulanmaya başlanan 100 günlük icraat programında süresiz nafakanın adil bir hale getirileceğinin duyurulduğunu ve kendilerinin de bu çözüme katkıda bulunmak istediklerini ifade etmiş ve Boşanma Komisyonu raporunda yapılan tespitleri tekrarlayarak yoksulluk nafakasını Anayasa Mahkemesinin aksi yöndeki kararına rağmen “ömür boyu nafaka” olarak nitelendirip yoksulluk nafakasına kusur ve evlilik süresi göz önünde bulundurularak bir süre sınırı getirilmesi gerektiğini belirtmiştir.

Diğer yandan siyasi iktidara yakınlığı ile bilinen Kadın ve Demokrasi Derneği’nin (KADEM) yoksulluk nafakası konusunda yayınladığı, hem yeni bir düzenleme için ayrıntılı bir öneri içeren, hem de sorunun Yargıtay içtihadının değişmesi ile çözülebileceğini ifade eden değerlendirmesi, Komisyonun görüşleri ile paralel olmadığı için yoksulluk nafakasına süre sınırı getirilmesini savunan kimi çevrelerin de tepkisini çekmiştir. Bu tepkilerden biri BiAP’tan gelmiştir. BİAP’ın dört yıldır yoksulluk nafakası gündeme getirmek için sosyal medya üzerinden örgütlenen bir platform olduğunu belirten platform başkanına göre, KADEM’in raporunda, sorunun Yargıtay 2. Hukuk Dairesi tarafından içtihatla çözülebileceğinin belirtilmiştir. Ancak sorun içtihatla çözümlenebilecek nitelikte olmadığı için Yargıtay 2. Hukuk Dairesi Başkanı yıllardır yeni bir düzenleme ile yoksulluk nafakasında süre sınırının belirlenmesinini ve süresiz ibaresinin kaldırılarak maksimum beş yılla sınırlandırılması gerektiğini dile getirmektedir. Gerçekten de yoksulluk nafakası süresi hakkında düzenleme gerekliliği olduğunu savunan en önemli isimlerden biri,  boşanma davalarının temyiz incelemesini yapan Yargıtay 2. Hukuk Dairesi Başkanı Ömer Uğur Gençcan’dır. Hakim Gençcan Boşanma Komisyonu’na davet edildiğinde yaptığı açıklamalarda eşit kusur hallerinde ömür boyu yoksulluk nafakası verilmesinin doğru olmadığını belirtmiştir. Karabük Barosunda yapılan meslek içi eğitim seminerindeki açıklamaları basına yansıyan Gençcan, Türkiye’de yoksulluk nafakasının 1988 yılına kadar bir yıl verildiğini belirterek şu değerlendirmeleri yapmıştır:

“2’nci Özal hükümetinde bayram değil seyran değil 3444 sayılı yasa ile bunu süresiz hale getirdiler. ‘Kadınlara yazık değil mi’ 80 senedir böyleydi. Şimdi yeniden süreye dönülme çalışmaları var. ‘Kadınların kazanılmış haklarını alıyorsunuz’ deniliyor. Ya siz erkeklerin 80 senelik kazanılmış hakkını aldınız elinden. O zaman hiç cümle yoktu. Ben hakimim ben doğruyu söyleyeceğim. Ben vicdanıma göre karar vereceğim. Bayram değil seyran değil süresize çevirdiler. Şimdi şefkatle bazı bildirileri yayınlayanlar var. ‘Süresiz olduğu doğru değil.’ Sanki biz kandırıyoruz. Süresiz olmadığı hal tabii ki var. ’Adam ölünce alamıyor. Tabii ki alamayacaksın. Rahmetlinin mirasçıları sana mı verecek? Bak gördün mü süreli işte. Ölünce bitiyor. E tabii ki bitecek canım. Yeniden evlenince bitiyor. E tabii ki bitecek. Sen elin adamıyla evlen ben de sana ödemeye devam edeyim.”

Yoksulluk nafakası ile ilgili yanıltıcı bilgiler

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi Başkanı sıfatıyla yaptığı bu değerlendirmeler hukuk dışı niteliğiyle özellikle hakimlerin tarafsızlığı çerçevesinde eleştiri konusu olmuş ve yoksulluk nafakası tartışmasının kamuoyunda daha büyük ilgi çekmesini sağlamıştır. Bu ve benzeri cinsiyetçi görüşlerle dile getirilen süreli yoksulluk nafakası talepleri ve hukuki düzenleme hazırlıkları, kadın örgütleri ve baroların tepkisine neden olmuştur. Eşitlik İzleme Kadın Grubu (EŞİTİZ), Filmmor Kadın Kooperatifi, Kadının İnsan Hakları – Yeni Çözümler Derneği, Kadınlarla Dayanışma Vakfı (KADAV), Kadınlara Hukuk Destek Merkez Derneği (KAHDEM) ve Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfının aralarında bulunduğu kadın örgütleri konu hakkında hazırladıkları metin ile kadınların nafaka hakkına dokunulmaması çağrısında bulunmuştur. Söz konusu metinde yoksulluk nafakası hakkında kamuoyuna aksettirilen bilgilerin yanıltıcı olduğu; mevcut düzenlemede yoksulluk nafakasının süresiz olmadığı; nafaka ödeyen kişinin koşullarının değişmesi halinde nafakanın kesilmesinin talep edebildiği, mahkemeler tarafından takdir edilen nafakaların da yoksulluğu giderecek bir miktarda olmadığı belirtilmiştir. Kadın örgütlerine göre, ev içinde ücretsiz emek sarf ettikleri için çalışma hayatına katılamayan kadınların nafaka hakkına sınırlama getirmek Türkiye’de giderek artan toplumsal cinsiyet eşitsizliğini daha da derinleştirecek; kadınlara yönelik şiddeti artıracak ve kadınların boşanma kararı almalarını zorlaştırarak büyük hak ihlallerine neden olacaktır. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin neden olduğu mağduriyetlerin çözümü, kadınların yıllarca mücadele ederek kazandığı hakların her fırsatta geri alınmasıyla değil, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasıyla mümkün olacaktır. Aynı açıklamada, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin göz ardı edilip konunun doğrudan muhatabı olan kadın örgütlerini dahil etmeksizin atılan adımların kaygı ile karşılandığı belirtilmiş ve devletin görevinin toplumsal cinsiyet eşitliğini gözeten sosyal politikalar üretmek; ücretsiz ve kaliteli bakım hizmetlerini sağlamak ve kadınlara yönelik kaliteli eğitim ve iş fırsatları yaratmak olduğu vurgulanmıştır. Diğer yandan, sırasıyla Ankara, İzmir ve İstanbul Baroları da yaptıkları çalışmalar ile yoksulluk nafakası konusunda yapılan tartışmaya katılmıştır. Üç büyük baro yaptıkları çalıştaylarda ve basın açıklamalarında yoksulluk nafakasının süreli hale getirilmesine karşı olduklarını belirterek bu konuda sürdürülen çalışmalardan kaygı duydukları ifade etmiştir.

Baroların ve kadın örgütlerinin belirttiği gibi, siyasi iktidarın dünyadaki muhafazakar neoliberal görüşlerle paralel şekilde ortaya çıkardığı ailenin korunması politikasının bir uzantısı olan yoksulluk nafakasının süreli haline getirilmesi çalışmasının tekil mağduriyet iddiaları dışında herhangi bir veriye dayanmamaktadır.  Bu iddiaların yasal düzenleme talebinin dayanağı olabilmesi için gerekli bilimsel çalışma, araştırma veya veriden yoksun olduğunu belirtilmektedir. Önemli bir dosya sayısına sahip bu barolar, iddiaların aksine kendilerine başvuran çok sayıda kadının şiddetten kurtulmak için nafaka ve tazminat dahi talep etmediklerini, sadece boşanma talepli davalar açıldığını; nafaka talepli açılan davaların çoğunda nafaka talep edilse dahi bağlanan nafaka miktarlarının çok düşük olduğunu ve bağlansa bile tahsil edilemediğini vurgulamıştır. Barolara göre, TMK’nın 175. maddesinde düzenlenmiş olan nafaka konusunda ne yazık ki kamuoyu yanlış bilgilendirilmekte ve yoksulluk nafakası bilinçli olarak iştirak nafakası ile karıştırılmaktadır. Yoksulluk nafakası süresiz olamadığı gibi kanunda nafakanın kaldırılması koşulları düzenlenmiştir. Koşulların oluşması durumunda çoğunlukla yoksulluk nafakası tamamen kaldırılmaktadır.

Yoksulluk nafakası ile değil, Türkiye’de derinleşen eşitsizliklerle mücadele ihtiyacı

Baroların yaptıkları açıklamalarda vurguladıkları gibi, nafaka tartışmaları sırasında verilen örneklerin objektif ve doğru bilgiler içermemektedir. Yoksulluk nafakası tartışması, TBMM’de hazırlanan Boşanma Raporu ekseninde gündeme gelmiş ve sosyo-hukuki verilerden ziyade tekil örneklerden hareketle ele alınarak, komisyonun ailenin korunması ve boşanmaların engellenmesi hedefleri çerçevesinde bir hukuk politikası olarak geliştirilmeye çalışılmıştır. Tartışmanın toplumsal gerçeklikten hareket edilmeksizin belli bir hukuk politikası uygulamaya konulmaya çalıştığın en önemli göstergelerinden biri yeni yoksulluk nafakası sistemi için verilen örneklerin toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda Türkiye’nin çok ilerisinde bulunan ABD, Almanya, Belçika, Fransa, Hollanda, İngiltere ve İsviçre gibi gelişmiş ülkeler oluşudur. Üstelik süreli yoksulluk nafakası sistemi Türkiye’de 1988 yılına kadar uygulanmış ve yetersizliği görülerek terk edilmiştir. Türkiye’nin toplumsal cinsiyet eşitliği verileri, adli istatistikler ile aile ve boşanma verileri bir arada ele alındığında ise aile hukukuna ilişkin olarak yeni bir hukuki yaklaşımla düzenleme konusu yapılması gereken pek çok husus olduğu ancak yoksulluk nafakası ile ilgili yapılması istenen düzenlemenin bunlardan biri olmadığı rahatlıkla söylenebilir.

 Son olarak, Kadın Dayanışma Vakfının yaptığı “Yoksulluk Nafakası Araştırması” ile bu veriler dava dosyaları üzerine yapılan incelemelerle derinleştirilmiştir.  Yoksulluk Nafakası Araştırması çerçevesinde incelenen 140 dava dosyası, siyasi iktidarın hukuk politikasını desteklemeyen bir toplumsal gerçekliğin varlığı ortaya koymaktadır. Dosyalarda “ömür boyu nafaka” nedeniyle yaşanan orantısız bir ceza yahut mağduriyetler yerine aile içi şiddet mevcuttur. İncelenen boşanma ve nafaka dosyalarının %82,92’si gibi çok büyük bir oranında şiddet iddiası %21,4’ünde ise ceza soruşturması mevcuttur. Kadınlar şiddet gördükleri için boşanma davası açtığı gibi, dosyaların %45’inde davaya taraf kadınlar herhangi bir gelire sahip değildir. Buna karşın müşterek çocukların velayetleri büyük çoğunlukla kadınlar tarafından talep edilmekte, buna paralel şekilde geçim giderlerine destek sağlayabilmek için genelde tedbir, iştirak ve yoksulluk nafakaları bir arada talep edilmektedir. Ancak dava dosyalarının %80’inde ayrıntılı bir sosyoekonomik durum incelemesi yapılmayarak nafaka talepleri genelde kısmen kabul edilmektedir. Mahkemeler tarafından hükmedilen nafaka miktarları ortalama 370 TL’dir.  Nafaka meblağlarında yıllar içinde enflasyona paralel bir artış olmadığı gibi, son dönemde başlayan nafaka tartışması ile birlikte mahkemelerin nafaka taleplerini reddetme ve kısmen kabul etme eğilimleri artış göstermiştir. Veriler, boşanmalardaki asıl sorunun kadına yönelik şiddet olgusu, nafaka konusunda asıl sorunun ise mahkemeler tarafından hükmedilen meblağların azlığı ve tahsil kabiliyetinden yoksunluğu olduğunu ortaya koymaktadır. Erkeklerin bir ceza olarak görüp ödemekten kaçındıkları tek nafaka yoksul eski eşlerine yönelik yükümlülükleri olan yoksulluk nafakaları değil, aynı zamanda medeni hukuk çerçevesinde biten evlilikleri ardından bakımından sorumlu oldukları müşterek çocuklarının nafakalarıdır. Erkekler boşanma davaları sırasında çoğunlukla müşterek çocukların velayetini talep etmedikleri gibi bu çocukların gider ve bakım yüklerini de paylaşmaktan kaçınmaktadır.

Yoksulluk nafakası tartışması kamuoyunda toplumsal gerçeklikten kopuk şekilde siyasal iktidarın aile politikası çerçevesindeki beklentileri ile yürütülmektedir. Oysa toplum içinde nafaka dahil olmak üzere aile konusunda dile getirilen sorunların tamamının temelinde, mevcut cinsiyet eşitsizlikleri ve hiyerarşisi yer almaktadır. Politik tartışmanın toplumsal veriler çerçevesinde yapıldığında medeni hukuk ilişkileri bakımından asıl sorunun, zorunlu giderlerin yanında dile getirmeye dahi değmeyecek oranlarda hükmedilmesine rağmen, yükümlüler tarafından ödenmeyen yoksulluk nafakası değil, eşitsiz koşulları değiştirmek ve cinsiyete dayalı şiddeti önlemek olduğu görülecektir. Anayasa Mahkemesi’nin bağlayıcı ve açık kararına, barolar ve kadın örgütlerinin tepkisine ve ortaya koyan toplumsal verilere rağmen ailenin korunması adı altında savunulan bu hukuk politikasının sürdürülmeye çalışılması ise sadece toplumsal gerçekliğe değil, Türkiye’nin taraf olduğu insan hakları düzenlemelerine de aykırı olacak ve kadınların kazanılmış haklarına büyük bir darbe indirilmesi anlamına gelecektir. Siyasi iktidarın özcü ve belirsiz aile tasavvuru içinde görmezden gelmeye devam ettiği şeyin o ailelerin gerçekliği içinde yaşama tutunmaya çalışan kadın ve çocuklar olduğu unutulmamalıdır.

*F. Ceren AKÇABAY
Dr., Kamu Hukuku
fcakcabay@gmail.com