GroceryInflation_1200x800

Ertan AKSOY – Yeni Türkiye: Emek Ucuz, Hayat Pahalı

Ertan AKSOY
SODEV Başkanı
e.aksoy@sodev.org.tr

Her iktidar vatandaşın hayatını kolaylaştıracağı, ekonomik refah sağlayacağı vaadiyle gelir. Ancak çok azı bunu gerçekten başarır. Özellikle piyasa olarak kırılganlığı yüksek, gelişmekte olan ülkelerde bu durumla karşılaşmak daha olasıdır. Kötü giden koşulların daha yaygın olduğu gelişmekte olan ülke piyasalarında halk için umut ışığı olarak ortaya çıkan bir parti ve lider öncelikle refah vaat eder.

AKP İktidarı ve hedefleri

Türkiye derin bir krizin yaralarını sarmaya başladığı 2001 yılını geride bırakırken benzer bir gelişme yaşandı. Tek başına iktidara gelen AKP,  Türkiye’de yeni bir düzen inşa edeceği vaadini dile getirdi. Bu dönemde AKP’nin ortaya koyduğu iki söylem vardı: 2023 Hedefleri ve Yeni Türkiye. Türkiye’nin artık eskisi gibi olmadığı ve kendi iktidarlarıyla birlikte yeni bir Türkiye’nin inşa edilmeye başlandığı söylemi üzerine iktidarını temellendiren AKP, Cumhuriyet’in 100. yılı olan 2023 için ise her bir alanda ayrı bir hedefi olduğunu açıklamıştı. Ekonomide öne çıkan hedefler dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına girmek, kişi başına geliri 25 bin dolara çıkarmak ve 500 milyar dolar ihracat yapmaktı.

AKP yönetimi göreve geldiği ilk yıllarda, özellikle gelişmekte olan ülkelerde hiç olmadığı kadar yüksek büyüme oranları yakalandı. 2008 krizine kadar Türkiye’nin GSYH’sı 770,5 milyar dolar düzeyine kadar geldi. 2013 yılında 957,8 milyar dolara çıkan GSYH, sonraki yıllarda Türk lirasındaki değer kaybıyla birlikte 2020 yılında 720,1 milyar dolara kadar geriledi.

Kişi başı GSYH’ye baktığımızda da benzer bir grafikle karşılaşıyoruz. Kişi başı GSYH, 2008 yılında 10,941 dolar düzeyine kadar çıktı. 2013 yılında 12,614 dolar seviyesinde en yükseği gördü ve sonrasında kademeli olarak düşmeye başladı. 2020 yılına gelindiğinde ise kişi başı GSYH 8,853 dolara kadar geriledi.

AKP’nin 500 milyar dolar ihracata ulaşma hedefi ise ancak yarı yarıya gerçekleşti. 2008 yılında 181,6 milyar dolar ve sonrasında da 2014 yılında 236,7 milyar ihracat miktarını yakaladı. 2019 yılında 249,3 milyar dolara çıkan ihracat, 2020’de ise 205,7 milyar dolara geriledi.

Sayısal veriler aracılığıyla incelendiğinde AKP iktidarının ekonomik evrimini 3 döneme ayırarak inceleyebiliriz. İlki 2008 krizine kadar olan yani 2002-2008 arası dönem, ikincisi 2008-2013 arası dönem ve sonuncusu ise 2013’ten günümüze kadar olan dönemdir.

Durgunluk ve düşüş yaşanmasının sebebi dış güçler miydi?

İlk günden bu zamana kadar AKP iktidarı, diline „dış güçler“ söylemini doladı. En ufak bir sıkıntıyla karşılaşıldığında hiçbir başarısızlığı kabul etmeyen AKP iktidarı dış güçleri suçladı. Fakat yükseliş döneminin kendi başarısı olmadığını, küresel ekonomideki gelişmelerle alakalı olduğunu da hiçbir zaman kabul etmedi. Oysa aynı dönemlerde yükselişe geçen tek ekonomi Türkiye ekonomisi değildi. Tüm gelişmekte olan ülke piyasalarında yükseliş hakimdi. Örneğin; Brezilya ekonomisi GSYH’si 2002 yılında 507,9 milyar dolardan 2008 yılına kadar 1,7 trilyon dolara çıktı, 2011 yılında 2,6 trilyon dolarla zirve yaparak düşmeye başladı. Güney Afrika’da 2002 yılında 115,5 milyar dolar olan GSYH, 2007 yılında 299,4 milyar dolara çıktı, 2011 yılında 416,4 milyar dolar ile zirve yaparak düşmeye başladı.

Görüldüğü üzere, her gelişmekte olan ülke piyasasında olduğu gibi, Türkiye’de de yükseliş, durgunluk ve düşüş dönemleri benzer tarihlerde yaşandı. Yükselişin sebebi, ABD kaynaklı gelen sıcak paranın gelişmekte olan ülke piyasalarına girmesiydi. Durgunluk ve düşüş dönemleri ise gelişmekte olan ülke yönetimlerindeki sistemsizlik sorunuyla alakalıydı. Gelen kaynağı sürdürülebilir ekonomi modeli oluşturmak yerine tüm gelişmekte olan ülkeler gibi tüketim odaklı ekonomik yapıya odaklayan Türkiye’de de durgunluk ve düşüş dönemlerinin yaşanması kaçınılmazdı.

AKP’nin “Yeni Türkiye”si

AKP Türkiye’sinde yeni olan tek şey “Yeni Türkiye” söylemiydi. Ekonomideki büyümenin temelinde Batı‘ya yakınlaşmak yatıyordu. Batı ülkeleri başta olmak üzere komşular ile iyi ilişkiler geliştirmek, dış ticareti ve doğrudan yatırımları da olumlu yönde etkiledi. Bizim sıklıkla alaya almayı tercih ettiğimiz “gündüz havai fişek patlattılar” konusu, dışarıdan bakınca kararlı bir AB hedefi olarak algılanıyordu. Dış sermaye, Türkiye ekonomisinin uzun vadede istikrarlı kalabileceği beklentisi ile Türkiye’ye yatırım yapmaya başladı. Bu durum yalnızca Türkiye’ye özgü değildi. Tüm gelişmekte olan ülkeler de benzer dönemlerde yatırım çekmişti.

Türkiye ekonomisinde dönüşüm, iç ve dış belirsizlik ile başladı. ABD Merkez Bankası FED’in sıkılaşmaya gideceğiyle ilgili açıklaması tüm gelişmekte olan ülkeleri endişelendirdi. Bu, 2008 yılı sonrasında sıcak para girişinin azalacağı anlamına geliyordu. Türkiye bu dönemi planlamadı ve ekonomide durağan bir döneme girdi. Ekonomik başarısızlığı kabul etmeyen AKP yönetimi ise dış güçler söylemini artırdı. Neticede belirsizliği geride bırakmış, büyümeye geçmiş bir ekonomiyi devralan AKP, sonunda Türkiye’yi bir başka ekonomik belirsizliğe sürükledi.

Geldiğimiz noktada, bir ekonomik krizden öte bir ekonomik buhran ile karşı karşıyayız. Ekonomik buhranın nedeni ise ekonomik faktörlerden değil, tamamen siyasi faktörlerden kaynaklanıyor. Paramızın değeri azalıyor, alım gücümüz düşüyor ve emeğimiz ucuzlaşıyor. En kötüsü ise bu fakirleşme, doğrudan iktidar partisi eliyle bile isteye yapılıyor. Uçak krizinde Rusya ile ve rahip Brunson krizinde ABD ile „bir süre“ inatlaşan AKP yönetimi, bu sefer de 250 yıllık ekonomi bilimiyle inatlaşıyor. Türk lirasının değersizleştirilmesini bir politika aracı olarak benimseyen AKP iktidarı, bu ucuzluğun yerli şirketlere yatırım avantajı sağlayacağını, yabancı yatırımcıyı getireceğini ve ihracatı artıracağını düşünüyor. Geldiğimiz yer itibariyle AKP’nin ülkeye en büyük vaadinin “sizi ucuzlatacağız” yaklaşımı olduğu görülüyor. Emeğinizi, birikimlerinizi, servetinizi özetle ekonomik olarak neyiniz varsa ucuzlatacağız deniyor.

Ancak AKP’nin kendi vatandaşıyla ilgili bilmediği veya görmezden geldiği şeyler de var. Mesela kendi vatandaşının bu inatlaşmalardan ne kadar yorulduğunu bilmiyor. Ekonomik kurtuluş savaşı için “dayanın” çağrısı yaparken vatandaşının dayanacak takati olmadığını biliyor ama görmezden geliyor. Türkiye’nin Avrupa ülkelerinden daha iyi durumda olduğunu söyleyecek kadar yalana başvuruyor. Alım gücüne geldiğinde ise Alman vatandaşının asgari ücretiyle 19 ayda alabildiği arabanın Türkiye’de asgari ücretli maaşı ile ancak 191 ayda alınabildiğini hesaba katmıyor. Sadece ev kiralarının son bir yılda İstanbul’da %73,1, Ankara’da %49,5 ve hatta Bayburt’ta %37,7 oranında artmasını dikkate almayarak TÜİK enflasyonunu %19,9 olarak hesaplayabiliyor. Tüketici güveni 71,1 ile tarihinin en düşük seviyesine gerilerken büyüme verisiyle övünmeye devam ediyor.

Türkiye Monitörü araştırması da buna ilişkin veriler ortaya koyuyor. Türkiye’nin gidişatı sorulduğunda katılımcıların %76’sı gidişatın kötü olduğunu söylüyor. Aynı araştırmada Türkiye’nin en önemli sorunu olarak ekonomi, işsizlik ve hayat pahalılığı çıkıyor. Katılımcılara nasıl bir ülkede yaşamak istedikleri sorulduğunda ise yüksek refah olan ve güçlü ekonomisi olan seçenekleri ilk sırada yer alıyor.

Dahası, artık vatandaş da pompalan yalanları yutmuyor. Aynı araştırmada katılımcılara Türk lirasındaki değer kaybının nedeni sorulduğunda %75,4 ekonominin kötü yönetilmesi, %24,6 ise ekonomik kurtuluş savaşı verilmesi gerekçe olarak gösteriliyor. Sonuç olarak davulla zurnayla ekonomik kalkınmanın, refahın, büyümenin, istihdamın, üretimin olacağı Yeni Türkiye sloganını yutturmaya çalışan AKP iktidarı, ülkede yalnızca ucuz ekmek kuyrukları yaratıyor ve onları büyütüyor. Tam da bu nedenle, bu ülkenin sosyal demokratları olarak, Yeni Türkiye’ye baktığımızda, emeğin ucuz, hayatın ise pahalı olduğunu görüyor ve bu nedenle var gücümüzle iktidarı değiştirmeye çabalıyoruz. Değiştireceğiz de! Gün ağarıyor, umut yeşeriyor.